Büyük yıkımlar cereyan ederken canlanmış veya (bugün olduğu gibi) harekete geçme imkanları muazzam ölçüde genişlemiş devasa yığınların enerjisi, kapitalist devletin kağıttan duvarlarına kendiliğinden çarpabilir. Fakat karanlıkta gökteki yıldızlardan farksız olan öncü işçilerin (dikkat aydınlar değil!) rehberliği yoksa, devletin kağıttan duvarları yıkılsa da bir süre sonra zindan duvarları gibi yeniden yükselebilir
Koranavirüsünün yol açtığı yıkım, dünya çapında, sosyal mücadelelerin yükselmesine yol açabilir mi? Böylece yine dünya ölçeğinde, ulus ölçeğini aşan bir anti-kapitalist mücadelenin genişlemesi de mümkün olabilir mi?
Neden olmasın?
Dünya ölçeğinde tarihi bakımdan iktisadi ve sosyal koşullar aniden, şiddetli veya keskin biçimde değişmesiydi, insanlık ileriye gidemez, tarihi bakımdan yeni bir evreye geçip iktisadi düzene (uygarlık biçimlerine) kavuşamazdı.
İktisadi veya siyasi krizler, savaşlar, işgaller, muazzam göç dalgaları ve nihayet salgın hastalıklar olmasaydı, mevcut, yerleşik, eski ilişki biçimleri hızla, şiddetli bir nitelik değişimine zorlanabilir miydi acaba? Bu türden krizler olmasaydı, “donmuş çelişkiler” birikmiş, düğüm üstüne düğüm olmuş, halde kalmaz mıydı?
Böylece eskiden öngörülemeyen, hatta hayal bile edilemeyen, yeni sınıf ilişkileri, yeni düşünceler, yeni bakış açıları ortaya çıkabilir miydi?
Mesela şu kısa korona salgını sırasında kitlelerin gözünde kapitalizmin yaldızlarının pul pul dökülmesi çok büyük bir imkan sağlamadı mı?
Ulus çapında değil, dünya çapında yeni bir düzenin zorunluluğuna dair, hayaller kitlelerin zihinlerinde uyanmamış mıdır? Başka bir ifadeyle insanların mahalli bir alana (milliyetçilik eksenine) sıkışmış bakış açıları dünya ölçeğine (enternasyonalci bir eksene) açılmamış mıdır?
Sonra uygarlığın olağanüstü gelişmiş üretici güçlerinin (tıp araştırmasına yatırılan olağanüstü sermaye ve dünya çapında en gelişmiş işgücü arasında hekimler, kimyacılar, biyolog vb’nin olması) uluslar arasındaki bölünme ve sosyal ihtiyaçlara uygun olmayan (devlet yapılanmasının) sağlık sisteminin var olması nedeniyle çarçur edilmekte olduğu gözler önüne serilmiyor mu?
Başka… Mesela muhtemelen salgın hastalık koşullarını hazırlayan çevre felaketiyle mücadele etmenin mahalli bir mesele olmadığı, dünya ekseninde bir düşünüşe ve eyleme muhtaç olduğu gerçeği somut ama sivri biçimde ortaya çıkmadı mı?
Şu da var… Kapitalizmde iktisadi sosyal ve salgın hastalık krizlerinin neden hep aşırı sarsıntılı, büyük yıkımlara yol açtığının sorgulanması için büyük bir imkan doğmadı mı?
Kitlelerin yerleşik, sabit, uysal ve itaatkar düşüncelerinin milim değişmesi bile uluslararası işçi sınıfı mücadelesine yansıyacak, ve işçi sınıfının uluslar biçiminde bölünmesinin yol açtığı çelişkiler (Bu çelişkiden neşet eden gericiliğin yükselme ihtimalini göz önünde tutsak bile) azalmayacak mıdır? Eğer azalacaksa bu ne büyük bir imkandır!
Ne kadar keskinleşirse keskinleşsin çelişkilerin, kapitalizmin en gelişmiş, muazzam örgütü olan devletin sert, baskıcı, otoriter duvarlarına çarparak, mantıki sonuçlarına varamaması da ihtimal dahilinde değil midir? Pekala öyledir.
Hatta daha ileri gidelim, yığınlar hele hele krizin en ağır koşullarına mahkum olanları, kapitalist devletin himmetine sığınıp, onu yüceltmenin sosyal tabanını (faşizm, askeri diktatörlük vb gibi devlet biçimleri) bile oluşturabilir. Bunun işaretleri hemen her ülkede yok değildir. Bu ihtimali atlıyor değilim.
Sonra kapitalist devletin daha “sosyalleşmesini” yani güya “sosyal devleti” ihya etmesini talep eden kadim sosyal demokrat talepler de pek revaçta. Maalesef bilhassa bizim sendikaların hemen hepsi yetmemiş gibi meslek örgütleri ve sol siyasetin bazıları bile sosyal devletin ihya edilmesini talep ediyorlar. Ne mi oluyor bu taleple? Kapitalist devletin meşruiyetine müthiş bir katkı yapıyorlar.
Ki dağarcıklarının bu kadar dar ve eskimiş olmasına şaşırmamakla birlikte hayıflanmadan da edemiyorum. Böyle yapsalar bile virüs salgının sonunda kapitalizmin aşılmasına dair duvarlarda yönettikleri işçi tabanı tarafından gedikler açıldığını kaçınılmaz biçimde göreceklerdir.
Geçerken belirtelim ki kitlelerin basıncı altında, kapitalist devletin “sosyalleşmesi” hiç de fena olmaz. Egemen sınıfları geriletir, sömürünün yavaşlamasına yol açmazsa da milli gelirin kitleler lehine yeniden dağıtılması gibi “hayırlı” bir işe vesile olur ki sonuçta anti-kapitalist mücadelenin temel ilkelerinden biri olan (Marks’ın pek önemsediği) “Yığınların hayat koşullarının iyileştirilmesi” talebi bir ölçüde yerine getirilmiş olur.
Fakat anti-kapitalist mücadele imkanlarını sosyal devlet talebinin içine hapsetmek başka şeydir, anti-kapitalist mücadelenin kapitalist devleti tavize zorlayıp, “sosyal imkanlar” sağlaması başka şey.
Şimdi başka bir sosyalleşmenin imkanlarını genişletmek pekala mümkün gibi görünüyor. Mesela sağlık organizasyonunun, kitlesel üretimin ve hatta tüketim malları (tedariki ve) dağıtımının sosyalleşmesi. Talepleri bu sosyalleşme yönünde geliştirmeye, ihtiyacımız var.
Büyük yıkımlar cereyan ederken canlanmış veya (bugün olduğu gibi) harekete geçme imkanları muazzam ölçüde genişlemiş devasa yığınların enerjisi, kapitalist devletin kağıttan duvarlarına kendiliğinden çarpabilir. Fakat karanlıkta gökteki yıldızlardan farksız olan öncü işçilerin (dikkat aydınlar değil!) rehberliği yoksa, devletin kağıttan duvarları yıkılsa da bir süre sonra zindan duvarları gibi yeniden yükselebilir.
Kitlelerin kendiliğinden hareketi kapitalist devleti sarsabilir, onun hisarlarında çok büyük gedikler açar, açacaktır. (Rosa Lüksemburg) Ve kendiliğinden eylemler bile tarihi bakımdan geçmişin yığınsal olaylarının (devrim) izinde ilerleyebilir, ilerleyecektir. (Walter Benjamin) Ve eğer öncüleri ve siyasal örgütü yoksa her ikisini de yaratıcı biçimde yeniden-oluşturup muazzam bir örgütlenmeye dönüşerek yeni bir veçhe de kazanabilir.
Uygarlığın vardığı noktada kısıtlanmış üretici güçlerin (sağlık endüstrisi, ve buna içkin tıbbi bilgi) bir nebze bile serbest bırakılmasıyla (ki bu şimdiden başlamıştır) öldürücü virüs ortadan kaldırılması çok daha kısa sürede mümkün olabilir. Bu bir aşı yardımıyla olabilir, insanın bağışıklık sisteminin ani bir karşı koyuşu ile olabilir.
Mikrobun ortadan kaldırılması, diyalektik bakımdan tanımlarsak virüsün kendisini reddetmesinden (inkar etmesi) başka bir şey değildir. Yani insanoğlunun bağışıklık sistemi bu tahrip edici virüsü içermiş olarak onu etkisiz kılacaktır. (Yok edecektir).
Aynı şekilde virüs, sosyal bakımdan da kendini reddedecektir. Yani kitlelerin bilincinde bir salgın hastalık gibi görünmekten çıkıp, kapitalizmin kaçınılmaz ürünü gibi görünecek, kitlelerin virüsü sosyal bakımdan yok etmesi, yani kapitalizme karşı hareketine yol açıp, devrimci (!) bir işlev görecektir.
Hiç şüphesiz bu hat lineer, geriye dönüşsüz, bir hat değildir.
Diyalektik hele önce şu iş, sonra başka işin halledilmesi (çatışması) diye lineer (doğrusal) bir hattı vaz’etmez. Tersine sarsıntılı inişli çıkış karmaşık yolların sentezini ortaya koyar. Sentezin toplumsal olması sınıf mücadelesinin eseri olacaktır.
“Devrimci virüs”, kapitalizmin üzerinde bir hayalet gibi dolaşmaya başlamıştır…
Not: Arkaik ve komplocu düşüncelerin konforu içinde gelmekte olanı göremeyenlerin üzerinde de…
href=”/2020/04/dosya-korona-analiz-ceviri-ozel-haber-582945/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.