Emperyalistler bu krizi hemen korona krizi diye adlandırdılar, kendi krizlerinin sorumluluğunu salgına yüklediler. Halbuki salgın zaten onların sorumlu olduğu bir şeydi, önlenebilirdi, önlemediler
Koronavirüs salgını konusunda emperyalist hükümetlerin belli başlı iki politikası var. Birincisi salgını sürü bağışıklığı politikası ile yönetmek. Bunu açıkça söyleyen ilk kapitalist lider Boris Johnson’du ve ilerleyen günlerde gelen tepkiler üzerine geri adım atar gibi göründü ama fiiliyatta İngiltere’de ve bir iki istisnası ile emperyalist kampta uygulanan politika, temel olarak sürü bağışıklığı. Yani virüs herkese yayılır, bu zamana kadar bir önlem alınmaz, risk grupları (yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar) korumaya alınır, sonuçta binlerce kişi ölür. Ancak virüs kapıp hastalanmayanlar belli bir bağışıklık kazanır. Aslında İngiltere, ABD gibi ülkelerde geçmiş grip salgınları tam da bu yöntemle yönetiliyordu. ABD’de geçen yıl gripten ölenlerin sayısının 60 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. İngiltere’de de her yıl binlerce insan bu şekilde hayatını kaybediyor. Sadece iki yıl önce 17 bin civarında insan öldü. Yani sürü bağışıklığı yöntemi on-yıllardır kullanılıyordu. Tabii bu yöntem sonucu ölen hastaların yoksul işçi sınıfından olduklarını söylememe gerek yok tabii. İngiltere’de kuzeydeki işçilerle toplumun en zengininin yaşam uzunluğu arasında 20 yıldan fazla bir süre var. Onbinlerce yoksul, sağlık sorunları olan yaşlı emekçi, çalışma yeteneklerini yitirdikleri için bu yöntemle sosyal temizliğe tabii tutuluyordu.
Avrupa’da şu ana kadar koronavirüs yüzünden 40 binden fazla kişinin ölme sebebi işte bu sürü bağışıklığı yöntemi. Ölüm sayısı her gün binlerce artıyor. Sonuçta kaç kişinin öleceği henüz bilinmiyor ama sadece ABD de en az 100 bin kişinin hayatını kaybedeceği konuşuluyor. Trump 200 bin kişinin ölebileceğini itiraf etmek durumunda kaldı. Avrupa genelinde de hayatını kaybedenlerin sayısı yüzbinlerce olacak. Şimdiden Hollanda, Belçika gibi küçük Avrupa ülkelerinde bile binlerce kişi hayatını kaybetmiş durumda ve daha hasta sayısı eğrileri düzleşmedi bile. (Sadece İtalya ve İspanya’da onbinlerce kişi hayatını kaybettikten sonra düzleşme emareleri belirdi o kadar.) Salgına sürü bağışıklığı yöntemi ile müdahalenin sebebi bilimsel değil, politiktir.[1]
Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konudaki tavsiyesi yoğun testler yapılması ve kontakt kontrolü (contact tracing) denen yöntem. Bu durum, mesela salgın çok daha önce başladığı halde Güney Kore, Çin ya da Vietnam gibi ülkelerde neden hem virüs kapanların sayısının hem de ölenlerin çok daha az olduğunu açıklıyor. Avrupa’da 40 bin civarında insan öldü şu ana kadar ve bu sayı her gün binlerce artıyor. Güney Kore’de ise salgın hızla kontrol altına alındı; şu anki kayıp sayısı sadece toplam 183 kişi. Güney Kore’de insanlar evlerine kapatılmadı, buna rağmen günlük virüs kapan sayısı mayıs ayı başında 800’lerden hızla şu an 90’lara düşmüş durumda. Ölen sayısı ise günde 2-3 kişiye kadar azalmış durumda. Güney Kore’nin başarısı tüm şüphelileri teste tabi tutmasından, eğer pozitif çıkarsa hastanın tüm kontaklarını da kontrol altına almasından, hasta çıkanların başarılı şekilde izole edilmesinden kaynaklanıyor. Tabii buna kamuoyunun hijyen, sosyal mesafe vb. konularda eğitilip salgının yayılmasını engellemeye çalışmak da yardımcı oluyor.
Vietnam çok daha başarılı bu konuda. Yüz milyonluk bu Asya ülkesi, korona salgınında tüm Avrupa ülkelerinden çok daha fazla dezavantajlı durumda idi. Birincisi, Çin’e komşu bir ülke ve oldukça fazla sayıda Vietnamlı Wuhan’da işçi olarak çalışıyor. Bu yüzden Vietnam’da ilk vakalar Wuhan’dan dönen işçilerde görüldü. Vietnam hızla bu işçileri ve çevresini testlerle kontrol altına aldı. Şu ana kadar Vietnam’da görülen vaka sayısı 255, ölüm sayısı ise sıfır. Vietnam’da günlük vaka sayısı son günlerde onun altında. 6 Mart günü Avrupa’dan gelen bir kişide virüs görülmüştü. Vietnam sağlık görevlileri, sadece onu değil ama uçaktaki diğer yolcuları, hastanın görüştüğü herkesi kontrol altına aldı ve test yaptılar. Kontrolleri ve testleri, pozitif çıkanların çevresine genişlettiler. Vietnam tüm vakalarda aynı politikayı uyguluyor, şüphelilere test yapıyor, onların tüm kontaklarını kontrol altına alıyor. Bu politikanın sonucu Vietnam’da sokağa çıkış yasağı uygulanmamasına rağmen salgın kontrol altında. Ölüm sayısı ise şimdilik sıfır. Vietnam’da sokağa çıkma yasağının tek istisnası, Malezya’da bir tarikat camisinde virüs kapan Müslüman bir Vietnamlının ilçesi. Bu kişi geldiğinde camisine gidip orda bazılarına da bulaştırınca yöneticiler bölgede sokağa çıkma yasağı uygulamışlar. Yani sokağa çıkma ve diğer önlemler ancak yoğun test ve kontak kontrolü politikası ile uygulanırsa bir işe yarıyor.
Aynı yöntem Küba’da da oldukça başarılı. Küba’da turizm oldukça yaygın ve bu durum Küba gibi ülkeleri salgına açık hale getiriyor. Küba ve Türkiye’de salgın aynı zamanlarda başladı. Türkiye’de ilk hasta martın 11’inde, Küba’da ise martın 13’ünde tespit edildi. Türkiye de şu an enfekte sayısı 38 bini aşmışken, Küba’da bu rakam 450’lerde. Üstelik Küba geliştirdiği ilaçlarla da salgına karşı mücadeleye büyük katkılar sağladı. Kübalı doktorlar bilgi ve tecrübeleri ile İtalya başta olmak üzere birçok ülkeye yardım ediyor.
Çin de aynı yöntemle salgını kontrol altına almayı başarabildi. Salgın başladığında Çin’in bundan haberi yoktu, başta olayı sıradan bir grip gibi ele almıştı ve virüsün yeni olduğu anlaşıldığında Wuhan kentinde salgın oldukça yayılmıştı. Çin Önce Wuhan’da sonra çevresinde sıkı önlemler aldı, ama bu önlemler yoğun test ve kontakların bulunup kontrol altına alınması yöntemi ile atbaşı gitti. Bu arada kamuoyu hijyen ve daha sağlıklı hareket etmesi konusunda eğitildi ve Çin 4 hafta gibi bir sürede ve sadece Wuhan ve çevresinde sokağa çıkma yasağı uygulayarak salgını kontrol altına aldı, Şubat sonunda salgın oldukça yavaşlamıştı, şu an ise tüm vakalar yurtdışından gelenler kaynaklı. Salgının geç fark edilmesinden dolayı 3 binden fazla insan öldü ama bu yine de ABD ve Avrupa’ya nazaran çok çok düşük bir rakam. Unutmayın Çin’in nüfusu Avrupa ya da ABD’nin dört katı civarında. İşin boyutu anlaşıldığında salgın Çin’in tüm eyaletlerine yayılmıştı ama Çin diğer eyaletlerde sokağa çıkma uygulaması yapmadan hepsinde kontrol sağlamayı başardı. Wuhan’ın başkent olduğu Huwei eyaleti dışındaki eyaletlerde hasta olmasına rağmen ölüm sayısı ya sıfır ya da ondan az. Ve günlerdir yeni vaka yok denecek kadar az. Çin’deki yeni vakaları şimdilik büyük çoğunlukla yurtdışından gelenler oluşturuyor.
Bir yanda birkaç kişinin, diğer yanda onbinlerce hatta yüzbinlerce kişinin ölümü. Üstelik Vietnam, Küba vb. ülkelerin yaptıkları masraflar çok daha düşük. ABD ya da Avrupa devletleri ilk hastalar ortaya çıktığında, başta sağlık görevlileri ve şüpheliler olmak üzere yoğun testler yapsa, pozitif çıkanların bağlantılarını takip edip onları kontrol altına alsa, bu kadar insan ölmek zorunda kalmazdı. Dahası, gerekli olduğu durumda ilan edilen sokağa çıkma yasağı vb. bir işe yarayabilirdi. Sokağa çıkma yasakları, hijyen konusundaki duyarlıklar vb. test ve kontak takibi olmadığı anda bir işe yaramıyor. Sadece sürü bağışıklığı politikasının gizlenmesine yarıyor.
Salgın, alınan tüm önlemlere rağmen hızla yayılıyor ve tüm emperyalist hükümetler şimdiden halkı suçlamaya başladılar bile. İngiltere’den Türkiye’ye tüm yöneticiler sürekli olarak bu konuda halkı suçluyorlar. Halkın sokağa çıkma ya da sosyal mesafe kurallarına uymadığı için hastalığın yayılmaya devam ettiğini iddia ediyorlar. Bu yalandır. Hastalık, yeterince test yapılmadığı için, kendi doktoruna, hemşiresine bile sağlıklı yüz maskesi sağlayamadığı için, hasta olanlar tespit edilip karantinaya alınmadığı için hızla yayılıyor. Kapitalist devletler kendi sağlıkçılarını bile korumuyor. Bu virüs tam bir sağlıkçı katliamına dönüştü. İngiltere’de yedi sağlıkçı ölmüş durumda. İtalya’da onlarca sağlıkçı hayatını kaybetti. Bu sayı bir hafta kadar önce 25’i doktor olmak üzere 60 tan fazla idi. Türkiye’de ise bazı öğretim üyeleri ve diğer sağlık çalışanları basit yüz maskesi, koruyucu elbise vb. olmadığı için tedavi ettikleri hastalardan virüs kapıp hayatlarını kaybettiler. İngiltere’de bile iki gün öncesine kadar günlük test yapılan sağlıkçı sayısı toplam sayının yüzde biri bile değildi, bunun sonucu tedavi ile sorumlu olan sağlıkçılar hem virüsü kaptılar hem de yakınlarına ve diğer hastalara bulaştırdılar. ABD ve İngiltere’den test yapılmadan, maske ve diğer koruyucu önlemler alınmadan işe zorlanan sağlıkçıların videoları Youtube’da dolmaya başladı. ABD’de bazı sağlıkçılar kendilerini korumak için çöp torbalarını koruyucu elbise gibi üzerlerine giyiyorlar.
Peki emperyalist ülkeler neden böyle davranıyorlar? Neden toplam maddi değeri oldukça düşük olan maske, test, koruyucu elbise vb. için hızla yatırım yapıp bu salgını diğer ülkeler gibi daha başlangıcında durdurmadılar? Birincisi, ölenleri umursamıyorlar. Bu virüsten ölenlerin çoğunluğu yaşlı ve/veya sakat, hasta kişiler. Neoliberal ideolojiye göre bunlar çalışamadığı, bir değer üretemediği için gereksiz insanlardır, ölmeleri burjuvaziyi gereksiz masraftan kurtarır. Zenginler zaten kendisini en iyi hastanelerde tedavi ettirebilir, ölenlerin büyük çoğunluğu çalışmaktan posası çıkmış ve çalışma yeteneği kalmamış yaşlı işçi sınıfı.
İkinci nokta ise, neoliberal mantalite, önleyici hekimliğe karşıdır. Onlara göre insan hasta olur, özel şirketler de bu hasta insanları tedavi eder para kazanır. Önleyici hekimlikte kâr yoktur. Vietnam’ı düşünün; COVID-19 vaka sayısı 200’den biraz fazla, kimi tedavi edip para kazanacak özel hastaneler? İlaç şirketleri kime ilaç satacak? Bir de ABD’deki 300 bin hastaya bakın! Bu sayı hızla artıyor, milyonu geçeceği konuşuluyor. Hastane bakımı, ilaçları vb. ile ne büyük bir sağlık pastası! Gazeteler ABD de özel hastanelerin korona tedavisi için binlerce dolar, bazen onbinlerce dolar ücret istediğini yazıyor. Bu yüzden gerek sosyalist ülkeler gerekse sağlığın devlet kontrolünde olduğu ülkeler önleyici hekimliğe ağırlık verirler. Sağlık sistemlerini özelleştirmeye çalışan neoliberal hükümetler, önleyici sağlık kuruluşlarını ya kapatmışlar ya da oldukça küçültmüşlerdi. ABD gibi ülkelerde basit yüz maskeleri ya da basit testler bile olmamasının sebebi bu. Bu virüs neoliberalizmin insanları basit bir gripten bile ne koruma niyetinin ne de kapasitesinin olmadığını gösteriyor.
Başlangıçta tüm batılı liderler bu virüsü küçümsüyor ve sürü bağışıklığı yöntemini öneriyorlardı. Merkel’den Trump’a herkes adını ifade etmese de sürü bağışıklığı yöntemini öneriyordu. Ancak gelen tepkiler üzerine birden çark edip sanki salgını önlemeye çalışıyor gibi görünmeye başladılar. Görünmeye başladılar diyorum, çünkü aldıkları önlemlerin hepsi yarım önlemler ve salgını durdurmuyor. Salgını durdurmanın yolu sokağa çıkma, bazı işyerlerini kapatma, sosyal mesafe uygulama vb. ile beraber tüm şüphelilerin test edilmesi ve pozitif çıkanların sosyal kontaklarının takibi, testi ve pozitif çıkan herkesin karantinaya alınmasıdır. Salgını durdurmaya çalışıyor görünen ülkelerin tek yaptığı, bazı insanların sokağa çıkmasını engellemek, halka sürekli olarak sosyal mesafe, hijyen, evde kalma konusunda çağrılarda bulunmak. Ancak salgını durduracak olan tüm şüphelilerin yaygın olarak test edilmesi, pozitif çıkanların kontaklarının kontrol altına alınması ve pozitif çıkan herkesin karantinaya ve tedaviye alınmasını yapmıyorlar. Birçok hükümetin hasta olan insanlara tek söylediği evden çıkmamaları ve kendileri herkesten izole etmeleri. Testler hastaneye kaldırılacak kadar kötüleşmiş hastalara yapılıyor sadece. Hatta sürekli olarak test yapılması gereken sağlık görevlilerine bile sadece hasta olduklarında test uygulanıyor. Sonuç olarak salgın hız kesmeden hızla yayılıyor ve onbinlerce insan ölüyor.
Bu noktada hükümetlerin tek yaptığı ise salgının yayılması konusunda halkı suçlamak. İngiliz hükümeti daha korona ile uğraşan sağlık memurlarına test yapmıyor, şimdiden yedi sağlıkçı ölmüş durumda, test yapılmayan sağlıkçılar hem kendi yakınlarına hem de diğer hastalara ve meslektaşlarına bu virüsü bulaştırıyor ama sağlık bakanı dün günlük egzersizini yapan halkı suçluyordu.
Yukarda kapitalizmin korona konusundaki birinci politikasının sürü bağışıklığı olduğunu belirtmiştim. İkinci politikası bir felaket olarak bu salgını kullanmak. Felaketler emperyalizm için her zaman tanrının bir lütfudur. Emperyalizm 2008 mali krizinden piyasaya on-trilyonlarca para basmasına rağmen durgunluktan çıkamamış, piyasaya basılan bu paralar ise kapitalizmi bir diğer krize doğru sürüklemeye başlamıştı. IMF ve Dünya Bankası başta, emperyalizmin tüm ekonomik kuruluşları ve kurmayları son iki sene içinde yazılan raporlarında bu krizin geleceğini yazıyorlardı. Birçok rapor bu kriz için 2020 yılını veriyordu. İşte kriz korona salgınının ABD ve Avrupa’yı vurduğu günlerde geldi. Hem de 1929 buhranından çok daha güçlü bir biçimde.
Emperyalistler bu krizi hemen korona krizi diye adlandırdılar, kendi krizlerinin sorumluluğunu salgına yüklediler. Halbuki yukarıda gösterdiğim gibi salgın zaten onların sorumlu olduğu bir şeydi, önlenebilirdi, önlemediler. Ekonomik krizin korona krizi ile bir alakası yok, aslında krizin ilk semptomları salgından önce başlamıştı. AB’de büyüme oranları sıfırın altına düşmüş, dünyanın birçok yerinde faizler ya sıfıra yaklaşmış ya da sıfırın altına düşmüş, petrol fiyatları 30 doların hızla altına inmişti. Birçok firma aşırı borçlar nedeni ile ya batmaya başlamış ya da kurtarma operasyonlarına sahip olmuştu. Salgının tek yaptığı krizin daha da derinleşmesini sağlamak oldu. Ama diğer yandan salgın, emperyalist hükümetlerin kendi ekonomik krizleri için aldıkları tüm önlemleri salgına karşı mücadele adı altında meşrulaştırmasını sağladı. Salgın olmasa büyük tepkilere yol açacak önlemler, salgın sayesinde halk nezdinde meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Emperyalist kriz bir sonraki yazının konusu olsun.
Dipnot:
[1]Bu konuda bakınız: https://thequarantimes.wordpress.com/2020/03/19/herd-immunity-is-epidemiological-neoliberalism/
href=”/2020/04/dosya-korona-analiz-ceviri-ozel-haber-582945/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.