Ekol denilen şey, aynı zamanda aktarılarak biriktirilen, biriktirirken üzerine ilave edilerek geliştirilen bir sürecin sonucu ortaya çıkan kendine özgü ama evrensel bir “yapı” demektir
Devamlılık… Sihirli sözcük bu olsa gerek. Ama devam etmek için, devam edeceğiniz bir şeyleriniz olmalı… Yani diğer söylemle değerleri koruyarak geliştirmek, gelişirken de korumak dediğimiz, kendine özgülüğe ulaşmak meselesi.
Bir teknik direktör yanına aldığı yardımcı teknik insanı sadece yardımcı prosedür gereği veya işlerini kolaylaştırsın diye almaz. Onu geleceğe hazırlamak için alır. Onu geliştirir, geliştirirken yetiştirir ve sonunda zamanı geldiğinde işi ona teslim eder. Çünkü insanlar gelir geçer ama o işler ve o kurumlar devam eder.
Örneğin Sepp Heberger olmasaydı Helmut Schön olur muydu? Olurdu belki ama başka bir yerde ve başka bir Helmut Schön olurdu… Keza Schön olmasaydı Derwall olur muydu? Elbette olurdu… Ama bildiğimiz, tanıdığımız bir Derwall olmazdı…
Bu işler esasen böyledir. Hangi alan olursa olsun alaylı ve okullu dediğimiz o işin hayata dair içinde olanlar için de, o işin okullu dediğimiz kuramsal gelişim ve eğitiminde de böyledir. Böyle olduğu için de “Alman(ya) futbol ekolü” diye bir şey vardır.
112 yıllık Almanya Milli Futbol Takımı Teknik Direktörleri serüvenine baktığımızda YDFB Komitesi (1908-1927), Nerz (1928-1936), Herberger (1936-1964), Schön (1964-1978), Derwall (1978-1984), Beckenbauer (1984-1990), Vogts (1990-1998), Ribbeck (1998-2000), Völler (2000-2004), Klinsmann (2004-2006), Löw (2006- …) süreçlerini görmekteyiz… Böylece ilk varacağımız sonuçlardan birisi bu işin kişi çalışan ve sorumluluk alan anlamlarında nasıl yürümesi gerektiğine dair olsa gerektir. Ki buna rağmen Ribbeck, Völler ve Klinsman dönemlerini bu tarihi yolculuk açısından tartışmalı kısa dönemler olarak değerlendirmek mümkündür. Nitekim Almanya futbolunu takip edenler bileceklerdir, bu 6 yıllık süreç biraz da endüstriyel futbolun yarattığı dönüşümler ile de ilgili olsa gerek bir duraklama veya hazır olanı kullanarak tüketme yıllarıdır.
Özetle demeye çalıştığımız esas olgu, her bir teknik direktör bir öncekinin devamı, bir sonrakinin öncülüdür. Üzerine koyarak ve ekleyerek devam ederler. Gelişim ve gelişimin sürekliliği bu şekilde sağlanabilir. Bugün Almanya teknik direktörü Löw’ü futbol kültürü ve oyun yapısı olarak geriye doğru sarınız, Herberger’e kadar ulaşırsınız… Neden Herberger derseniz; Herberger, Schön ve Derwall üçlüsü, bir ülkede üç neslin aynı futbol anlayışı inşa etmelerine dair sürece ilişkin özel bir model teşkil ederler. Özetle sistematik Almanya futbolunun gelişerek ve farklılaşarak evrilmesinde bu üç nesil devamlılığı, Alman(ya) futbolunun kalıcı “teknik inşa sürecidir”…
Şimdi gelelim ülkemize. Ülkemizde durum tam tersidir. Hatta başka ülkeler ile kıyaslanamayacak ölçüde bir teknik direktör sirkülasyonu söz konusudur. Üstelik hiçbirisi bir ekolün veya modelin birbiri ile ilişkili insanları değillerdir. Türkiye futbolunda milli takımlar olsun, kulüpler olsun, üç nesillik bir futbol inşa süreci devamlılığı söz konusu değildir. Ülkemizde 1923’den itibaren (TFF’nin UEFA’ya kabulü ile) resmi olarak başlayan 97 yıllık futbol milli takım sürecindeki teknik direktör (aynı kişinin birden fazla gelmesi de dahil), insanı hayretler içinde bırakacak kadar çoktur. 97 yıllık süreçte tam 58 kez teknik direktör değişimi yaşanmış bir milli takım ülkesiyiz (bkz. Milli Takım Teknik Direktörleri).
İşin millilik yönü elbette hiç önemli ve tartışılması gereken bir konu değildir. Önemli olan ve tartışılması gereken işin teknik boyutları, iş açısından ulaşılması gereken asıl hedeflere neden ve niçin ulaşılamamış olduğu olmalıdır. Böylesi bir teknik direktör sirkülasyonunda, teknik anlamda nasıl bir futbol oyun standardı yakalanabileceği, ekol adına nasıl bir birikim sağlanabileceği, dahası sürdürülebilir bir modele nasıl ulaşılabileceği ortadadır. Sonuç itibariyle geldiğimiz yer asla tesadüf değildir. Bulunduğumuz konum ve düzey hak ettiğimiz yer ve düzeydir.
Türkiye Futbolu’nda gerek milli takım, gerekse kulüpler ölçeğinden olsun teknik direktörlerin devamlılığı ve formasyonu bakımından kimin önceli ve öncüsü, kim kimin takipçisi ve devamı olduğunu söylemek mümkün değildir. Örneğin Gündüz Kılıç’ın yardımcısı, takipçisi veya geliştirerek devam ettireni kimdir? Çoşkun Özarı olabilir mi? Elbette hayır. Bu anlamda akıllarda kalan bir Piontek süreci vardır, o da yapması gerekenlerin çoğunu gerçekleştiremediğini belirterek ayrılmış, kimine göre yanında yardımcı teknik direktör olarak yerini Fatih Terim onu devam ettirmiştir. Durum teknik anlamda ve futbol formasyonu açısından bakıldığında hiç de böyle değildir. Fatih Terim o kısa süreçte yapılanların meyvesini toplamış ve birtakım ilişkileri ve özel becerileri de kalıcı olmayı başarmıştır. Lakin asıl olması gereken biçimde Türkiye Futbolu adına stratejik bir model inşasını devam ettirmemiş veya ettirememiştir. Kulüpler düzeyinde de bunu yakın tarihte Derwall ile bir ölçüde Galatasaray’da görür gibi oluruz. Ama orada da aynı senaryo Feldkamp süreci hariç yine Fatih Terim örneği ile yazılıp, oynanmış ve sonlanmış gibidir.
Milli takımda olsun, kulüplerde olsun o kadar çok teknik direktör değişimi söz konusudur ki, kim kimi ne düzeyde etkileyecek, geliştirecek ve yetiştirme imkânı bulacaktır? Ya da kimin bir öncekinden öğrenme isteği ve zamanı olacaktır? Ülkemizin karakteristik bir futbol inşa süreci için birbirlerini geliştirerek yetiştiren ve bunu sürdüren üç nesli saymak mümkün değildir. Son 30 yıla bakalım. Neredeyse 20 yılını fiili olarak teknik direktör olarak geçirenlerin, başka hangi teknik direktörü ne düzeyde geliştirip yetiştirdikleri ve yerlerini ona bıraktıkları herhangi bir örneğe rastlamak mümkün olamamıştır.
Ekol denilen şey, aynı zamanda aktarılarak biriktirilen, biriktirirken üzerine ilave edilerek geliştirilen bir sürecin sonucu ortaya çıkan kendine özgü ama evrensel bir “yapı” demektir. Türkiye’de işe başlanması gereken yerlerden birisi de burasıdır. Bunun için hocaların aynı zamanda birer “okul” niteliği taşıyor olmaları gerekir. Okul niteliği demek öğretmeyi öğretebilen, farklı şeyler öğreten, öğrenen yardımcı teknik kadrolar üzerinde öğreticilik etkisi yaratan teknik direktörler demektir. Hollanda’ya Fransa’ya İngiltere’ye baktığımızda, eski Sovyetler örneğine baktığımızda, çoğu gelişmiş Spor ve Futbol ülkelerine baktığımızda gördüğümüz şeylerden birisi de budur.
Devamlılık önemlidir. Ama devamlılık için devam edeceğiniz kendinize ait bir şeyleriniz olması ve bunu sürdürebilecek bir yönetişim modelinizin olması biricik önkoşuldur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.