Koronavirüs: Krizlerin militarizasyonu – Raul Zibechi

Çin, gelecekteki küresel hegemonyanın önemli bir bileşenidir. Bu devletin nüfusa yönelik uygulamaları, seçkinlerin inşa etmek istediği dünyaya ve topluma dönük önemli bir örnek sunmaktadır. Çin’in uyguladığı kontrol biçimleri, kapitalizmin içinde bulunduğu derin ekonomik, sosyal ve politik ayaklanmalar döneminde ezilenleri sistem sınırında tutmak için egemen sınıflar adına son derece yararlıdır

Koronavirüs: Krizlerin militarizasyonu – Raul Zibechi

(Zibechi’nin aşağıda Türkçesini okuyacağınız yazısı La Jornada’da 28 Şubat’ta yayımlandı. Yani salgın yıkıcı sonuçlarını henüz göstermemiş, Çin’in uyguladığı sokağa çıkma yasağının salgın karşısında etkin bir tedbir olduğu görülmemişti. Zibechi’nin yazısında da salgını yer yer küçümseyen ve bu tedbiri önemsiz gösteren vurgulara rastlanıyor. Bu yönüyle bir güncellik sorunu olduğu dikkate alınmalıdır. Öte yandan yazar bu tedbirin uygulanma biçiminin politik yönüne işaret ederek güncelliği kaybolmayacak önemli bir tartışma açıyor. Sendika.Org’un notu)

Neredeyse bir asır önce yaşanan Nazizm ve Stalinizm dönemlerine geri dönüyoruz. Bugünlerde Çin’de koronavirüs bahanesiyle meydana gelen geniş ve yoğun nüfus kontrolü uygulamaları örneklerine bakmalıyız. Nüfusu kilitli ve kalıcı gözetim altında yaşamaya mahkûm eden devasa bir askeri ve sağlık panoptikonu söz konusu.

Çin genelinde, sadece Wuhan şehrinde değil, 60 milyonun yaşadığı Hubei eyaletinde de, günlük yaşamdan alınan görüntüler, karantina uygulamasına, açık havada oluşturulan devasa bir toplama kampı izlenimi veriyor.

Sadece güvenlik ve sağlık personelinin geçtiği ıssız şehirler. Süpermarketlerin, alışveriş merkezlerinin ve konut komplekslerinin girişinde herkesin ateşi ölçülüyor. Karantinada aile üyeleri varsa, sadece bir kişi yiyecek satın almak için iki günde bir dışarı çıkma hakkına sahip.

Bazı şehirlerde maske takmayanlar hapse girebiliyor. Asansör düğmelerine basmak için tek kullanımlık eldiven ve kalem kullanılması teşvik ediliyor. Çin’in şehirleri hayalet şehirlere dönüşmüş durumda. Wuhan’da sokaklarda neredeyse hiç insan yok.

Comune-info portalındaki önemli bir röportajda vurgulandığı gibi, korkunun koronavirüsten daha hızlı dolaştığını görmeli ve inanılanın aksine “insanlık tarihindeki ana katilin yetersiz beslenme” olduğu konusunda ısrarcı olmamız gereklidir.

Enfekte olmuş insanları karantinaya almak tarihsel olarak da olağan bir durumdur. Ancak hiçbir dönemde milyonlarca sağlıklı insan, asla bu şekilde izole edilmemiştir. University College London’daki Küresel Sağlık Enstitüsü’nde hekim ve akademisyen olan Vageesh Jain şu soruyu soruyor: “Böylesine sert bir tepki doğru mu? Bu durumda sağlıklı insanların hakları ne olacak?”

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, koronavirüs ile enfekte olan bir kişi iki kişiyi daha enfekte edebilirken, kızamık hastalığı 12 ila 18 kişiyi enfekte etmektedir. Bu yüzden Jain, Hubei eyaletinde yaşayanların %99’undan fazlasının enfekte olmadığını ve “bölgede sıkışıp kalan nüfusun büyük çoğunluğunun hasta olmadığını ve enfekte olma ihtimallerinin düşük olduğunu” belirtiyor.

Avrupa Siyasi Beklenti Laboratuvarı’nın (LEAP) 142 no’lu bülteni şunları yansıtıyor: Çin, grip salgınından Fransa’da her yıl 3 bin kişinin öldüğünü bilmesine rağmen, 1,2 milyarlık nüfusunda 40 kişinin ölümünden sonra eşi benzeri görülmemiş bir acil eylem planını devreye koydu. 2019’da grip ABD’de 40 bin kişiyi öldürdü. Kızamık her yıl 100 bin kişiyi öldürüyor ve yine grip salgını dünya çapında her yıl yarım milyon insanı öldürüyor.

LEAP, Batı’nın onayına sahip yeni bir sosyal kriz yönetme modeliyle karşı karşıya olduğumuzu savunuyor. İtalya, sadece 16 kişi koronavirüs olduğunda 50 bin nüfusluk 10 kasabayı izole etme yolunu izledi.

Çin, sokaklarındaki 400 milyon kamerayla video gözetimi yoluyla, müthiş gelişmiş bir nüfus kontrol mekanizması uygulamakta. Bu kontrol mekanizması, vatandaşlarının davranışlarını düzenleyen bir “sosyal kredi” puanlama sistemine kadar uzanmakta. Şimdi; bu kontrol, her mahallede “gönüllü” mahalle tugaylarının bölgesel gözetim ağına dahil olmasıyla, katlanarak çoğalmakta.

Burada, sağlık açısından bir tartışmaya değil, bu salgının yönetimini sistem karşıtı hareketlere bırakan bir tartışmaya girmek istiyorum.

Birincisi; Çin, gelecekteki küresel hegemonyanın önemli bir bileşenidir. Bu devletin nüfusa yönelik uygulamaları, seçkinlerin inşa etmek istediği dünyaya ve topluma dönük önemli bir örnek sunmaktadır. Çin’in uyguladığı kontrol biçimleri, kapitalizmin içinde bulunduğu derin ekonomik, sosyal ve politik ayaklanmalar döneminde ezilenleri sistem sınırında tutmak için egemen sınıflar adına son derece yararlıdır.

İkincisi; seçkinler, salgını bir sosyal mühendislik laboratuvarı olarak kullanıyor. Amaçları ise, toplumsal kuşatmayı, mikro ve makro olmak üzere iki ölçekte yürütmek. Bir yandan sinsi ve detaycı bir kontrol yerel düzlemde yürütülürken, diğer yandan da internet sansürü ve video-gözetim gibi araçlarla genel ve yoğun bir kontrol yürütülüyor.

Doğal afetler, tsunamiler ve depremler gibi kritik durumlarda uygulanacak bir deneme ile; ama, hepsinin de ötesinde üst sınıflar için yıkıcı politik krizleri ortaya çıkarabilecek büyük toplumsal ayaklanmaları kışkırtabilecek bir durumla da karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. Kısacası, üst sınıflar egemenliklerine karşı gelişebilecek zorluklar için hazırlık yapıyorlar.

Üçüncü olarak da halkın hala, isyan ve ayaklanmalar karşısında ortaya çıkan askerileştirme ve büyük nüfus kontrolü gibi güçlü mekanizmalarla nasıl başa çıkacaklarını bilmediğini düşünüyorum. Tıpkı Ekvador’da olduğu gibi.

[La Jornada’daki İspanyolca orijinalinden Yener Çıracı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur