Gramsci, dünya solu ideoloji ve siyaset haritasının neresinde durduğu en çok tartışılan Marksist düşünürler arasındadır. Bunun bir nedeni Korsch, Althusser, Zizek gibilerden farklı olarak parti önderi kimliği taşımasıysa, bir diğeri nedeni de alışılmadık ve sansür dolayısıyla örtük bir dille yazdığı yazılarındaki özgünlük ve derinlik duygusudur
Kısa ömrünün son on yılını faşizmin zindanlarında geçiren Antonio Gramsci, bundan 83 yıl önce 27 Nisan 1937’de hayatını kaybetti.
Gramsci, dünya solu ideoloji ve siyaset haritasının neresinde durduğu en çok tartışılan Marksist düşünürler arasındadır. Bunun bir nedeni Korsch, Althusser, Zizek gibilerden farklı olarak parti önderi kimliği taşımasıysa, bir diğeri nedeni de alışılmadık ve sansür dolayısıyla örtük bir dille yazdığı yazılarındaki özgünlük ve derinlik duygusudur.
Bize göre Gramsci biri İtalyan işçi sınıfı hareketinin görkemli bir yükseliş gösterdiği devrimci yıllar, diğeri ağır koşullar altında mahpusta geçen yenilgi yılları olmak üzere iki aşamada ele alınmalıdır. İlk döneminde işçi sınıfının önderliği altında şiddete dayanan bir devrimle iktidarı almaya ve Mussolini faşizmini geriletmeye çalışan bir komünist önder pozisyonundadır. Hapishane Defterleri’ni yazdığı ikinci dönemindeyse, yenilgi ortamının da koşullamasıyla Marksizm-Leninizm mevzilerinden geriye çekildiği ve felsefi, siyasi, kültürel ve örgütsel yorumlarında neo-Marksizm’e basamak oluşturacak bir Gramscizme yöneldiği söylenebilir.
Antonio Gramsci 1891 yılında İtalya’nın gelişmemiş bölgelerinden biri olan Sardunya’da çok çocuklu ve fakir bir köylü ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Çalışmak zorunda kalınca 11 yaşında okula iki yıl ara verdi. Yüksek notlar alan üstün zekalı bir öğrenciydi, aldığı bursla 1911-14 yılları arasında Torino Üniversitesi’nde filoloji okudu. Yetersiz beslenmesine, sinir yorgunluğu nedeniyle sıkıntılı bir yaşam sürmesine rağmen, sosyal bilimler ve dilbilim alanlarında dersler alarak kendini geliştirdi. İşçi sınıfı hareketinin en güçlü olduğu merkezlerden biri olan Torino’da okul arkadaşı Palmiro Togliatti ile birlikte sosyalist düşünce ve mücadeleyle tanıştı.
1913 yılında katıldığı İtalyan Sosyalist Partisi’nin (İSP) sol kanat önderlerindendi. Sosyalist Parti organı “Grido del Popolo”nun Torino redaktörü oldu. Üniversiteyi bitirdikten sonra parti gazetesi Avanti’de çok okunan yazılar yazdı. Paris Komünü, Fransız ve İtalyan devrimleri, Karl Marx’ın eserleri gibi konularda propaganda konuşmaları yaptı. 1917’de sosyalist partinin Torino bölge sekreteri seçildi. Aynı yıl İtalyan emperyalizmi ve militarizmine karşı 500 kişinin öldüğü beş günlük ayaklanmanın örgütleyicilerindendi. 1919’dan sonra kurucusu olduğu Ordino Nuovo dergisi etrafındaki İSP içindeki devrimci fraksiyona önderlik etti. Lenin, Komünist Enternasyonal’e kabul koşullarıyla ilgili yaptığı bir konuşmada, “İtalya’da yalnız Ordine Nuovo’nun eğilimi Komünist Enternasyonal’e uymaktadır” diye yazdı.
1919 yılında oluşan devrimci durumla birlikte İtalya tarihinde görülmemiş kitlesellikte bir işçi hareketi gelişti. Ekonomik grevlerden siyasi grevlere yönelen çatışmalar büyüyerek güçlü bir devrimci harekete dönüştü. Sendikalara ve İSP’ye katılım müthiş bir hızla arttı. İSP’nin üye sayısı 1918’de 19 binden, 1920’de 216 bine çıktı. 1919 seçimlerinde 156 vekil çıkaran İSP İtalya’nın en güçlü partisiydi. Ancak parti içinde uzlaşmaları reddeden ve yaklaşan faşizm felaketini umursamayan Bordiga, şiddet kullanmaya karşı çıkan Serrati ve “demokratik sosyalist” Turati liderliğinde oluşmuş fraksiyonlar bu gücün etkin kullanımına engel oldular.
Gramsci’nin de içinde bulunduğu Ordine Nuovo, Ekim Devrimi’nden ve Sovyet deneyinden derinden etkilenmişti. 1919’da başlayan grevlerin 1920’den itibaren fabrika işgallerine dönüşmesi üzerine fikir babalığını Gramsci’nin yaptığı fabrika konseyleri hareketi gelişti. Konseyler birçok yerde denetimi ele geçirdi. Gramsci, konseyleri proleter iktidarının embriyonları olarak görüyordu. İşçi Sovyetleri deneyiminden esinlenen hareket İSP’nin genel politikası haline getirilebilse iktidarı elde etme şansı yüksekti. İşçi sınıfı kendi bağımsız öncü partisine sahip olmadığı, İtalyan Sosyalist Partisi’nin (İSP) kararsız ve uzlaşıcı taktiklerine mahkûm bırakıldığı için devrimci durumu devrime dönüştüremedi.
Ordine Nuovo gazetesini çıkaran Gramsci, Torino örgütü adına İSP’yi yenilenmeye, “devrimci Marksizm”in ve III. Enternasyonal’in çizgisini izlemeye çağırdı. Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’ndeki bu bildiriyi destekleyen Lenin de bir an önce reformizmden kopulmasını istiyordu. Gramsci, Bordiga, Togliatti, Tasca ve Terraçini’nin içinde bulunduğu grup, reformist İSP’den ayrıldı ve 1921 Ocağında İtalya Komünist Partisi’ni (İKP) kurdu. Komünist Enternasyonal’e katılmanın 21 koşulunda öngörülen şartları kabul eden İKP, önüne burjuva iktidarını yıkarak işçi ve köylü konseyleri aracılığıyla proletarya diktatörlüğü kurma hedefini koyan devrimci bir partiydi. Lenin, İKP’yi, “Bolşevizm mevzilerine en yakın olan” parti olarak tanımladı.
İlk defa İtalya’da ortaya çıkan faşizm tehlikesine sürekli dikkat çeken Merkez Komite üyesi Gramsci, sol kamuoyunu sıklıkla önü alınamazsa İtalyan sosyalizminin ve demokratik kazanımlarının acımasızca ezileceği konusunda uyardı. Faşizme karşı en tutarlı mücadeleyi işçi sınıfının yürütebileceğini, bu mücadelede hegemon olması ve faşizme karşı İSP ile birleşik cephe kurulması gerektiğini savundu. Parti, grevlerle, gösterilerle, yer yer silahlı eylemlerle faşist çetelerin terörüne karşı direndiyse de başarılı olamadı. Gerek İSP’nin edilgen tutumu gerekse Gramsci’nin bir türlü anlaşamadığı İKP’nin ilk genel sekreteri Bordiga’nın burjuva demokrasisiyle arasında fark görmediği faşizmi hafife alan ve ittifakları reddeden sekterliği yüzünden Mussolini’nin iktidara gelmesinin önüne geçilemedi. Ve 1922 yılında Roma yürüyüşünün ardından, 29 Ekim’de İtalya Kralı III. Emmanuel’in hükümet kurma görevi vermesiyle iktidara geldi.
1922-1923 yıllarında bir buçuk yıl Moskova’da yaşayan ve Lenin’le de görüşen Gramsci, Komintern Yürütme Komitesi delegeliğine getirildi. Burada Rus devrim tarihi çalıştı ve Bolşevizm üzerine bilgilerini derinleştirdi. 1924 yılında faşist hükümet iktidardayken ülkesine döndü ve İKP adayı olarak katıldığı 1924 seçimlerinde 18 yoldaşıyla birlikte parlamentoya girdi. Unita gazetesini kurduktan sonra, aynı yılın ağustos ayında Komünist Enternasyonal’in desteğiyle İKP Genel Sekreterliğine getirildi. Lenin’in, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında şiddetle eleştirdiği Bordiga’nın yerine geçen Gramsci, partiyi sekterlikten uzaklaştırarak Bolşevikleşme ve güçlenme yoluna soktu.
1924 yılında Komünist Enternasyonal’in desteğiyle partinin genel sekreterliğini Bordiga’dan devralan Gramsci, yakalanmadan yedi ay kadar önce 1926’da gizlice gerçekleştirilen partinin Lyon III. Kongresi’nde ortaya konan örgütsel, siyasi, programatik görüşlerle Bolşevikleşmeyi netleştirdi. Gramsci başkanlığında kabul edilen tezler Marksist-Leninist çizginin sağlaması niteliğindedir.
Ordine Nuovo çizgisi ve Lyon tezleri Hapishane Defterleri’nden oldukça farklıdır. Lyon Kongresi’nde sosyalist devrim, işçi-köylü ittifakı, proletaryanın devrimde önderliği, strateji ve taktikler, ayaklanma, partinin rolü, birleşik cephe (vb.) üzerine formüle edilen tezler, Bolşevizmin ilkeleri ve Komünist Enternasyonale katılma koşulları ile uyumludur. Bu tezlerde Leninizm tekelci kapitalizm, emperyalist savaşlar ve proleter devrimler çağının Marksizmi olarak tanımlanmakta, anti-Marksist eğilimlerden arınmış Bolşevik parti modeli savunulmaktadır.
Gramsci parlamento grubu başkanlığı yaptığı iki yıl boyunca iktidardaki faşizmin içyüzünü göstermeye çalıştı. 8 Kasım 1926’da muhalefeti tamamen susturup kendi dışındaki partileri yasaklayan, burjuva demokrasisinin son kalıntılarını da tasfiye ederek totaliter bir aşamaya geçen Mussolini iktidarı, hiçbir delil gösterme gereği duymadan, sınıf kavgasını kışkırttığı ve komploculuk yaptığı uydurma gerekçesiyle Antonio Gramsci’yi tutuklattı. 1928 yılında, Mussolini’nin telkiniyle “Bu beynin çalışmasını yirmi yıl engellemeliyiz” diyen savcının talebi üzerine faşist mahkeme tarafından 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mussolini’nin emriyle konduğu tek kişilik hücrede özel olarak görevlendirilmiş faşist gardiyanlar tarafından sürekli gözetim altında tutuldu ve rahatsız edildi. Uluslararası anti-faşist hareketin, Maksim Gorki, Henri Barbusse, Romain Rolland gibi yazarların kampanyaları karşısında katledilmesi önlendi. Hastalıklı, zayıf bünyeli ve kambur olan Gramsci, tedavi edilmediği ve tek başına hücrede tutulduğu için fiziksel ve ruhsal acılar içinde geçen bir yaşam sürdürdü. Bu koşullarda bütün kısıtlamalara rağmen sayısız kitap okudu, düşündü ve el yazısıyla 2.848 sayfa, kitap sayfasıyla 4.000 sayfa tutan notlarını kaleme aldı. Bütün baskılara göğüs gererek devrim davasına bağlı kaldı, faşistlerden aman dilemedi. Hastalığı ağırlaştığı günlerde Mussolini’ye dilekçe yazarsa bırakılabileceği söylendi. Cevabı şu oldu: “Bana yapılan öneri intihardır. İntihar etmek için içimde en ufak bir istek bile yok.”
Şartlı salıverildikten birkaç gün sonra, 27 Nisan 1937’de Roma’daki bir hastanede 46 yaşında hayata veda etti.
Devam edecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.