Türkiye’nin devrimci sosyalist hareketlerinin birikimi ve kadroları geçmiş dönemlere göre fazlasıyla proleter unsur barındırmaktadır. Pandemi krizi boyunca sosyal konumlarına göre sorun eksenli olarak konumlanabilirler. Tartıştığımız, siyasal öncünün sınanmamış imkanları keşfetmesine yarayabilecek bir zeminin irdelenmesidir
1 Mayıs 2020, pandemi koşullarının yarattığı ve iktidarın bolca istismar ettiği kısıtlar ve sosyalistlerin bu kısıtları çeşitli taktiklerle aşma çabaları ile geçirildi. Bu taktiklerin güne dair sorumluluklarımızın yerine getirilmesi açısından çeşitli yönleri ile bir müddet konuşulacağını varsayabiliriz. Bizce bu taktiklerin pandemi koşullarında, çalıştıranlar (iktidar ve sermaye) ile çalıştırılanlar ve çalışmaktan men edilenler ve hapsedilenler arasında cereyan eden ve önümüzdeki süreçte daha da şiddetlenecek mücadelelere örnekler teşkil etmesi açısından, ufuk açıcı olup olmaması açısından değerlendirilmesi önemlidir. Bu amaca dönük olmayan polemiklerin pek bir karşılığı olmayacaktır.
Kapitalistlerin, pandemi şartlarında emek gücü sahiplerine nasıl davranacaklarını, kapitalizmin ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri olarak en ileri ülkelerinin başında gelen ABD ve İngiltere örneklemektedir. Yapılan hesaplamalara göre Trump’ın tercih ettiği “hafifletme kampanyalarının” en iyisine göre bile 1 milyon 100 bin Amerikan vatandaşı ölecek, Çin’in denediği “baskılama” yöntemiyle ise bu sayı 200 bine düşebilecektir.[1] Ancak 900 bin yurttaşın hayatını kurtarmak yerine Trump, sermayeyi kurtarmakta ısrar etmeye devam ediyor.[2]
Türkiye’de de durum pek farklı değil. “Baskılama” ile “hafifletme” karışımı bir model uygulanarak işin içinden çıkılmaya çalışılıyor. Üretimi sürdürmek isteyen tüm sektörler ise sokağa çıkma yasakları zamanlarında dahi işçileri çalıştırmaya devam ediyorlar. Bütün hesap kapitalistlerin kurtarılması üzerine kurulu. İşçiler ölümcül riske rağmen, çoğu sektörde göstermelik tedbirler dahi alınmadan, hiçbir denetime tabi olmadan çalıştırılmaya devam ediyor.[3]
Korona etkisiyle sosyal hayatta gidilen kısıtlamalar, işçi sınıfının siyasal mücadelede alışılmış araç ve yöntemlerini önemli oranda etkisizleştirirken egemen sınıflar açısından ise siyasal avantajlar sağlamış durumda. Sokak eylemleri, kitlesel toplantılar, gösteriler hatta bildiri, broşür ve yayın dağıtımı dahi yapılamaz hale geldi. Kitle propaganda aracı olarak sadece elde canlı bireyler ve sosyal medya kalmış durumda.
Pandemiyle birlikte ortaya çıkan yeni koşullar, kamunun genel çıkarlarını temsil ettiğini iddia eden (ancak bundan fena halde uzaklaşan) devletlerin, kamunun çıkarlarına göre hareket etmeye zorlanmasının önünü açabilir, açıyor da. Yani devlet uzun zamandan sonra işçi sınıfı için bir mücadele alanı haline dönüşüyor. Bütün toplumsal servet, kaynaklar, varlıklar devletin müdahale alanında ve bunların toplum yararına kullanılması talebi sermayenin “sopası ve kasası” devlet olgusunu sorgulatacaktır.
Pandemi karşısında izlenen politikaların, tüm toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını göz ardı ederek sermayenin çıkarlarına göre belirlenmesi var olan çelişkilerin çatışmaya dönüşme potansiyelini büyütmektedir. Bu süreç iki sınıfın kaybeden taraf olmamak üzere karşı karşıya geldiği, ciddi kayıp ve kazanımlara gebe sert bir savaşım süreci olacaktır. Siyasal aktörlerin anlamı da geleceği de bu çatışma içinde şekillenecektir. Peki devrimciler bu savaşımda nasıl mevzilenmelidirler?
Geçen yüzyıla damgasını vuran işçi ve halk hareketlerinin en önemli ortak özellikleri başından itibaren -evrensel özellikler de taşıyan- belirli programlara ve örgüt yapılarına sahip olarak hareket etmeleriydi. Oysa günümüzde bu açıdan önemli boşluklar var. 21. yüzyılın başına damgasını vuran kitle hareketleri ne örgüt modelleri ne mücadele taktikleri ne de bir iktidar stratejisi üretebilmiş değiller. İşçi sınıfı sermayenin pandemi koşullarındaki saldırılarına bu sorunlarını çözememiş olarak giriyor. Bu nedenle yapılacak önermeler bu sorunlarla karşılaşsa da bu sorunlara cevap üretmesi beklenmemelidir. Ancak bu koşullardaki sermaye saldırısını püskürtecek hareket tasarımlarının-denemelerin bu sorunların çözümünde de önemli katkılar sağlayacağı açıktır.
Kısaca tanımlamaya çalışırsak problemimizin iki boyutu var: birincisi siyasal aktörlerin varoluşuna dair boyutu, ikincisi işçi sınıfının hayatına dair boyutu. İşçi sınıfının bu süreçten kazanımlarla veya kayıplarla çıkması sosyalistlerin siyasal varoluşunu, bu varoluşun niceliğini de niteliğini de doğrudan etkileyecektir. Yani savaşın ön cephesi üretim alanlarında gerçekleşmektedir, bunu diğer cepheler izleyecektir.
Bir-iki yıl sürmesi muhtemel dönem bir anomali[4] dönemidir. Anormal dönemin hareket, yol, yöntem ve tarzları da bir ölçüde ‘anormal’ olmak durumundadır. Sınanmış, rutine dönen ve Türkiye’nin son dönemlerinde sayıca ve kitlesellik itibarıyla düşüş yaşayan hareket biçimlerinin yerine başka yöntemler tasarlanmalıdır ki bunlar kendiliğinden uç vermektedirler.
Sosyalistlerin pek alışık olmadığı bir şeyi, kitlesel hareketler yerine anormal dönemin eylemini, kahramanların hareketini önereceğiz. Sınıf mücadelesi kahramanlıklarla doludur ancak kahramanlara dayalı olarak yürütülemez. Ancak bu anormal süreçte bu durum da anormal olarak ele alınmalıdır, kahramanlara ihtiyaç duyulan bir süreçtir bu.
Kahramanlar kimdir ve nerededirler? Kahramanlar savaşın cephelerinden çıkar. Cephelerin öne çıkanları ilk bakışta; sağlık, çalışma koşulları, gıda, enerji, kiralar, banka borçları (kredi kartı, tüketici ve konut kredisi) olarak öne çıkıyor. Bunları tarımsal üretim, eğitim, kadınlara dönük şiddet, kronik işsizlik, devlet bütçesinin tasarrufu, ekonomi politikaları, iktidarın baskı ve kontrol mekanizmalarına itiraz gibi cepheler izleyecek.
Kahramanımız organiktir. Doğrudan sorun yaşayanların içinden öne çıkan kişiler veya gruplardır. Bazen de işçi sınıfının bir meslek grubudur. Eylemleri bireysel, dar grup eylemleri olabilir ancak kitlesel hareketlere alternatif değil, ilham vericidir. Eylemi bireyseldir ancak acil sorunları olan bir kitlenin içinden gelerek acil talepleri dile getirir, dolayısıyla kitleseldir. Yani kitlelerin arzularını yakalayabilen, dile getirebilendir. Eylemi ve talebi tüm işçi sınıfı ve ezilen halk için genelleşebilir türdendir. Kahramanımız aynı zamanda akışkandır. Misyonunu yerine getirir ve kaybolur, kaybolurken de yerini yenisine bırakır. Dolayısıyla susturulması ve etkisiz hale getirilmesi güçtür. Nerede ortaya çıkacağı önceden kestirilemezdir. O ne bir yöneticidir ne de bir üyedir. Partiye, sendikaya, cepheye ve diğer örgüt ve hareket biçimlerine karşı değildir, kendi biçimini aramaktadır. Anormal dönemin savaşçısıdır. İşçi sınıfına içerden verilen bilinçtir. En önemli kusuru bir iktidar stratejisine ve örgütüne sahip olmamasıdır. Bu nedenle de eksiktir.
Siyasal öncü ile çelişik bir figürden bahsediyoruz (mevcut sendikacılıkla da çelişiktir). Siyasal öncü stratejik düşünür ve sürekliliği temel özelliğidir ve işçi sınıfının iktidar mücadelesinin politik kurmayı olmak iddiasındadır. Kahramanımız için süreksizlik hayati bir sorun değildir. Siyasal öncü bir sorun alanına ait değildir, politik hedeflidir; kahramanımız ise sorunun çözümüne odaklıdır, bu nedenle içerisinden çıktığı kitleler tarafından takip edilir ve hareket biçimi tekrar edilebilir türdendir. Siyasal öncü politiktir, kahramanımız ekonomiktir.
Türkiye’nin devrimci sosyalist hareketlerinin birikimi ve kadroları geçmiş dönemlere göre fazlasıyla proleter unsur barındırmaktadır. Pandemi krizi boyunca sosyal konumlarına göre sorun eksenli olarak konumlanabilirler. Tartıştığımız, siyasal öncünün sınanmamış imkanları keşfetmesine yarayabilecek bir zeminin irdelenmesidir. Bu açıdan kadın hareketi önemli bir deneyim sunmaktadır. Siyasal öncülerle, sorunu yaşayan önderlerin (kahramanların) çakışık olması, yani içerden olmaları kadın hareketinin diriliğinde, militanlığında, kitleselliğinde ve sürekliliğinde belirleyici bir role sahiptir. Bunun genelleşme imkanları üzerinde düşünülmelidir.
Sağlık çalışanları açık ara toplumun en itibarlı kahramanları. Sağlık çalışanlarına güvenli çalışma imkanları sağlanması talepleri, iktidarın yanlış piyasacı halk sağlığı politikalarına eleştirileri toplumda önemli bir karşılık bulmaktadır. TIR şoförünün “beni virüs değil bu düzeniniz öldürür” eleştirisi çalıştırılanlarda önemli bir karşılık buldu. TIR şoförünün gözaltına alınması, işinden atılması, susturulması sözün etkisini kırmaya yetmedi, misyonunu yerine getirdi. Enerji işçileri, inşaat işçileri, market işçileri, lojistik (kargo vd) işçileri bayrağı devraldılar. Talepleri ve hareket biçimlerinin antikapitalist özelliği, özel olarak vurgulanmayı hak ediyor. Bunlar otoriterleşen ve otoriterleşmeyi halk sağlığının bir gereği olarak sunan iktidara karşı, mevcut siyasal aktörlerin siyasal eleştirilerinin yapamadığı etkiyi yapabilmektedirler. Kuşkusuz bunlar daha ilksel çıkışlar ve iktidar gündelik olarak savuşturabiliyor görünüyor. Ancak yaşadıkları sorunlar çözülmedikçe kalıcı şekilde savuşturulmaları imkânsız hale gelebilir.
Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan başka bir kesim kiracılar. İşçi ücretlerinin yüzde 30-40’nın kiraya gittiği düşünülürse önümüzdeki aylarda kiracıların sesi olacak kahramanlara ihtiyaç olacağı çok açık. Bunun asıl kaynağı ülkenin konut politikasının inşaat sermayesinin çıkarlarına göre belirlenmesidir. Kooperatifler yoluyla emekçilerin ucuz ev sahibi olma imkanları ellerinden alınmış, banka kredilerine mecbur edilmişlerdir. Kendi konutu olan emekçilerin birçoğunun konut kredisi taksitleri olduğu düşünülürse bir kriz de oradan patlayabilir.
Tüketici kredisi taksitleri ve kredi kartı borçları krizi, işsizliğe ve ücretsiz izin ücreti saçmalığına mahkûm bırakılan işçileri beklemektedir.
Gündelik ve geçici işlerde çalışanlar, iş ve gelir güvencelerinden yoksun, bir vatandaşlık numarası dışında hiçbir varlığa sahip olamayan, adeta çalışmaktan men edilmiş mülksüzlere dönük bir defaya mahsus olarak verilen bin liraların ve gıda kolilerinin, bu devasa kitlelerin (iktidarın beyanına göre 2 milyon aileden 4 milyon ulaşmış) çalışma hakkı talebi ile harekete geçmesini engelleyebileceği oldukça şüphelidir.[5]
Sermayenin işçi sınıfına savaş açtığı ve açacağı cephelere odaklanılmalıdır, cephe gerilerine değil.
Dipnot:
[1] href=”/2020/04/covid-19-ve-sermayenin-cevrimleri-rob-wallace-alex-liebman-luis-fernando-chaves-ve-rodrick-wallace-584354/
[2] Corona krizi iki sınıfın çatışmasını küresel çapta hem zamandaş hem de türdeş hale getiriyor. Tam yeni bir işçi enternasyonali zamanı.
[3] İşçi sınıfı, sınıf olarak sürü bağışıklığına zorlanmaya devam ederse; yeni işçi sınıfı, prekarya, jeo-toplumsal sınıf derken, diğer sınıflardan farklı olarak ölenlerin öldüğü kalanların virüse bağışık olduğu “süper işçi sınıfının” ortaya çıkışına tanıklık edebiliriz.
[4] Anomali: Normal biçimin dışında olma, normalden uzaklaşma veya sapma, anormallik, kusurlu oluşum.
[5] Pandemiden sonra eklenen daha önce yardım kapsamında olmayan 2 milyonun ailenin, üretken işgücü olması nedeniyle ilk 2 milyondan farklı olarak iktidarın oy deposu haline gelmesi mümkün değildir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.