Mevcut düzeni ve yıkıcı sonuçlarını siyasal eleştiriye tabi tutmak, teşhir etmek, ideolojik üstünlük sağlamaya çalışmak görevi ile taban hareketi yaratmak görevi birbirinin zorunlu koşullarıdır, yani biri olmadığında diğeri işe yaramayacaktır. Halkın hakları mücadelesi deneyimi olanlar, oradan çıkarttıkları derslerle bugüne daha etkili müdahalede bulunabilirler
“Bütün dünya, bütün insanlık koronayla savaş ilan etti. Bütün ülkeler ve bütün insanlık, insanlığı mahvetmek isteyen bu sinsi düşmana karşı yekvücut savaşıyor” gibi bir cümle kurmaya kalkışsak çok sayıda itiraz peş peşe yükselecektir. Çünkü ne yazık ki doğru değil. Virüs ortaya çıktığı günden beri önce devletlerarası rekabetin konusu haline getirildi. Trump, “korona hastalığı” demek yerine “Çin hastalığı” dedi ve ticaret savaşlarında bir araç olarak kullanmayı tasarladı. ABD eyaletleri, ventilatör cihazları gibi olanaklarını dahi birbirleriyle paylaşmayı reddediyorlar. Pandemiye karşı açıklanan tedbir paketleri insanları korumak yerine üretimi, sermayenin kâr döngüsünü güvenceye alma çabası etrafında dönüyor. Bu savaş ne ülkeleri birleştiriyor ne de ulusal birlikleri güçlendiriyor. Çünkü gerçekte bu, insanlarla doğanın (virüsün) savaşı değil, insanlarla insanların savaşı. Pandemiyle savaş örtüsü altında gizlenmeye çalışılan, pandemiden önce de var olan, pandemiyle daha da ağırlaşan bir krizin bedelinin kime ödetileceğine dair sert bir sınıflar arası savaş!
Ve bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı herkes tarafından söylenirken daha iyi olacağı veya olması gerektiği imlenmiş oluyor. Sanki her şeyin daha iyi olması için ilahi bir uyarı, bir pandemi gerekiyordu. Bu kaçıncı büyük pandemi, öncekilerin ardından gelen “iyileşmeler” nasıl ve en önemlisi kimin için “iyi” oldu? Tarihi yapanın ilahi bir akıl veya doğa değil insanlar olduğunu; doğal afetlerin (depremlerin, su taşkınlarının, yangınların ve salgınların) tıpkı toprak verimliliği, su bolluğu, flora ve fauna zenginliği gibi doğanın parçası olduklarını ve bir bilinçle hareket etmediklerini uzun zamandır biliyoruz. Savaşların nedeninin, “kıt kaynaklar, sınırsız ihtiyaçlar” olduğu burjuva iddiası, şiddetli savaşların ve büyük gelir uçurumlarının esas olarak kaynakların bol olduğu bölgelerde yaşandığı gerçeğiyle çelişmektedir. Yani yaşanan şey, doğanın çok çeşitli koşullarında (bolluk, kıtlık, salgın, sıhhat) insanın insanla mücadelesidir; sınıflar arasındaki mücadeledir. Doğa tarihin sahnesidir (nesne), aktör olan insandır (özne), o sahneye biçim veren, müdahale eden…
Yani eskisi gibi olmayıp yenisi gibi olacaksa yeniyi belirleyecek olan bir ilahi akıl, bir ortak akıl değil, sınıflar mücadelesi ve o mücadelelerin kabul ettireceği bir akıl olacak.
Son 50 yılda kapitalizm büyük gelişmeler gösterdi. Bu gelişmeler aç, susuz, tuvaletsiz, hastalıklı nüfusu dünya çapında çığ gibi büyüttü. Dünyanın üçte biri barışa hasret, savaşlarla boğuşuyor. Sürekli olarak büyük nüfus kitleleri potansiyel terörist kategorisine alınıyor: işsizler, göçmenler, sömürge gençliği… Salgın nedeniyle teröriste dönüştürülmelerine ramak kalan “yaşlılar” örneği işin nerelere vardırabileceğinin göstergesidir.
Korona başladığında gerek dünyada gerekse de Türkiye’de izlenen politikalar ana hatlarıyla aynı akıl tarafından belirleniyor: kapitalist birikime vereceği zararı en aza indirmek. Sürü bağışıklığı veya sokağa çıkma kısıtlaması gibi tercihler bu eksenin gereklerine göre savunuluyor, planlanıyor. ABD ve İngiltere bu politikanın açık savunuculuğunu yaptılar. Üretimde olmayan nüfus evlere kapatılmaya çalışılırken, üretken nüfusun yüksek ölüm riskine rağmen çalışmaya devam etmesine dönük politikalar izleniyor. Bu yeni bir şey değil, madenlerde, kömür ocaklarında ve daha birçok işkolunda vahşi kapitalizm zamanlarından beri işçileri ölümüne çalıştırmak kapitalizmin fıtratında vardır.
Türkiye’de sermaye çıkarlarının yanı sıra iktidarın ideolojik payandasını oluşturan dinci gericiliğin de kollandığı bir politika izlenmeye çalışılıyor. Sırasıyla okulların tatili, 65 yaş üstünün sokağa çıkma yasağı ardından 20 yaş altına da yasağın getirilmesi, ana sektörlerde çalışmayan nüfusa dönüktü. Çalıştırılanlar ve çalışmak zorunda olanlar için ise neredeyse hiçbir tedbir alınmadı. Kalabalık ortamlarda hiçbir önlem alınmadan işçiler çalışmaya zorlandı. Özelikle inşaat sektöründe ciddi sorunlar yaşanmasına rağmen, siyasal iktidarın paydaşlarının motor sektörü olmasından dolayı işçilerin aleyhine uygulamalar dayatılmaya devam ediliyor. Erdoğan’ın açıkladığı (gerçekliği tartışmalı) 100 milyar TL’lik pakette korona salgını ile dolaylı da olsa ilgisi bulunmayan konut satışlarına ek kredi imkânı, uçak biletlerinde ve otellerde vergi indirimleri hangi sermaye kesimlerini korumaya çalıştığının gösterdi (Trump’ın önlemleri büyük oranda aynı; bkz. Rob Urie -Sendika.Org). İşçilerin ve sendikaların işyeri bazlı direnişleri, sendikaların işsizlik fonunun kullanılmasına ve ücretli izin taleplerine dönük önerileri toplumda karşılık bulduğunda ise Erdoğan’ın işçilere cevabı paket kapsamı dışında kalmış büyük sermaye kesimlerini de yanına alacak şekilde ücretsiz izin dayatmasını yasallaştıran uygulamaları devreye sokmak oldu. AKP ve yandaş sermayesi, bu vesileyle bir süredir çelişki yaşadığı bazı büyük sermaye kesimleriyle gerilimlere son verip onları işçi sınıfı karşısında ittifaka davet edecektir.
Düzen içi muhalefet ise sınıf çıkarlarının keskin şekilde ayrıştığı tablo karşısında, orta yol bulmaya çalışmanın imkansızlıkları tarafından felç olmuş durumda; etkisiz tutumunu ‘yapıcı muhalefet’ tavrıyla izah etmeye çalışırken yerel yönetimlerle elde ettiği siyasal avantajı da tüketiyor. İşçileri, emeğiyle geçinen küçük üreticileri ve yoksulları koruyacak önlemleri, sermayenin çıkarlarıyla çatışmamak için etkili şekilde öneremiyor. Erdoğan’ın başarısızlıklarıyla uğraşmayı tercih ediyor. Oysa iktidarın süreç yönetimindeki gecikmeleri ve tuhaflıklarını beceriksizlikten çok tercihlerinin ürünü olarak okumak daha doğru olacaktır: maskelerin nasıl dağıtılacağının kördüğüme dönmesi, CHP’li belediyelerin ihtiyaç sahiplerine yardım dağıtmasının engellenmesi (bağış toplanmasının engellenmesinin varacağı yer budur), işten çıkartmaların yasaklanması talebinin ücretsiz izine dönüştürülmesi, şeffaf olunmaması, sağlık meslek örgütlerinin ve üniversitelerin sürece dahil edilmemesi… Bunlar krizi fırsata çevirmenin taktikleri olarak okunmalı.
Korona salgını sırasında sağlık sisteminin tamamen kapitalistleştirilmesinin salgını önlemekte nasıl bir yetersizliğe yol açtığını, aşı üretmek, Ar-Ge çalışmaları yapmak karlı olmadığından ilaç firmalarının sadece kozmetik, kalp ilaçları gibi kârlı yatırımlara yöneldiğini, özel hastanelerin toplum sağlığı açısından ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkınca hiç olmazsa sağlık sisteminde sosyalizmin/komünizmin gerekliliği burjuva düşünürlerce dahi dillendirilmeye başladı. Ama ortalıkta dolaşan “hayalet”, kapitalizmi onarması beklenen bir komünizm karikatürü. Komünizm ancak işçi sınıfının elinde kurtuluş umuduna dönüşebilir, burjuvazinin elinde değil.
Kapitalizmin mantıki sonucu olan piyasalaşmış bir sağlık sisteminin, pandemi karşısında skandal başarısızlığının neden olduğu insani yıkımın sosyalizmi yeniden-kendiliğinden bir seçenek haline getirmesi beklenemez. Bu görev sosyalistlerin omzundadır. Sosyalistler ise, tarihteki bir sosyalizm fikrini ihya ederek değil, canlı sınıf çatışmalarından devrimci bir sosyalizm fikri üretebilirler. Kriz dönemleri bunun imkanlarının açığa çıktığı (arttığı değil) dönemlerdir. Yanıtlamamız gereken, bu skandala son verecek, “savaşmak üzere örgütlenme yeteneğinde olan” (Marx) sınıflar/ kesimler hangileridir ve ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularıdır. Lenin’in “Ne Yapmalı” sorusuna cevabı bir örgüt teorisiydi, burada sorulan sorunun amacı bu teoriyi geliştirmek değil, bu konjonktürde bir taban (kitle) hareketi üzerine düşünmektir.
Bu tarihsel sürecin öznesiz olarak “iyi” sonuçlar doğuracağı (temelsiz) iyimserliği ile ezilenlerin öznel durumu nedeniyle etkili olamayacağı (temeli olan) kötümserliği iç içe yaşanıyor. Bir de solu dışarıdan eleştiriye tabi tutan nebiler var ki onlar solun hiçbir şeyi düzgün yapamayacağı, “şunları şunları” yapmamış olduğu için şunları yapamayacağı gibi geçmişe hayıflanmayla gelecek kötümserliği arasında gidip gelirler (Nebi, kitap indirmemiş peygamberlere verilen addır, burada örgütsüz aydınlar için kullanıldı, kitap indirene resul deniyor). Bu arkadaşların tutumu Marx’ın çok bilinen 11. Tez’ine aykırıdır, filozof ve teorisyen Marx aynı zamanda örgütçü ve eylemci idi. Oysa kriz dönemleri, örgütlerin ve pratiğin aydınlara en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerdir. Düşün insanlarının sınıf mücadelesine çeşitli biçim ve düzeylerde katılma kanalları bulamadıkları veya oluşturamadıkları varsayılamaz herhalde. Halk, burjuvazinin politikaları yüzünden ölürken “yaşayıp giden” bizden değildir!*
Evet, kapitalizmin eleştirisi ve devrimci bir sosyalizm fikrinin yeşertilmesi için konjonktür uygun. Bugünün “küçük işleri” ile hedefin büyüklüğü veya düşmanın gücünü kıyaslamaya değil, bugünün sınıf çatışmasının dinamiklerinin nereden ve nasıl örüleceğine bakılmalı. Kapitalizmin insanlığın ve doğanın mahvına giden bir yol olduğunu, kurtuluşun emekçilerin ellerindeki bir sosyalizmde olduğunu en yüksek sesle dile getirme zamanıdır. Mevcut düzeni ve yıkıcı sonuçlarını siyasal eleştiriye tabi tutmak, teşhir etmek, ideolojik üstünlük sağlamaya çalışmak görevi ile taban hareketi yaratmak görevi birbirinin zorunlu koşullarıdır, yani biri olmadığında diğeri işe yaramayacaktır.
Korona vesilesiyle “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözleri sadece soldan dillendirilmiyor, Erdoğan da dillendiriyor. Bu sözünün, emekçilerin ve diğer ezilen kesimlerin koşullarının eskisinden de kötü olacağının ifadesi olduğunu bugüne kadar belirlediği politikalarla gösterdi ve bunlar daha başlangıç. Özetle yoksulluk daha da artacak, çözüm olarak piyasa gösterilecek, işçi ücretleri daha da düşürülecek, çıkan sorunların suçlusu olarak nüfusun bir kesimi daha terörist kapsamına alınacak…
Bu gidişatı değiştirecek olan korona günlerinde (aylarında) verilecek mücadeledir. İşçilere dönük saldırılar birçok yazıda ayrıntıları ile ele alındı ve çeşitli talepler üretildi. Bunların hareketinin oluşturulmasında tutukluklar var. Büyük sendikalar henüz etkili bir eylem sergileyemediler. Ancak işyerlerine dayalı ve en güvencesiz işçilere dönük çalışmalar yapan sendikalar bir araya gelip etkili bir odak oluşturabilirler. Bugüne kadar sergiledikleri pratikler henüz başlangıç da olsa (Enerji-Sen, Dev Sağlık İş, Dev Yapı İş, İnşaat İş) bu açıdan umut verici olduklarını gösteriyor.
Diğer yandan yaşanmakta olan ve daha da büyüyeceği açık olan kiracıların ev ve dükkan kiralarını ödeyememesi; insanların sağlığa ve ilaca erişememesi (sağlık hakkı); fahiş zamlar ve stok nedeniyle gıdaya erişememe (beslenme hakkı); faturaların ödenememesi (su, elektrik-doğalgaz hakkı); kredi kartı borçları ve tüketici kredilerinin ödenememesi gibi sorunlar etrafında insanların bir araya getirildiği yapılar (inisiyatifler, meclisler, girişimler, platformlar) bir taban hareketinin ayaklarını oluşturabilirler. Ayrıca dayanışma, kimi ihtiyaçları ortak giderme gibi yapılar da bunlara eklenebilir. Halkın hakları mücadelesi deneyimi olanlar, oradan çıkarttıkları derslerle bugüne daha etkili müdahalede bulunabilirler.
Sermayenin gasp ettiği ülke kaynaklarının emekçiler lehine kullanılmasına dönük taleplerle yukarıdaki talepler birleştirilerek siyasal bir hareket yaratılabilir: Ödeme garantisi verilen yol, köprü, tünel, şehir hastanesi gibi projelere yapılan ödemelerin durdurulması; İstanbul’a yapılacak 100 milyarlık Kanal gibi diğer rantsal altyapı yatırımlarının durdurulması… Yağmadan zenginleşen 1 milyon TL’nin üzerinde kişisel banka hesabı bulunan 225 bin kişinin elinde toplam 1 trilyon 400 milyar lira bulunmaktadır. Bunlardan alınacak %20 servet vergisi sahiplerini fakirleştirmeyecek, onlar milyoner kalmaya devam edeceklerdir. Ama krizden olumsuz etkilenen halk için 280 milyarlık bir kaynak demektir. Sağlık sistemi başta olmak üzere, gıda, ulaşım, su, enerji gibi kritik sektörlerin tamamen kamusallaştırılması…
Kriz dönemlerinde iktidarlar genellikle daha kırılgan olurken halktan gelen basınçların etkili olma olasılığı da daha fazladır. Elbette ki iktidarın kırılganlığına saldırganlık da eşlik ediyor. Ezilenler savaşarak yenildiklerinde ne kadar yenilirlerse yenilsinler, savaşmadıklarındaki hallerinden daha kötü koşullarda olmazlar. Mücadele edenlerin kaybedecekleri bir şey yok. Küçük müdahalelerin iktidarı çarpıtılmış da olsa kimi yanıtlar üretmek zorunda bıraktığını gördük, daha ilerisi mümkündür. Pandemi riski altında kitle çalışmaları yapmanın ciddi kısıtları olduğu doğru ve bu solun daha önce deneyimlemediği bir şey. Ancak sorunların yakıcılığı kısıtlı araç ve yöntemlerin etkili olmasının zeminini sağlıyor. Şimdiden dayanışma ağları, maske yapıp dağıtma, binaları dezenfekte etme işleri; sosyal medya üzerinden kültürel aktiviteler, bir ya da birkaç kişilik sokak eylemleri bu yolda adım atılabileceğini ve etkili olunabileceğini gösteriyor.
* Komşusu açken tok yatan bizden değildir
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.