Her kazancını yeni filme yatıran ama, zamanın ve insanın değiştiğini bilemeyen, 1950-1960 yıllarında gişe rekorları kıran filmlerinin artık gişesi olmayan, biraz da küçümsenen, alaya alınan ve sonunda yok sayılan yönetmenidir
Aktör, senarist, rejisör Muharrem Gürses. “Bir Sinema Marjinali ya da Unutulmuş Bir Yönetmen”
Hababam Sınıfı’nın cimri müdürü, Vurun Kahpeye’nin Hacı Fettah’ı olarak bilinse de o bunların fersah fersah fazlasıdır. O Muharrem Gürses’tir. Unutulmaz melodramların unutulmuş yönetmenidir. Köy melodramlarının yaratıcısı, oyuncu, senarist, yapımcı, yaşamının son günü dahil hayal etmekten ve üretmekten vazgeçmeyen, sonsuz uykusuna hastane odasından elinde senaryosuyla giden, film çekerken yazdığı senaryo önünde olsa da, bir an geldi mi senaryoyu bırakıp çekime doğaçlama devam ediveren, senaryosunu bir yapımcıya mı kabul ettirmek istiyor, toplantıya kemancıyı da yanında götürüp, kemancının gıygıyları eşliğinde anlatışıyla yapımcıyı hüngür hüngür ağlatan, seyirciyi haydi haydi avcunun içine alıp ağlatacaktır deyip yapımcının o vakit senaryosunu satın aldığı, eli çabuk, dili büyülü, gözü mazlumlarda, umutsuzlarda, çaresizlerde, kör kemancılarda, gişesi en çok izlenen gişe, filmleri en çok ağlatan filmler, seyircileri kahramanları gibi ötekilerdir, halkın ta kendisidir Anadolu’nun her köşesinde.
Nasıl da bilir halkın nabzını tutmayı? O ki, gezici tiyatrosuyla Anadolu’da gitmediği yer, göz göze gelmediği, dokunmadığı insan kalmayan Muharrem Gürses’tir. Önce İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitirmiş, Samsun’da yıllar boyu köy öğretmenliği yapmış, sonra İstanbul’a dönüp Şehir Tiyatroları’nın panosunda gördüğü şu ilanla özlemleri dinen, hayatı değişendir:
“Hazırlamakta olduğumuz operetler için amatör gençler aranıyor. Uygun görülenlerin muvakkat kadroda çalıştırılacağı ilan olunur.”
İstanbul Şehir Tiyatroları’na giren; Nurullah Ataç’ın bir yazısında, “Nâzım Hikmet’in ‘Ölü Evi’ piyesindeki ıskatçı gibi küçücük bir rolde Muharrem Gürses, tek kelime diyaloğu ve avantaj imkânı olmadığı halde, sahifelerle diyaloğu olan sanatçılar ayarında. Bir ıskatçıya tıpatıp uyan mürailiği, çıkarcılık çizgilerini öyle ustaca canlandırmıştı ki, parlak bir gelecek vadeden bu amatör genci kutlarım” dediği gençtir. Sonrasında da Muhsin Ertuğrul’un odasına çağırıp, “Hayret içindeyim. Nurullah Ataç gibi üstün bir kalem sahibinin bu yazıyı yazabilmesi için hangi akrabanı ya da hangi tanıdığını devreye soktun? Olmadan olmuş gibi davranarak benim tiyatromda ün yapmaya çalışanlarla asla dost olamam…” diyeceği ve Muharrem Gürses’in de “Yanılıyorsunuz üstat” diyecekken “Doğruyu yanlışı senden mi öğreneceğim efendi. Git hadi, yalnız bu odadan değil, tiyatromdan da çık git!” diyerek tiyatrodan kovduğu gençtir Muharrem Gürses. Ve her zaman genç kalandır. Velhasıl, hiçbir zaman hayal etmeyi bırakmayandır.
1943’te Sezer Sezin ve Hulusi Kentmen’le birlikte Gürses Tiyatrosu’nu kuran, Millet, Sirkeci Şafak ve Ses Tiyatroları’nda sahneye çıkan, 1949’da Zehirli Şüphe adlı senaryosu sinemaya aktarılan, gazetelerde tefrika halinde romanları yayımlanan, oyunlar yazan, 1952 yılında çektiği Kara Efe ile sinemaya ilk adımını atan…
Ve sonrasında kesintisiz üreten… Muhterem Nur’a ilk film teklifini yapan, Muhterem Nur’u keşfeden, daha nicesini keşfeden, “Muharrem Gürses Okulu”ndan geçen nice oyuncuya, senariste, yapımcıya ışık tutan ve sonunda filmlerinin çoğu Milli Film Arşivi yangınında kül olan… Her kazancını yeni filme yatıran ama, zamanın ve insanın değiştiğini bilemeyen, 1950-1960 yıllarında gişe rekorları kıran filmlerinin artık gişesi olmayan, biraz da küçümsenen, alaya alınan ve sonunda yok sayılan yönetmenidir. Gelen iflaslarla evindeki bütün eşyalara tek tek haciz konan, yarın icra memurlarının alıp götüreceği buzdolabının sesini bütün gece uyumadan dinleyen küçük oğlunun çaresiz babasıdır. 1000 metrekarelik o olağanüstü kostüm deposunu iki kuruşa elden çıkartmak zorunda kalan…
Agâh Özgüç’ün deyişiyle “Bir Sinema Marjinali ya da Unutulmuş Bir Yönetmen”dir.
Halid Refiğ’in deyişiyle “Kendine mahsus bir çalışma sistemi, gene kendine mahsus bir anlatım yolu olan Muharrem Gürses, vasat bir sinema meraklısını pek ilgilendirmeyebilir. Fakat Türk seyircisinin zevkini en iyi bilen rejisörlerden biri olarak tanınması, eserlerinde hayret verici bir karakter bütünlüğü olması, sanat sosyolojisi ve sanat psikolojisi ile ilgilenenlerin bu sinemacıyı daha yakından inceleyip, tanımalarını gerektirmektedir.”
Âlim Şerif Onaran, “çekim sırasında senaryoyu bir tarafa atarak tuluat yoluyla film çevirmesini Gürses’in esnek tutumunun bir göstergesi saymakta ve onu ortalama bir Yeşilçam yapımcısının temsilcisi olarak görmektedir.”
Lütfi Akad ise Muharrem Gürses için şöyle diyecektir: “Hepimiz Batı özentisi filmler yapıyorduk. Bizim bu filmleri yaptığımız sırada Muharrem Gürses diye bir gerçek vardı. M. Gürses, yıllar yılı Anadolu’da tiyatro turneleri yapmış… Batıda gelen filmleri, oyunları Türkçeye adapte etmiş ve Türk Halkına göre uydurarak, aslı bakımından hiçbir ilgisi kalmamak şartıyla… oyuncular seyirciye oynaya oynaya biçim almış. Orada Muharrem Gürses’in dayandığı bir gerçek var, daha ayağı yere basan bir gerçek.”
Mezar taşına gelince, onu bir film şeridinin üstünde şöyle tanımlayacaktır: “Aktör, senarist, rejisör… Muharrem Gürses. 22 Ağustos 1913- 6 Nisan 1999.” Evet, “oyuncu, senaryo yazarı, yapımcı” değil, tam da onun diliyle: “Aktör, senarist, rejisör.” Muharrem Gürses, kızım yazar Can Gürses’in büyükbabasıdır. Ve bizlere hayallerini, üretkenliğini, yorulmazlığını, çalışkanlığını bırakandır. Unutmadığımızdır.
Teşvikiye, 7 Nisan 2020
* Meraklısı için: Yararlandığım kaynak; Muharrem Gürses Sineması’na dair bu linkteki kıymetli yazı ve hayatımızdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.