Gıda yokluğunun ne kadar ağır sonuçları olabileceğini sokağa çıkma yasağı ilanından sonra dehşet içinde yaşadık. Nedenlerine bakmaksızın birçok insanın her şeyin önünde olan aç kalmama tercihi karşısında, üretim ve gıdaya erişim konusunda yapmamız gerekenleri daha bir ciddiyet ve aciliyet içinde ele almalıyız. Küba, sürdürülebilir kent tarımıyla yol gösterici bir deneyim sunuyor
Dünyamız kapitalist barbarlığın yarattığı yeni bir krizle baş etmeye çalışıyor. Sınırsız kâr hırsıyla insanın ve doğanın vahşice sömürülmesine dayalı bu sistemin yarattığı ekonomik, sosyal ve ekolojik krizler canlı yaşamını yok oluşun sınırlarına doğru götürüyor. Yaşadığımız pandemi günleri bugüne kadar görmezden geldiğimiz yok oluşun aslında ne kadar yakınımızda olduğunu öğretti bizlere. Kapitalist egemenliğin salgın karşısında yaşadığı çaresizlik de gösterdi ki insanlığın kurtuluşu insanın ve doğanın ayrılmaz bütünlüğünü hedefleyen yeni bir çabanın içinde gerçekleşecek.
Salgın döneminde bütün dünyada alınan tedbirler bizleri yine çok önemsemediğimiz bir gerçeklikle yüzleştirmek üzere. Üretmeyen, gıda güvencesini başkalarının eline terk eden bütün ülkelerin kaçınamayacağı gıda krizi. Salgın dönemi ve sonrasının en ciddi tehdidi olacak gıda yokluğu. Bu nedenle hem insanları beslemeye devam edebilmek hem de kapitalizmin üretim ve gıda rejimlerine alternatif yaratmak için bugünlerde bir şeyler yapmalıyız. Kriz dönemleri ve sonrası hayatın her anlamda iyi ya da kötü yeniden başka biçimlerde üretildiği kritik karar verme süreçlerini içerir. Gelecek, yaşanan sorunlar ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar karşısında bugün yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla bizim geleceğimiz olacaktır. Ülkemizde yaşanacak bir gıda krizi (açlık) karşısında var olan tarımsal üretim ve gıdaya erişim olanakları dışında çareler yaratmalıyız. Çünkü başta enerji olmak üzere, tarımsal üretimin sürdürülmesi için gerekli bütün girdilerin ve son yıllarda gıda hammaddelerinin çoğunun ithalatla karşılandığı ülkemizde bu durum çok daha ağır yaşanacaktır. Sınırların kapatıldığı ve bütün ülkelerin kendi halkını beslemek önceliğini taşıdığı bir dönemde gıda en çok sakınılacak ticari meta olacaktır. Ve biz ithal edememe riski altında ülkede ne kadar gıda stoku olduğunu da bilmeden, hastalık tehdidi altında nasıl gerçekleşeceğini bilemediğimiz yeni bir üretim dönemine girdik.
Gıda yokluğunun ne kadar ağır sonuçları olabileceğini sokağa çıkma yasağı ilanından sonra dehşet içinde yaşadık. Faşizmin baskı ve şiddet uygulamaları yanında bilerek yarattığı panik ve korku ortamının nasıl bir sağlık ve güvenlik sorununa neden olabileceğini öngörmediğimiz bir biçimde öğrendik. Nedenlerine bakmaksızın birçok insanın her şeyin önünde olan aç kalmama tercihi karşısında, üretim ve gıdaya erişim konusunda yapmamız gerekenleri daha bir ciddiyet ve aciliyet içinde ele almalıyız.
Bizlere bu karanlık günlerde umut ve ilham vereceğini düşündüğüm ve yaşanacak gıda krizi ve sonrasına taşınacak bir üretim tercihine bu işin en iyisini gerçekleştirmiş Küba deneyimi üzerinden bakmak istiyorum.
Sinan Kunt’un “Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı” kitabının Türkçesi, Cengiz Yücel’in çevirisiyle Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlandı. Bu konuda önemli bir kaynak olan kitaptan uzun bir alıntıyla başlayalım:
Sovyetler Birliği ve ittifaklarının oluşturduğu bir ekonomik birlik halindeki Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’nin (COMECON) üyesi olan Küba’da gıda üretim sistemi büyük oranda Sovyet tarzı endüstriyel devlet çiftliklerine dayanıyordu. 1960’lardan neredeyse 1990’a kadar olan dönemde, şekere dayalı tek ürün üzerinde temellenen Küba tarımı, ağırlıklı şekilde COMECON üyesi ticaret ortaklarına ihracatı hedefliyordu. Bunun karşılığında Sovyetler Birliği’nden cömert bir ekonomik destek, petrol ve üretimi adada yapılamayan işlenmiş ürünler elde ediyordu.
Küba aşırı derecede ithalat bağımlısıydı ve bundan dolayı da gıda arzında kesintilere yetersizliklere karşı çok savunmasızdı. 1986 yılında Küba ağırlığı COMECON’dan olmak üzere halkının tükettiği kalorinin yüzde 54’ünü ve proteinin de yüzde 61’ini ithal ediyordu. Adadaki yerel gıda arzı üretiminin de nerdeyse tamamen petrol ve türevleri ile tarımsal makine ithalatına dayalı olması bu sorunun daha da karmaşık hale getiriyordu.
Küba, Sovyetler Birliği ve onun liderliğindeki Karşılıklı Ekonomik Dayanışma Konseyi’nin (COMEKON) 1990’ların başlarında dağılması sonucunda ithalat yeteneklerini tamamen kaybetmiş ve yaşamsal bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Petrol, gübre, tarım ilaçlar ve makine teçhizat ithalatı imkânsız hale gelmiş ve ülkenin bu girdilere bağımlı yüksek oranda endüstrileşmiş tarım sektörü sadece birkaç yıl içinde felç olmuş, üretkenliğini yitirmişti. Bu durum ABD ambargosunun etkilerini daha da yakıcı hale getirmişti.
Bunun üzerine ülke, kentsel alanların içinde ya da civarında eko-tarımsal yöntemlerle gıda üretimi yapmak ve ihracat odaklı üretim yerine iç tüketime yönelik ürün yetiştirmek üzere tarım sektörünü benzersiz bir şekilde yeniden örgütlemek zorunda kalmıştır. Çok ciddi bir gıda kriziyle karşı karşıya kalan Küba devleti tarımsal sistemini temelli ve büsbütün bir şekilde kentsel tarıma dönüştürmeye girişti ve mütevazi bir başlangıç yapmasına rağmen çok k��sa sürede çok sağlam ve dikkat çekici bir başarı sağladı. Bu tarihsel ve coğrafi ortam olmasaydı, 1990’lardaki kriz belki de hiç gerçekleşmeyecek ve gerçekleşmiş olsa bile Küba’nın krize olan tepkileri büyük oranda farklı olabilecekti. İki klasikleşmiş kavram bu tartışmada temel rol oynamaktadır. Birincisi bireylerin uygun ve yeterli miktardaki gıda arzına kolayca erişimi (FAO 2006) anlamına gelen gıda güvenliği kavramıdır. İkincisi ise gıda güvenliğinin mümkün olduğunca yerelde yetişen gıdaya bağlı olduğu; üretimdeki girdilerin ve yöntem bilgisinin yerel olarak elde edildiği; sürdürülebilir ve ekolojik tarımsal uygulamalarla icra edilen ve onları üreten çiftçilerin üretimi demokratik bir şekilde kontrol edebildikleri bir tarımsal üretime işaret eden gıda bağımsızlığı kavramıdır.”
Küba’nın karanlık bir tarihsel dönüşüm sürecinde yeni bir umut olarak başlattığı kentsel tarım uygulamaları ülkenin devam eden sosyalizm yolcuğunda en önemli dayanaklarından olmuştur. Bu konuda yapabileceklerimizi, Küba’nın çabalarının sosyalizme ilişkin kazanımlarla birlikte başarıya ulaştığını unutmadan tartışmalıyız.
Sanayileşme ve kırdan kente artan göç ile birlikte, kent içi arazilerin değerlerinin artması ve tarımın ekonomik olarak düşük gelir sağlaması, kent arazilerinin ekonomik getirisi daha fazla olan faaliyetlere tahsis edilmesine sebep olmuştur.
Tarımsal araziler kentlerden uzaklaştıkça, kent merkezlerinde yaşayanların sağlıklı, ucuz ve taze besinlere erişimi zorlaşmaktadır. Kentlerde yaşanan hızlı nüfus artışının getirmiş olduğu baskı tarım alanlarının azalmasını hızlandırmış, kent yoksulluğunun artmasının ve gıda güvencesinin ortadan kalkmasının önemli bir nedeni olmuştur.
Tarımsal politikaların küresel pazarların ihtiyaçları doğrultusunda uğradığı değişimler tarım ve kentsel politika arasındaki ilişki tamamen ortadan kaldırmıştır. Şehirlerin gıda kaynaklarından uzaklaşması bugün gıdayla ilgili yaşanan pek çok sorunun kaynağıdır. Bu sorunların en önemlileri şöyle sıralanabilir:
– Endüstriyel gıda üretimine artan bağımlılık,
– Doğal çevreye verilen zararların artması,
– Tarımsal ürünlerin düşük besin kalitesi,
– Gıda taşımacılığında kat edilen uzun mesafelerden dolayı yüksek oranda enerji tüketimi,
– Üretimin pahalılaşması.
“Kentsel tarım; kent içinde ve kent çeperlerinde yapılan tarımsal faaliyetleri, kentlerin merkezi alanlarında gıda ve diğer ürünlerin üretim, dağıtım ve pazarlanmasını kapsamaktadır.”
Kentsel tarımın önemli özelliklerinden biri de sürdürülebilir ve doğal uygulamalara dayanmasıdır.
Kentsel tarım toplumsal gıda sisteminin bir parçası olarak örgütlendiğinde kırsal alanlar ile kentsel alanların bütünleşmesinde önemli bir olanak yaratmaktadır. Bu açıdan kentsel tarım, yerel gıdanın yeniden ayağa kaldırılması girişimlerini desteklemekte, gıda, kültür ve mekân arasındaki ilişkileri yeniden canlandırmaktadır. Kentsel tarım ayrıca yaşanan mekânın ekonomik, toplumsal ve ekolojik yeniden yapılandırılmasının olanaklarını sağlamaktadır.
– Hane ekonomisine katkı sağlar, kentte yaşayan yoksullara gelir olanağını yaratır.
– Kullanım dışı kalmış ve özellikle kirlenmiş arazilerin üzerinde tarım yapılarak korunması, arazilerin kentsel mekân olarak yeniden geri kazanılmasını sağlamakta ve artan bitki örtüsü sayesinde hava kirliliğini azaltmaktadır.
– Mahalleli için ortak üretim yapma alanları sağlayarak sosyal ilişkilerin yeniden düzenlenmesine hizmet eder.
– Ortak üretim alanları aynı zamanda çocuklar, yaşlılar ve engelli bireyler için eğitsel-psikolojik avantajlar sağlar.
– Gıdayı yetiştiği yerde tüketerek iklim değişikliği etkilerini azaltır, atık suların ve katı atıkların yeniden dönüştürülmesiyle çevrenin korunmasına yardımcı olur.
– Sağlıklı, taze ve ucuz gıdaya erişimi kolaylaştırır, sağlıklı gıda seçeneklerini arttırır, temel gıda ürünlerine erişimi kolaylaştırır. Tarımsal üretimde endüstriyel girdilere olan bağımlılığı azaltır.
– Biyolojik çeşitliliğin korunmasına katkı sağlar.
Gıdanın üretilmesi, hasadı, işlenmesi, paketlenmesi, dağıtımı, pazarlanması, tüketilmesi ve atığa dönüşmesi, belirli bir coğrafi alanda çevresel, ekonomik, toplumsal ve beslenme sağlığı ile ilgili faydayla bütünleştiğinde ortaya alternatif bir gıda sistemi çıkmış olacaktır.
Kentsel tarımın başarıya ulaşması, arazi kullanım hakkı, toprak, su, işçilik, işletme fonları, finansal ve teknik destek, tarımsal bilgi ve tecrübe, işleme ve taşıma altyapısı, dağıtım kanalları, tüketici talebi, uygun pazarlar gerektirir.
Bütün bu olanakların yaratılması için yerel yönetimlerin sorumluluk alması, yerel kaynakların kentsel tarıma kaydırılması, yerelde kurumsallaşmanın sağlanması ve belediye bütçelerinden kentsel tarım yapılabilmesi için kaynak aktarılması gerekmektedir.
Kamusal haklarımızın ve olanaklarımızın sermaye lehine gasp edildiği kentlerimizde kamu çıkarını gözeten politikaların öncelikli olması bu sorumluluğun yerine getirilmesinin zorunlu koşuludur.
-Kentsel tarım belediyelerin kent planlarında yer almalıdır. Tarımsal alanlarla ilgili kurallar ve yöntemler belirlenmeli, kentsel tarıma uygun araziler için gerekli mülkiyet düzenlemeleri yapılmalıdır.
– Kentlerin tarımsal üretim için sahip olduğu olanakların değerlendirilmesi ve halkın bilgilendirilmesi amacıyla belediyeler de Tarım ve Gıda birimleri kurulmalıdır.
– Mevcut üretim alanları ile işbirliği oluşturulması, yeni üretim alanlarının organize edilmesi, kentsel alanda üretilmiş gıdaların pazarlanması konusunda kolaylaştırıcı programlar uygulamalıdır.
Kent tarımı için yaratılacak bu olanaklar neoliberal dayatmalar karşısında alternatif bir tarımsal üretim ve gıda güvencesi anlayışının ortaya çıkmasını sağlayacak, sağlıklı kentler ve güvenli gelecek umudumuzu büyütecektir.
Hemen şimdi bu konuda yapabileceklerimizi ortaya koymak kaçınılmaz gıda krizi karşısında çaresizliğimizi azaltacaktır. Belediyeler de bilmelidir ki üretim olmazsa dağıtılacak gıda da olmayacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.