1 Mayıs, kuyruğunu kıstırıp köşeye çekilen ideolojiler karşısında sosyalizm bayrağını santraya (bu oyunun başlangıç noktasına) dikmelidir. Halkın yaşamı ve geleceğini, hayatta kalıp kalmayacağını belirleyen üç temel alandaki (içişleri, ekonomi, sağlık) sorumluların o koltuklarda oturmamasını sağlamak politik hedeftir
1 Mayıs’a sayılı günler kaldı, korona günlerinde.
Herhalde “1 Mayıs, 1 Mayıs olalı” böyle bir şey “yaşamamıştı”. Sadece bizim ülkemizde değil, sanırım[1] tüm dünyada emekçilerin “birlik, mücadele, dayanışma günü” kitle gösterisi yapılamadan geçecek. Dolayısıyla miting olmayınca; mitinge çağrı çalışmaları, miting pankartları, miting kürsüsü, miting kortejleri, kortej sıralamaları vs. de olmayacak. Kuşkusuz böyle bir boşluk, tüm bu süreçte hangi propaganda malzemelerinin kullanılacağı ve hangi eylem biçimlerinin hayata geçirileceği ile önemli bir gündem oluşturuyor. Tüm bu araç ve biçim arayışları içerisinde “1 Mayıs’ın politik içeriği silikleşebilir” kaygısı taşınabilir mi? Buna da kuşkusuz koro halinde bir yanıtımız var: Korona, kapitalizmin tüm gerçek yüzünü açığa çıkardı, sınıflar mücadelesi hiç bu kadar çıplak olmadı, emek/halk merkezli bir dünya mümkün, hatta kaçınılmaz! İçerik belli yani!
1 Mayıs’a gelmeden önce, korona günlerinde 1 Mayıs’a ilerlerken toplumsal muhalefet ne durumda acaba? Var olan durum, toplumsal muhalefetin özneleri açısından tatmin edici olamaz, sanırım.
– Saray Rejimi, bir başarı öyküsü yazmaya devam ediyor (Bu cümleye katılmayanlar olabileceğini varsayarak, şöyle yazılabilir; “Saray Rejimi, bu süreçte başarısızdır” algısı oluşmuş değil). Tayyip Erdoğan’ın görevini yapış tarzını onaylayanlar yüzde 44’ten, yüzde 51,8’e çıkmış.[2]
– Sağlık Bakanı, bilgileri gizlese de, gerekli önlemleri zamanında almasa da, yaygın tanı koyma işlemini hala gerçekleştirmese de, sağlık çalışanlarını feda etmeye devam etse de, ihtiyaç malzemelerini hala sağlayamamış olsa da ve hepsinden önemlisi tüm suçu “kendini koruyamamış” bireylere yıkmış olsa da hala dönemin en “başarılı aktörü” olmaya devam ediyor.[3]
– İçişleri Bakanı, sürecin başından itibaren acz ve delalet içinde olmasına rağmen, “istifa” dümeniyle korona günlerinde “yıldızlı pekiyi” almış gibi ortalıklarda.
Açıkçası toplumsal muhalefet; bu dönem üzerine düşen temel dört işlevden en önemlisini yerine getirememiştir/getirememektedir. Siyasal iktidarı/egemenleri sorgulama, hedef alma ve onlar karşısında siyasal mücadeleyi büyüten ve bunun araçlarını oluşturan bir özne olma görevini.
Diğerlerine gelirsek. Kuşkusuz başarılı olunan işlerden biri; dayanışma ağlarının kurulmasıdır. Gezi direnişi sürecinden çıkarılan ders ve ilişkilerle ve hatta o özelliğin referandumlarda ve seçimlerde tekrar tekrar değerlendirilmesiyle, korona günlerinde en başından itibaren dayanışma vurgusu devam edebiliyor. Ancak herkesin görebileceği gibi sağlık kaygılarına, hareket alanı ve yeteneğinin sürecin özelliği gereği sınırlandırılmış olmasına, “küçük burjuva” özellikler de eklendiğinde sürece katılım zayıf ve/veya geç gelişiyor. Dolayısıyla bu durum önceki dönemlere göre dayanışma ağlarının üretkenliği ve etkinliğini sınırlamaktadır. Ve diğer yandan salgın hayatımıza gireli bir aydan fazla olmasına rağmen dayanışma ağlarının organize olması, ortak planlar yapabilmesi hala sağlanabilmiş değildir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki dayanışma ağları her şeyiyle mükemmel olsaydı bile “siyasal mücadelenin bir parçası olamayan dayanışmanın” ne işe yaradığıdır![4]
Sanal âlemin değerlendirilmesini ve oradaki üretimleri de bir başarı olarak sayabiliriz elbette. Tabii şu değerlendirmeyi de göz önünde bulundurarak; yapacak başka bir iş var mı ki!
Kuşkusuz korona günlerinin “en mağdurları” emekçiler (işsiz kalan, ücretsiz izne çıkarılan, zorunlu sektörler olmadığı halde çalışmaya zorlanan emekçiler). Bu durum, onların talep oluşturmalarını ve bunları yaygınlaştırmalarını da beraberinde getiriyor. Örgütlü olmanın (olması gereken düzeyden çok uzak olsa da) farkını da bir kez daha görebiliyoruz. Dört emek örgütüne (DİSK, KESK, TTB, TMMOB[5]) gözlerin çevrilmesini ve onlardan bir beklenti oluşmasını başka nasıl açıklayabiliriz?! Kuşkusuz TTB’nin, üyelerinin korona cephesinin en önünde olması, farkını bir nebze arttırıyor olsa da, DİSK’te de devrimci bir geleneğin devam etmesi olumlu bir etki yaratsa da dönemin gereklerini karşılayacak bir devrimci inisiyatif geliştirilemedi. KESK’in ne yaptığı görülmüyor bile.
Açıktır ki bu dönemin en belirgin inisiyatifi emek alanında oluştu. Yedi talep[6] halinde birleştirilen çizgi, kim ne derse desin siyasi iktidar karşısında “dikkate alınması” gereken (en azından içeriği itibariyle) bir pozisyon oluşturdu. Burada “Korona Günlerinde de Kadınlar Birlikte Güçlü!” sloganıyla imza kampanyası başlatan kadınları ve “Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu”[7] adı ile bir araya gelerek çağrı yayımlayanları mutlaka eklemek gerek. Ancak bu konuda da bir eksikliği belirtmek gerek; bu pozisyon, Saray Rejimi’ni siyasal açıdan zora sokacak, onu sorgulatacak ve dönemin yeni siyasi arayışlarının önünü açacak bir çerçevede değil. Önemli olan “aşağıdakilerin” çıkarlarını iktidarın karşısında aktif bir biçimde savunmak kadar bu iktidarın varlığının/rejimin emekçiler açısından “yapısal” olarak sorgulanmasını sağlamak ve mücadeleye sevk etmek, yol yöntem bulmak vs. değil midir?
Burada bir parantez açıp, Meclis’teki muhalefete daha doğrusu Saray Rejimi’ne muhalefet eden CHP’ye ve HDP’ye de biraz değinmek gerekecek. Sosyal demokrat olmayı sözde “önkoşul” sayan, Türkiye’nin neredeyse tamamında parti örgütleri bulunan, hatta son yerel seçimde 11 büyükşehir, 10 il ve 191 ilçe belediyesinin koltuğuna oturan CHP’nin yaptıklarını değil, yapmadıklarını görerek ya da görmeyerek onu bir kenara bırakalım.
6 milyona yakın oy alan ve siyasi partiler içerisinde en örgütlü olan HDP’nin korona günlerini bu biçimde geçirmesi bir kaçınılmazlık mı? Zorunlu olmayan alanların başında gelen inşaat sektöründe en çok Kürt işçiler çalışmasına rağmen, infaz yasasından neredeyse hiç yararlanamayan Kürt mahkûmlar olmasına rağmen, neredeyse tüm muhalefetini Meclis içine sıkıştırmış bir HDP, “günün sonunda” başarılı addedilebilir mi?
Buraya kadar ki değerlendirmeler olumsuz bir tablo ortaya koymuş, hatta biraz da karamsarlık içeriyor olabilir. Ancak takdir edilecektir ki yapılanları takdir etmek değil, yapılmayanları ortaya koymak, hele hele içinden geçtiğimiz korona günlerinde, ne yapılması gerektiğini daha net olarak görmemizi sağlayabilir!
1 Mayıs’a gelirsek…
COVID-19 adı verilen virüs, sosyalizmin bir dünya sistemi olarak kurulması gerektiğini (farklı bir yoldan da olsa) bir kez daha gösterdi. Sermayenin yeniden üretimini, dolaşımını, birikimini temel alan ve bunu gerici, faşist iktidarlar eliyle işleten sistem, her şeyden önce ideolojik olarak sarsılmıştır.
Sermayenin çıkarının, eşittir toplum çıkarı olmadığı görülmüş, üstelik tam tersine çıkarların zıtlığı kanıtlanmıştır. İhtiyacımız olan toplumsal hayatı, bu hayatın sürmesi için gereklilikleri sermaye sahiplerinin değil emekçilerin ürettiği görüldü (Sağlık, temizlik, gıda üretimi). Hayatın ve doğanın sermayeleştirilmesinin ölüm getirdiği de.
Gerici, faşist iktidarlar kendi ideolojilerinin bir işe yaramadığını kabul etmeyeceklerdir, elbette! Ancak korona günlerinde şeyhler, hocalar, mesihler görünmez oldu. Aşı, kutsal metinlerde bulunamadı. Kadere teslim olmak değil, kaderi steril maske ile ötelemek tercih edilmeye başlandı.
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” edebiyatını her gün halkın kulağına megafonla dayayanlar, İHA’larla SİHA’larla virüsün vurulamayacağını fark etmişler midir, acaba? Virüsün milliyeti, ırkı olmadığı gibi ne millet seçiyor ne mezhep!
Tam da bu koşullarda 1 Mayıs, (en azından şimdilik) kuyruğunu kıstırıp köşeye çekilen ideolojiler karşısında sosyalist ideolojiyi yani emeği, bilimi, halkın çıkarını esas alan bayrağı santraya (oyunun başlangıç noktasına) dikmelidir. Kapitalizm, faşizm ve dini gericilik karşısında ideolojik mücadele hiç bu kadar kolay, hiç bu kadar kapsamlı (küresel) yapılma şansı bulmamıştı.[8]
Ve açıktır ki işlerini iyi yapıyorlar, elbette iktidar sahiplerine göre. Sopa sürekli havada, bilginin ve yayılmasının tekeli ellerinde, kölece çalışma düzenine devam.
Rejimin “korona günlerindeki iktidarı”nı doğrudan hedef almak, Saray’ı ve onunla birlikte halkın yaşamı ve geleceğini, hayatta kalıp kalmayacağını belirleyen bu 3 temel alandaki (içişleri, ekonomi, sağlık) sorumlularının o koltuklarda oturmamasını sağlamak politik hedeftir. Bu üç alanda, üç bakan nezdinde tüm uygulamaların sorgulatılması, toplumsal çıkarı önceleyen politikaların hayata geçirilmesini zorlamaktır. Yaptıkları yanlışları göstermek bir yana asıl yapmadıklarını/yapılmayanı göstermek önemli olacaktır. Bu sacayak çöktüğünde Saray Rejimi’nin “korona günlerindeki iktidarı” da çöker.
1 Mayıs da koronanın “gösterdiği” ideolojik ve politik hedefleri hayata geçirmenin günü olmalıdır. Ve elbette bunun örgütlerini yaratmanın… Kapitalizm karşısında sosyalizmi savunacağız, gericiliğin ve sermayenin iktidarını hedef alacağız, emekçilerin sermaye ve iktidar karşısındaki çıkarlarını savunacağız!
Dipnotlar:
[1] Belki Belarus’ta miting yapılır.
[2] ABD Başkanı Donald Trump’a da kamuoyu desteği yüzde 49’a çıkmış. Bu oran, Trump’ın başkan seçildiği 2017’den bu yana yapılan kamuoyu yoklamalarındaki ilk net pozitif sonuç olarak kayda geçmiş. Dolayısıyla “bu tür dönemlerdeki, bu tür artışlar veri olamaz” denebilir elbette.
[3] Bu başarı o kadar büyükmüş ki iktidar klikleri bundan rahatsız olmuş, ayağını kaydırmaya çalışıyorlarmış.
[4] Burada kast edilen “hiçbir işe yaramayacağı” değildir, elbette. Bir yönü eksik de olsa, sonuçta “dayanışma” bugünkü siyasal iktidarın tercih ve kararları ile ağırlaşan salgının etkilerine ve bu dönemin fırsatçılığı ile hayatın her alanında yoğunlaştırılan saldırılara karşı “hayatta kalmak” için dahi örgütlü olmayı ve mücadeleyi mümkün kılmayı gösterdiği anda gerçek bir dayanışma olacaktır.
[5] TMMOB’nin yönetici kadrolarının en riskli gruba (hem erkek hem 65 yaş üstü olması) girmesi de bu dönemin talihsizliği.
[6] http://disk.org.tr/2020/03/disk-kesk-tmmob-ve-ttbnin-yedi-acil-onlem-metni-imzaya-acildi/
[7] Karanlığı aydınlığa çevir emeğe ses ver! | Açık çağrı: Tüm çalışanlar için sağlık!
[8] Tüm dünyanın benzer bir kriz tartışması içinde bulunduğu bu dönemde çıkış yolunun sosyal reformlarda (sosyal devlet) aranmaya başlandığı görülüyor. Reformistler, revizyonistler bu arayışta başı çekecektir mutlaka. Unutmamak gerekir ki sosyal devletle, sosyalist devlet aynı şey değildir. İşçiçilik ya da sivil toplumculuk, sosyalistlerle aynı işi yapıyor, hatta benzer talepleri dillendiriyor olsa da gittikleri yer birbirinden “180 derece” farklıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.