Tarih 30 Mart 2020. Bizleri birbirimizden uzak kılan böylesi günlerde Kızıldere’ye gidenlerin, ON’ların inancına, vazgeçmeyişine ve kendilerini kuşatan koşullara rağmen direnmeye devam eden iradelerine ihtiyacımız var
Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır!
Mahir Çayan
Yirmibirinci yüzyılın başından bu yana geçirdiğimiz tüm zamanların en sancılı olanı içerisindeyiz belki de. Dünya kapitalizmin mevcut krizlerinin etkisi altında doğal afetleri, yıkımları, savaşları, isyanları yaşarken şimdi de COVID-19 salgınıyla karşı karşıya. Açıkça görünüyor ki yoksulluğun, hastalığın, ölümün pençesine düşmüş halklar, işsiz kalan milyonlar, sağlık, eğitim, barınma hakkı elinden çalınmış kuşaklar, eşitsizliğin, sömürünün ve çürümüşlüğün içler acısı tabloları arasında tarih sahnesinin yüz kızartıcısı olarak yerini aldı. Ancak bu yüz kızartıcı suçun sorumlusunu tanımak, tanımlamak da fayda var. Her dönem olduğu gibi egemenlerin çıkarlarını savunan iktidarlar dünyayı kasıp kavuran bu sağlık krizinin doğrudan sorumlusudur.
Kapitalist sistem içinde neoliberal politikaların tüm dünyada kurumsallaşabilmesinin koşulu olarak şekillenen neoliberal faşist iktidarlar bugün geldiğimiz nokta açısından kapitalizmin tüm dünyaya yaydığı bir virüstür. Tıpkı kısa bir süre içinde binlerce insanın ölümüne ve hastalanmasına neden olan COVID-19 gibi. Sistemin devamlılığını sağlamakta zorlanan, neoliberal politikaların çökmesiyle derinleşen bir kriz yaşayan bu iktidarlar bugün karşılaştıkları atmosferle bir kez daha sarsıldılar. Ekonomik krizin salgınla birlikte büründüğü yeni hal, sermaye için de meydan okumalar yaratarak krizden çıkış yollarını daralttı.
Artık tam anlamıyla “Gökkubbenin altında büyük bir kaos var” diyebiliriz. Öyle ki yaşamakta olduğumuz bu tarihsel kriz anının gerçeklikleri kapitalizmin bilinen hikayesinin de ötesinde, yaşanabilir yeni bir dünya düzeni ve onun uygarlığını kurma arayışını, aklını, fikrini yaygınlaştırmaktadır. Kapitalizm kendi yarattığı sonuçlarla dünya halklarına eşit, özgür ve yaşam güvencesi olan bir dünyanın varlığı için sosyalizme ihtiyaç olduğu fikrini uyandırmakta yani virüs görevi gören iktidarların antikoru olan sosyalizm gerçeğini gün yüzüne çıkarmaktadır. Öyleyse bugün tarihe yön vermek ve egemenlerin yarattığı kaos anını devrimci bir politik moment haline getirmek için nereye yaslandığımızı hatırlamalıyız.
İçerisinde olduğumuz yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına çok yakınız. Yanı başımızdaki tozlu raflarda “tarih tekerrürden ibarettir” yazıyor. Ezilenin daha çok ezildiğini, her an her şeyin değişebilme ihtimalini bugünkü gibi olmasa da bundan 50 yıl ya da 30 yıl önce de biliyor, anlıyorduk. Dönemin koşulları altında halk düşmanı iktidarlara karşı şekillenen devrimci mücadele tarih sayfalarında birçok değer biriktiriyor. Ancak bu birikim kazandırdıkları veya kazanımlarıyla yer aldığı kadar yenilgileriyle ve hatalarıyla da yüzleşerek yerini alıyor. Bugün 30 Mart ve bizler karantinada, sağlıksız, güvencesiz koşullara rağmen mücadele etmeye, dayanışmaya ve sosyalizmin politik iddiasını örmeye, örgütlemeye çalışıyoruz.
Bugün 30 Mart… Bundan tam 48 yıl önce Karadeniz’in bir köyünde Devrimci Gençliğin öncü, kurucu misyonunu taşıdığı THKP-C önderleri jandarma kuşatmasına rağmen yoldaşlarının idamını engellemeye çalışıyordu. Tam 48 yıl önce, Kızıldere’de… Bu mirasın ve THKP-C geleneğinin devrimci tarihe kazandırdığı dersler, deneyimler bugünün mücadelesinin tarifi olmayacak elbette ama bugünün mücadelesine nitelik katacak güce sahip. THKP-C’nin anti-emperyalist, anti-oligarşik devrim anlayışı yurtseverliği devrimci mücadeleye ilerletip, sınıfsal mücadele vurgusunu öne çıkararak kritik bir önem taşımaktadır. THKP-C’nin ne kadar sınırlı olursa olsun bulunduğu tarihsel dönemeçte politik atılganlık ve risk alabilme cüreti ile kurucu bir iradeyi inşa ettiği çok açıktır. Bu irade yalnızca bir cesaret örneği değil aynı zamanda bilinçli bir atılganlık olarak da en özgün kararlılıklardan biri olmuştur. Hareketin önderliğini yapma konusunda yaşamını davaya adayabilme ve devrimci bir partinin oluşumu için gereken liderlik misyonunun da önemini göstermiştir. THKP-C, 1970 yılındaki kuruluşunun hemen ardından 12 Mart açık faşizmi ile karşılaşmıştı. Neredeyse örgütsel olarak hiçbir ciddi politik altyapı kurma fırsatı bulamamışken hatta teorik-politik anlamda henüz kendi kadroları arasında dahi yeterince kavranamamış bir örgüt olmasına rağmen darbe gibi bir durumla baş etmek zorunda kalmıştı. Darbenin hemen ardından İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması eylemi gerçekleştirilmişti.
O dönem THKP-C’nin devrim, örgütlenme ve mücadele anlayışı, kısıtlı bir süre diliminde hem eskiye kafa tutan hem de yeniyi kurma iddiası taşıyan bir niteliğin varlığını göstermiş oldu. Yani muhafazakâr anlayışla hareketin en genç, dinamik unsurlarına dayatılan fikrin kendisini hem politik hem de pratik anlamda reddeden ama bunu yeniyi kurarak gösteren iradesi bugüne ancak tarihsel kopuşların sıçrama yaratabileceği gerçeğini miras bıraktı. Ancak tarihsel kopuşlarla beraber devrimci bir hareketin inşası için hareketin yönelimine etki edebilmek de bir o kadar kritik bir unsurdur. Yani devrimci hareketin ilerletilebilmesi için öngörü sahibi olmak ve planlayarak hareket etmek gereklidir. Öncünün eylemini kitlenin eylemine dönüştürerek güvence altına almak bunun bir koşuludur. Kızıldere’yi de bu koşullar ekseninde okumak gerekmektedir. Kızıldere, devrimci bir öngörü ile eylemi sıçratıcı bir halka haline getirebilen müdahaleye ihtiyaç duymuştur ve THKP-C’nin krizi, devrimci mücadelenin tarihsel yenilgi dersi niteliği taşımaktır. Kızıldere, devrimci hareketin kurucu iradesi olan Devrimci Gençlik mücadelesinin tüm alanlar ve kadrolar arasındaki örgütlenme anlayışının kitleler arasında kurulacak bütünlüklü bir halk mücadelesiyle olanaklı olduğu dersini bırakmıştır. Kızıldere, koşullar ne olursa olsun vazgeçmeyenlerin, değiştirenlerin, mücadele edenlerin onurlu direniş destanıdır.
Tarih 30 Mart 2020. Bizleri birbirimizden uzak kılan böylesi günlerde Kızıldere’ye gidenlerin, ON’ların inancına, vazgeçmeyişine ve kendilerini kuşatan koşullara rağmen direnmeye devam eden iradelerine ihtiyacımız var. En önemlisi de bunu yaygınlaştırmaya. Evet, bugün koşullar farklı ancak her anlamda. Teknolojinin kilometrelerce uzaklıkları bir çırpıda aşabilen gücü çatılarımızın altında, avuçlarımızın içinde. Eşitsizliği, ayrımcılığı bu kadar derinden hissettiren bu koşullarda tüm dünyada ölüme, hastalığa terk edilen hayatlar değil akıldan, bilimden yana olan hayatların yan yana gelişi mümkün. İnsanlığın salgınla boğuştuğu karantina günlerini hala kâr ve rant peşinde koşarak geçiren iktidarların artık bu yüzyılın ilk çeyreğinin sonunu görme şansı kalmadı. Koşullar ne olursa olsun günün devrimci görevine sıkı sıkı sarılmak zorundayız ve bizler gücümüzü onurlu tarihimizden, var olanla yetinmeyip değiştirenlerden, burnunun dikine gidenlerden alıyoruz. Çünkü biz milyonlarız ve kazanacağımız koca bir dünya var!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.