Bu türden bir bildiri Cumhuriyet’in tek partili döneminde hazırlanıp ilan edilseydi, bizim liberal solcular için üzerinde zıplanacak ne mükemmel “korporatizmin ve militarizmin” hatta faşizmin örneği olurdu
Sermaye örgütlerinin, odaların yöneticileri ve sendikaların bürokratları, bir araya gelip, hükümetin İdlip harekâtına neredeyse canlarını da ortaya koyacak fedakarlığa hazır olduklarını ilan ederek destek vermişler. (Bakınız, 3 Mart tarihli Milliyetçi Sözcü Gazetesi: “İdlip harekâtına STK’lardan destek”)
Uzun mu uzun, daha önemlisi eleştirilecek hiçbir boşluk bırakmadan, hükümetin duymak istediği her noktanın üzerinde durulduğu bir bildiri ile görevlerini yapmışlar. Görevden kaçmamışlar desek daha doğru olur… Metnin üslubuyla da içeriğiyle de sanki hükümet tarafından hazırlanıp bizim korkak burjuvaların eline tutuşturulmuş gibi görünüyor. Bir bakıma hükümet bildirisi de denebilir.
Şunu da belirteyim ki bu bildiri, pek çok bakımdan arşive kaydedilmeyi hak ediyor. En başta imzalayıcı teşkilatların çeşitliliği ve çokluğu bakımından. Kimler yok ki, veterinerler odası, avukatlar birliği, noterler teşkilatı, kıytırık işadamları dernekleri, ve “özgürlükçü görüşleri ile tanınan” KAGİDER isimli kadın girişimci derneği bile var. Başka? Müteahhitler birliği hatta savaşın maliyetini en iyi bilmesi gereken muhasebeciler (TÜRMOB) teşkilatı. Emekliler derneği bile bildiride kendine yer bulmuş.
Sonra, adını “iş adamları”ndan “iş insanları”na çeviren güzide sermaye örgütümüz TÜSİAD ve her zaman emre, bağış yapmaya ve imza atmaya ve de milliyetçilik nidası atmaya hazır esnaf (TESK) teşkilatımız geliyor. Büyük işçi (ve memur) sendikalarımız dahil mi diye endişelenmeye hiç gerek yok. Bu sendikalarımızın bürokrat oğlu bürokrat yöneticileri, yani sendika (incelense çoğunun işçilik geçmişinin en fazla beş yılı aştığı görülecektir) bürokratları hükümet Kardak Kayalarını fethetmeye gitseydi dahi, hemen emre hazır olduğunu ilk bildirenlerden olurdu. Bu türden bir bildiri Cumhuriyet’in tek partili döneminde hazırlanıp ilan edilseydi, bizim liberal solcular için üzerinde zıplanacak ne mükemmel “korporatizmin ve militarizmin” hatta faşizmin örneği olurdu.
İşçi, patron, küçük üretici ve küçük burjuvazinin (esnaf ve köylüler) iktisadi örgütlerini bir araya getirmek pek da kolay bir iş değil. Bildiriyi ve çıkarları uzlaşmaz teşkilatların bir araya gelmesini AKP baskıcı rejiminin şiddeti ile açıklamak gerekir.
Bilhassa sermaye sınıfı, sermayesinden vazgeçemeyeceği gibi, çıkarlarını koruyup iş başında hangi hükümet olursa olsun, çıkarlarını koruyup kollayan, genişleten, milyonlarca işçiyi baskı altında tutan kapitalist devletinden vazgeçemez. Yeter ki işbaşındaki hükümet kapitalist devletin en önemli iki işlevini yerine getirsin: (servetin) mülkiyetin korunması ve sömürünün sürdürülmesi. Bu hizmetine karşılık fedakârlık edip bildiri hazırlamanın sözü mü olur?
Materyalizm teorisi (yöntemi) keşfedilmemiş olsaydı, bu bildiriye bakarak, siyaseti belirleyenin iktisadi güç ve bu güce bağlı olarak sınıflar olmadığına, kanaat getirebilirdim! Siyasetin ve hatta gitmekte olan aciz bir hükümetin (AKP) iktisadi gücü belirleme, tayin etme gücü olduğuna da inanabilirdim.
Sosyal demokrat reformcular gibi, sermaye sınıfına Suriye’deki harekatın kendi çıkarlarına aykırı olduğunu kanıtlamaya gayret edecek değilim. Öbek oluşturacak kadar kalabalık olamasa da birçok sermaye grubunun, Suriye işinden doğrudan çıkarı olduğu kesindir. Ama en başta bütçe dengesini bozacak, dış ticareti olumsuz etkileyecek, ve bunlara bağlı olarak döviz kuru, enflasyonu yükseltecek, kredi kaynaklarını azaltacak, ve en önemlisi kendi yatırım kararlarının ertelenmesine (belirsizlik) yol açacak bir savaşı, gönülden, büyük bir iştiyakla, hatta sanki geç kalınmış gibi desteklemenin üzerinde durmalıyız.
Bu bildiri burjuvazinin ne kadar korkak olduğunun belgesidir. Ama aynı zamanda sermayenin genel çıkarlarının önünde açık bir engel haline gelmiş, varlığını bu çıkarları da zedeleyerek koruyabilecek, mevcut hükümetin gücünün de göstergesidir.
Ömrünü çoktan tamamlamış, acizlik içindeki bir hükümetin, (baskılan acizliğinin en bariz nedenidir) güçlü görünüyor olması, aynı zamanda sermaye sınıfının kendisini temsil edecek güçlü bir alternatifinin bulunmadığını da gösterir. Sermaye sınıfı, AKP hükümetine can havliyle sarılmış değildir ama alternatifini yaratamamıştır. Üstelik sömürü çarkını gayet etkili bir şekilde döndüren bir hükümeti ömrünü tamamlamış olsa da karşısına almayı göze alamamaktadır. Şu da var, İdlip meselesiyle büyüyen milliyetçi hava sınıf mücadelesini geriletiyorsa varsın devam etsin!
Bildiride Veterinerler Odası’ndan, Barolar Birliği’ne kadar pek çok resmi mesleki kuruluşun imzasının olması, ülkedeki milliyetçi havanın genişlemesiyle ilgili.
Milliyetçi hava, demokratik kazanımların, toplumsal taleplerin üzerine uğursuz bir bulut gibi çöker. Aynı şekilde, sadece patronların değil, devletin de emir kulu olan sendika bürokratları milliyetçi havanının etkisiyle sınıf gerçeğinin üstünü örtecek girişimlerde bulunurlar.
Örgütlü emekçilerin en büyük konfederasyonları Türk-İş, Kamu-Sen, Hak-İş, Memur Sen bürokratları, daha önce olduğu gibi şimdi Suriye’ye askeri harekât için tek bir sınıf vurgusu olmayan bildiriye imza atabiliyorlar.
Oturdukları hakiki deriden, yüksek arkalıklı pahalı makam koltuklarını var eden şeyin bizatihi milyonlarca işçinin varlığı olduğunu bu bürokrat bozuntularına sert biçimde hatırlatacak ve koltuklarını devirecek güçlü bir sınıf mücadelesinden maalesef yoksunuz. Bu yoksunluk, onları daha sıkı biçimde devlete ve hükümete sadık olduklarını ispatlamaya itiyor.
Koltuklarını garantilemek, kişisel çıkar ve mevki elde etmek için (daha önce olduğu gibi) ömrünü çoktan tamamlamış hükümete destek olarak, savaşın en ağır sonuçlarının işçi sınıfında dolaysız olarak yankılanmasına hizmet ediyorlar.
Hiçbir savaş, en ağır darbesini işçi sınıfına ve sınıfın en korunaksız kesimine vurmaktan kaçınamaz. En başta milyonlarca yeni göçmenin, sefil bir halde işçi sınıfı kütlesine işsiz veya düşük ücretli olarak eklenmesiyle sonuçlanır savaş. Sonra mevcut işçi sınıfının ücretlerinde hayat pahalılığı nedeniyle gerileme ve işsizliğin artışı yasası işler. En kötüsü işçinin işçiyle mücadelesinin artması, zaten bölünmüş durumdaki sınıfın yeni eksenlerde (Mezhep, ırk, bölge geçici, düşük ücretli vb) yeniden bölünmesidir.
İşçi sınıfından başka, savaşı doğrudan durduracak sahici bir güç tarihi bakımdan şimdiye kadar icat edilemedi. Tabii bunun için sınıfın devletten, sermayeden bağımsız güçlü örgütlere sahip olması, hatta siyasi bakımdan örgütlenmiş olması ve en önemlisi ayağa kalkması gerekir.
Sendika bürokratlarını ne kadar eleştirsek de, aşağıdan, işçinin bağrından yükselen toplumsal mücadele zayıf olduğu için, işçi sınıfı milliyetçi havanın ağırlığı altında sendika bürokrasisinden razıymış gibi görünecektir.
Suriye harekâtı ömrünü tamamlamış ama alternatifi temayüz etmediği için fiilen işbaşında olan ve üstelik bu nedenle güçlü görünebilen AKP hükümetinin, son büyük (politik) hamlesidir. Eğer dış politika iç politikanın devamı ise (ki öyledir), AKP’nin Suriye politikasının iflas ettiğinin ortaya çıkması, fiilen de hızla sonunu getirecektir ki, o kez yeni koşullar işçi sınıfının kitlesel mücadelesine imkân verebilecektir. Peki ya siyasi örgütlenmesi?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.