Aradan geçen 25 yılda dalgalı saçları grileşmiş, yönetici kisvesi üzerine abartısız oturmuş, İslamcı siyasetin iflas ettiğini vazedenlerin yönlendirdiği yeni burjuva sağ partisi Deva’da, İslamcılığa dair büyük beklentileri olmasa gerek. Ama “yöneticilik mesleğine” dair beklentilerinin büyük olduğunu varsayabiliriz
Ali Babacan’ın önderlik ettiği yeni partinin kurucuları arasında, eski bir kamu işçisi de var. Parti kurucular listesine bakıldığında bu eski kamu işçisinin mesleği bölümünde “yönetici” yazılmış olduğu görülecektir.
Bu eski emekçinin, bir zamanlar işçilik yaptığı ne kadar gerçekse, yöneticilik işini yapmışlığı da o ölçü de gerçektir. Bir zamanların bu kamu fabrikası emekçisi, işçilikten sendika bürokratlığına sıçramış, şube başkanlığı derken genel başkanlık koltuğuna tırmanıp otuz-kırk bin işçinin yöneticisi olmuştur.
Üstelik serveti, devlet bürokrasisi ve sermaye şirketleriyle iyi ilişkileri ve gördüğüm kadarıyla iyi seçilmiş konfeksiyon takım elbisesi, gösterişli gözlük çerçevesi ve ceketine uyumlu kravatıyla, yönetici “mesleğini” de hak etmiştir.
Kapitalist bir iktisadi sistemde yaşıyoruz ve sermaye biriktirmek bu sistemde ne kadar sahici ise, sınıf değiştirmek de o kadar sahici bir olgudur. Kapitalizm öyle bir sistemdir ki bizatihi işçi sınıfının örgütü ve bu örgütte yöneticilik yapmak sınıf değiştirme imkanına bile yol açabilir.
Sağcı sendika bürokratları, parti kurucusu, milletvekili veya başka bir yüksek mevki elde ettiklerinde mesleklerini “yönetici”, başkan, uzman vb. gibi doğru biçimde tanımlarlar. Bu eski işçimiz de gayet tutarlı biçimde kendisini artık erişmiş olduğu bürokrat vasfına uygun olarak “yönetici” olarak tanımlamıştır.
Zaten bu tür bir tanımlama yapmasaydı, eski veya yeni bir işçi olarak, “iktidar olmaya aday” bir partinin kurucusu olması herhalde mümkün olamazdı.
Şu da var ki sınıf mücadelesi (ve bilinç) düzeyinin geri kalmasında işçi sınıfı içinde bireysel kurtuluşun mümkün olduğu hurafesi büyük önem taşır. Bireysel kurtuluş örnekleri, (ustabaşılıktan fabrika müdürlüğüne geçiş, işçi kiralama (taşeronluk) şirketi sahipliği, küçük atölye veya bir dükkân açmak vs) hurafeyi canlandırır ve somut gerçek haline getirir.
İşçilikten bürokratlığa sıçrayış da işçi kitlesinin gözünde aynı etkiyi yaratır. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki sendika bürokratlığını cazip kılan, en önemli maddi neden de budur. İşçi yığınının, lüks araçlarla seyahat eden, fabrika müdürü maaşı alan, bütün harcamalarını sendika kasasından yapan sendika bürokratına tepki göstermemesinin en önemli nedenlerinden biri de “bireysel kurtuluş ideolojisine” maalesef inanmış olmasıdır.
Nasıl kapitalizmin hakimiyeti, büyük sermayenin varlığı kadar, yüz binlerce küçük mülk sahibinin (tacir, esnaf, zanaatkar ve köylü) mülkünü (sermayesini) korumak ve büyütmek talebi sayesinde güçlü bir dayanak bulursa, işçi sınıfı üzerinde burjuva ideolojisinin hâkim hale gelmesinde de bireysel kurtuluş hurafeleri ve sendika bürokratlığının somut örnekleri benzer etkiyi yaratır.
İşçi yığını, kendi içinden çıkanın yakasına yapışıp, “sen yönetici değil, işçisin” demediği sürece, sendika yöneticiliği bireysel kurtuluşun “meşru” bir örneği olmaya sarsılmadan devam edecektir.
Sağ partilerin tersine, burjuva veya diğer sol partilere dahil olan “solcu sendika bürokratları”, özgeçmişlerine yönetici ibaresini genellikle geçirmezler. Davranışları yönetici gibidir ama kayıtlarda “yönetici” görünmek istemezler. İşçi veya sendikacı olduklarını belirtirler.
Halbuki hemen hepsinin işçilik geçmişi (ortalama) beş yılı biraz geçer. En kabadayısının işçilik geçmişi on yılı bulmaz. İşçilik geçmişlerinin üç dört katı kadar bir süre masa başında bürokratlık yapmalarına rağmen, kendilerini işçi olarak sunmalarının hiç şüphesiz politik ve toplumsal nedenleri vardır.
İşçi hareketinin geriye çekilmişliği, burjuva kurumlarının hemen hepsinde karşılık bulmuştur. Mesela 2000’lerin ilk birkaç yılına kadar büyük gazetelerin (bilhassa Milliyet) hemen hepsinde başlığında emek veya işçi ibaresi geçen haftada bir tam sayfa ayrılan özel bölümleri ve bu işten ekmek yiyen ihtisaslaşmış muhabirleri vardı. Sonra burjuva partilerin hemen hepsinde, başkan veya genel sekreter yardımcılarından birinin görevi işçi sendikaları ile ilişki idi. Ve bu görevi muhakkak eski bir sendika bürokratı üstlenir, bu sayede milletvekilliğini de kapmış olurdu.
Burjuva partilerindeki sendika bürokratı meselesi, akademik analizlere de konu edilir, milletvekilleri (ve adaylarının) mesleklerine bakıp şu partide şu kadar işçi, şu kadar burjuva (sanayici, tacir), küçük burjuva (esnaf, köylü vs) var diye analizleri yapılırdı. Materyalizm teorisi ve diyalektikten nasibini almamış analizlerdi bunlar. Burjuva parlamentosunda ve üstelik burjuva partisinde sıkı bir işçi (taban, kitle) denetimi olmaksızın kim görev alırsa alsın isterse işçi oğlu işçi olsun, son tahlilde sermaye düzenine hizmet edilmiş olunacağını dikkate almazdı.
Günümüzde sınıfın 2001 krizi sürecindeki ağır yenilgisinden sonra, ivmesi düşen işçi hareketi birçok şeyi de kendisiyle beraber geriye doğru çekmiştir. Artık burjuva sol partilerde bırakalım “işçi mesleğini” sendika bürokratı mesleğiyle de görev almanın pek de itibarlı olduğunu söylenemez.
Günümüzün CHP’sinde bile işçi sendikalarından sorumlu üst düzey yöneticinin eski sendika bürokratı olmasına dikkat edilmiyor artık. Pragmatik ve popülist burjuva siyasetinin mantıki bir sonucu… Bu meseleden dolayı endişelenmemeliyiz! İşçi sınıfı ayağa kalktığında, burjuva kurumları, büyük hızla, kendilerini yeni duruma uyarlar ve sınıfı kontrol için muhakkak yeni mekanizmalar kurarlar, yeniden bol miktarda “eski işçiyi” milletvekili yaparlar.
Bu satırları yazmayı esinleyen, Babacan’ın partisinin kurucusu eski işçiye gelirsek…
Bu eski işçi, 1990’ların ikinci yarısında, İstanbul’a sendika kongresi için gelmiş Cezayirli Arap sendika bürokratlarını, bir toplantı esnasında, adeta ablukaya alarak Cezayir’de İslamcı hareketin (Yasaklanmış haldeki İslamcı Kurtuluş Cephesi ve cezaevindeki lideri Abbas Medeni’nin) vaziyetini taraftar heyecanıyla ve kendine güvenen bir edayla sormuştu.
Gür siyah dalgalı saçlı, enerjik, mevcut sendika bürokratlarına aşırı hürmetkar, İslamcı Türk siyasetine ilgisini saklamayan, elleri fazla yıpranmamış, mavi tulumlu bu eski işçinin adı Ali Ufuk Yaşar’dı.
Günlüğümde kayıtlı… sadece o değil başka birkaç işçi de Cezayirli Arap sendika bürokratlarından bekledikleri cevapları alamamışlardı. Müslüman ülkenin Müslüman sendika bürokratlarına, Müslümanlığı bayrak olarak gören işçiler olarak hayıflanmışlar, Cezayir’de sendika bürokrasisinin Askeri Diktayı desteklemek zorunda olduğunu kavrayamamışlardı.
Aradan geçen 25 yılda dalgalı saçları grileşmiş, yönetici kisvesi üzerine abartısız oturmuş, Ali Ufuk Yaşar’ın, İslamcı siyasetin iflas ettiğini vazedenlerin (Abdullah Gül) yönlendirdiği yeni burjuva sağ partisi Deva’da, İslamcılığa dair büyük beklentileri olmasa gerek.
Ama “yöneticilik mesleğine” dair beklentilerinin büyük olduğunu varsayabiliriz. İşçi haklarına dair İslamcılığın gölgesinde kalmış “hayallerini” sendika bürokratıyken kenara koyması gerekmişti, şimdi ise “yöneticilik” mesleğinin uğruna hatırlamayacaktır bile.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.