Son yıllarda, basında ırkçı beyaz gençlerin aşırı-sağcı eğilimlere doğru çekildikleri ve faşizmle flört ettikleri yazılıyor. Peki bunlar neden mi yoksa sonuç mu?
Barack Obama’nın sözde ırksallık-sonrası başkanlığından sonra liberal alim diye geçinenler kendi vatanlarında ırkçılığın yükseldiğini keşfettiler. Bunlar ırkçılık için duydukları karşıt duygular yüzünden kendilerini hiç bu kadar iyi hissetmeyerek, akıllarınca bunun ilk nedeni olarak Bay Trump’ı tanımlayıp, Trump’ı “parlak bir örnek” olarak gördükleri ABD’yi batırdığı için kınıyorlar. Bu “olağanüstü” cumhuriyetin yerlilerin topraklarını alarak, sakinlerini yok ederek ve bir ölçüde de Afrikalı köle emeğiyle inşa edildiği gerçeği bu kınamalar sırasında yer bulamıyor.
Beyaz ırkçılığa hizmetleri açısından Trump her türlü eleştiriyi hak ediyor. Ama bu konu Cumhuriyetçilerin tekelinde değil. İçlerinde Ku Klux Klan üyesi olan altı senatör ve iki anayasa mahkemesi hâkimi de bulunan yüksek makamlardaki Dixiecrat Demokratları (siyahlara verilecek toplumsal haklara karşıtlıkları yüzünden 1948’de Demokrat Parti’den ayrılanlar) ve Jim Crow geleneğini (siyahları beyazlardan kanun gücüyle ayıranlar) hatırlamakta yarar var. Bir Demokrat olan ve ABD tarihinin en liberal başkanı olabilecek Roosevelt, içlerinde yetimler ve geçmişinde 1/16 kadar Japonluk bulunanlar da dahil olan 120 bin kişiyi zorla yerlerinden ederek toplama kamplarına doldurmuştu.
Maalesef, Trump’ın ırkçılık randımanının Bill “ilk siyah başkan” Clinton gibilerince öncülü var. Clinton, modern Ku Klux Klan’ın (KKK) doğduğu yer olan Taş Dağı’nda (Stone Mountain) çektirdiği fotoğrafta arka plan oluştursunlar diye çoğu siyah olan mahkûmları kullanmıştı. Clinton daha sonra 1994 suç kanunu ile ve “bildiğimiz sosyal yardımları sonlandırma” dediği kanunlarla yola devam etmişti. Eski başkanlar kadar Trump da bunları devam ettirmekte, ama sadece daha kaba, daha açık ve daha korkunç bir şekilde yapmaktadır.
“Özgürler Ülkesi”nde ırkçılık kurumsallaşmıştır. Bu basit bir kişilik hastalığı değildir. Kurumsal ırkçılık güncel siyaseti istila eder, yayar. Trump’ın “Koruma ve Hizmet Verme” kanunu polise saldırıları bir nefret suçu haline getirmiş, katil polisleri de koruma altına alınmış bir sınıf haline koymuştur. Bu iğrenç kanun neredeyse oybirliği sayılabilecek 283’e karşı 35 oy ile geçti. Bunu geçirenler içinde siyah vekillerin örgütü ve iki partiden de katılımı olan Siyah Hayatlar Önemlidir hareketine küfür eden kesim de vardı. Muhakkak ki ırkçılık ABD devlet yapısının DNA’sının tam içindedir.
ABD’nin bu özel kurumsal ırkçı siyaseti sınırlarında bitmiyor. Nerede bir etnik ya da ırksal çatışma olsa, Ortadoğu’da Sünni-Şii ya da Latin Amerika’da yerli-Avrupa soylu çatışması olduğunda ABD hükümetinin yangına benzinle koştuğunu görülür. Geçenlerde ABD destekli darbeden sonra kendini Bolivya’da başkan ilan eden Jeanine Añez sadece hükümetten değil aynı zamanda ülkenin başkentinden de yerlilerin çıkarılmasının zamanı geldiğini ilan etti.
Kurumsal ırkçılık özellikle öldürücüdür çünkü sınıfla hem kesişir hem de sınıf tarafından desteklenir. Polis şiddeti, toplu mahkumiyetler, sosyal yardımlar, kaliteli kamusal eğitim ve benzerlerinin hepsi “siyah konular” olarak ilan edilir ama bunlar sadece emekçi siyahların değil tüm çalışanların sorunudur. Beyaz ırkçılık, bir şekilde Amazon’da çalışan beyaz bir işçinin Jeff Bezos’la ortak çıkarları olduğu hayali yaratılarak, çalışanların ortak çıkarlarının bulandırılmasında kullanılır.
Son yıllara medya ırkçı genç beyazların faşizmle flört de dahil, aşırı sağcı eğilimlere doğru çekildiklerini yazmaktadır. Eğer Amerika’da önemli bir faşist hareket yükselecek olursa, bu yoksul gençler -ki Hillary Clinton onlara “acınacaklar” demişti- bu hareketin temelini oluşturabilir. Ama onlar sebep mi sonuç mu?
Artist bulma şirketleri mükemmel bir sarışın saldırgan faşist karikatürü için Donald Trump’tan daha güzel birini bulamazlardı. Ancak, Trump’da sıkça bulunabilen pejmürde kozmetikler ve sofrada muaşeret kaidelerine uymamak gibi şeyler tek başına onun ırkçı örgüt Aryan Kardeşler’e üyeliğini gerektirmez. Başa geçtiğinden beri üç yıl geçen Trump yönetimi altında ve korkunç tahminlere karşın cumhuriyet hala kaz adımlarıyla faşizme geçmemiştir.
Irkçılık ve dar milliyetçilik tarihsel olarak faşizmle ilişkilendirilmiştir. Ama Trump’ın Müslümanları yasaklaması ne kadar iğrenç olursa olsun, Roosevelt’in Japon kamplarındaki ihaneti yanında solda sıfır kalır.
Faşizm hayaleti beyaz yerlicilikten (nativism) daha fazla bir şeydir. Faşizm, özel bir yönetim biçimi şeklinde bir siyasi şekil alır. Bir yönetim şekli olarak faşizm, “finans kapitalin, emekçi sınıfın meydan okuması karşısında artık eskisi gibi yönetemediği zamanlarda ortaya çıkar” der Greg Godels.
Evet, tıraşlı kafalı, gamalı haç dövmeli, kızgın genç adamlar için Trump’ın Charlottesville yürüyüşü hakkında “bazı çok iyi insanlar” dediği gerçektir. Ama bunlar kenara itilmiş, daha ancak olgunluk çağına gelmiş kişiler olup, yönetici sınıf değildir. Kızgın yoksullar neoliberal siyasetlerin bir ara mamulüdür ve bir faşist hareketin potansiyel üyeleridir. Onlar çıradırlar ama kibrit değildirler. Faşizm tehlikesi yönetici çevrelerden gelir, halk sınıflarından değil.
1930’larda ABD’de, sosyal demokrasinin sulandırılmasıyla oluşan Yeni Anlaşma’ya (New Deal) emeğin de küçük ortak olarak katılması için sermaye militan bir sendikal hareket tarafından zorlanmıştı. Bu Yeni Anlaşma, Jimmy Carter’ın tek dönemlik başkanlığı zamanında artık aşılmıştı. Carter, deregülasyonları ve “küçük devlet” tasarımını işlemeye koyduğunda bu artık devletin sosyal refah işlevinin bittiğine işaret ediyordu. Neoliberalizm dini ise ancak Reagan’ın devrimiyle ayağa kalkabildi. Liberalizmin tabutu Bill Clinton’un Yeni Demokratları ile kapanıyor, halkın çoğunluğunu temsil etse de emek artık bir özel çıkar grubu seviyesine indirgeniyordu.
Nixon’un başkanlığından beri hiçbir büyük liberal kanun geçmemiştir. Bu arada “yeni liberaller” yani neoliberaller sermayenin her iki partisinin de temeli haline geldiler. Neoliberalizmin rotası, çalışan kesimler için artan kemer sıkmalarda, dışarıda ABD hegemonyasının daha saldırgan emperyalist çıkışlarında ve milli güvenlik devletinin derinleşmesinde kanıtlandığı gibi hep bir düşüş göstermekte.
Neoliberalizmin bu düşüş rotası ekonomik gücün yoğunlaşmasına bağlıdır. Giderek yoğunlaşan sermayenin çıkarlarına giderek otoriterleşen bir devlet hizmet eder.
Giderek gücünü kullanan devlet, siyasetçileri satın almak için harcanan inanılmaz paraların ifade özgürlüğü diye korunduğu ve şirketlere insanlara ait anayasal haklar verildiği seçimler şamatasının arka planında görünmez kalır. Halkın neredeyse yarısı oy kullanmazken, ABD dünyada mahkum sayısında ve askeri harcamalarda başta geliyor.
ABD ana akım siyasetinde liberalizmin öldüğü bir veriyse sermayenin sahiplerinin ve onların satın aldığı siyasetçilerin (2016 seçimlerinin maliyeti 6,6 milyar dolardı) “faşist” etiketine dönmeleri için bir neden var mı? İnsanları seçkinlerin yönetimini kabule ve gerçek demokrasiden çok hoşlandıklarına inandırmaya yönlendirilmelerinde “burjuva demokrasisi” etiketi müthiş başarılı olmuştur.
Burjuva demokrasisi altında, seçime katılan adaylar yönetici seçkinlere en iyi kimin hizmet edeceğini ispatlamaya çalışır. Eğer ki sol bu programa meydan okuma gücüne yetişirse ve siyasi gücü ciddi olarak zorlarsa yönetici çevreler faşizmi düşünmeye başlayıp seçim gösterilerinden vazgeçebilir.
Bernie Sanders bir Marksist devrimci değildir ama Yeni Anlaşma’dan kalma ve emperyalizme karşı tutum alan birisidir. Bugünün siyaseti bağlamında neoliberal kemer sıkma politikalarına rahatlatıcı bir meydan okuma sunmaktadır. Şimdilik, kurum şikeli bir seçim süreci (örneğin, süper delegeler gibi), pis kumpaslar (örneğin Elizabeth Warren gibi “ilerici” adaylarla olan tartışmalar gibi), ve Trump’la dört yıl daha yönetilmeyi sözde ilerici birinin ona karşı adaylığına yeğleyen kapıları tutmuş şirket medyası Sanders’i ciddi bir muhalefet yapmaktan uzak utacaklardır.
Ama eğer, diyelim ki, Sanders’ten etkilenmiş Bizim Devrimimiz (Our Revolution) hareketi devrimciliğe dönüşürse ve kazanma şansı olan bir üçüncü parti muhalefeti oluşturursa, yönetici seçkinlerin bir kısmı faşizmi düşünmeye başlayabilir. Sınıf barikatlarının iki tarafında da şimdilik kimse yok. Faşist diktatörlüğü ayakta tutmak pahalı olduğu ve seçkinlerin kendileri de bazı imtiyazlarından vazgeçmek zorunda kalabilecekleri için, faşizmi kurmak birleşik bir sınıf yerine yönetici seçkinlerin sadece bir kısmı tarafından getirilebilir.
Şu anda ise, “f” kartı Sanders oluşumu tarafından sahici bir isyan başlatılabilmesi durumunda, Demokratik Parti’nin kurumsal bağlarından kurtulabilmesi ve Direnişin yardım etme olmaktan çıkması halinde kullanılabilecek uzak bir rezerv olarak elde tutulmaktadır. İşte o zaman mücadele ya sosyalizm ya barbarlık seçimine doğru gidebilir.
Faşizmin önemli bir habercisi milli güvenlik devletinin büyüyen önemidir. Bu ise, DNC (Demokrat Parti’nin ulusal merkez komitesi) Demokratları tarafından faşizmin öncülü olarak değil de demokrasinin koruyucusu olarak görülmektedir. Demokratlar Vatanseverlik Kanununun (Patriot Act: Milli Güvenlik Kanunları) uzatılmasına büyük bir çoğunlukla oy verdiler ve böylece Başkan Trump’a savaş sırasında toplumsal özgürlükleri kısabilmesi yetkisini verdiler. (Gariptir ki, tam da o günlerde partiler arası Trump’ı azletme savaş oyunları bütün vahşetiyle devam etmekteydi.)
Bu arada sola karşı internet bir silah haline getiriliyor. Elizabeth Warren (ilerici olarak geçinen bir Demokrat Parti başkanlık adayı. Çev. Notu) internette büyük teknoloji şirketleriyle el birliği yaparak devletin sansür uygulamasını istiyor. Bu gelişmeler, istihbarat devletinin her yerde bulunan mevcudiyetini geliştiren faşizmin “hazırlık aşamaları“dır.
Cumhuriyetçilere oranla Demokratlar “büyük bir şekilde”, yani 3’e 1 oranında FBI’yı, yani merkezi polis/güvenlik örgütünü, güvenilir buluyorlar. Dişlerini gösteren, nefret dolu Trump yerine eski FBI direktörü Robert Mueller’in neredeyse aziz mertebesinde görüntüleri faşizmin ABD içindeki yüzünün ispatıdır. Ama, en azından şimdilik, “f” kelimesinin kullanılması sadece üreme anlamında kalmaktadır. (Yazar, faşizmin “f” harfiyle İngilizcede küfür kelimesi fuck’ın da aynı “f” harfiyle başlamasına gönderme yapıyor; çevirenin notu).
Makale fotoğrafı: Bill Clinton Georgia’daki Taş Dağında (Stone Mountain) siyahi mahpusların önünde poz veriyor ve suç işlemeye ve suçlulara karşı acımasız davranılması konusunda vaaz veriyor. 3 Mart, 1992. Greg Gibson, AP.
*Roger D. Harris, ABD’deki ilerici ve Kaliforniya’da seçimlere katılma hakkı olan tek sosyalist parti Huzur-Barış ve Özgürlük Partisi’nin (Peace and Freedom) Merkez Komitesi üyesidir.
[mintpressnews.com’daki İngilizce orijinalinden Mehmet Bayram tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.