Öyleyse Şam’a girelim demek dışarıya değil içeriye söylenen bir söz olmuyor mu? Tam o esnada Suriye’ye, “geri çekilmezseniz tüm rejim güçlerini vuracağız” konuşması yapılırken, bir baba “15 Temmuz’a katıldığım için işimden oldum, çocuklarım aç” deyiverdi. Tüm bu koca sesler arasında bir an yankılanan ses bir sonraki an hiçbir iz bırakmadı iktidar salonunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasına kaldığı yerden devam etti
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, NATO’yu, ABD’yi, AB’yi ve hatta dünyayı Esad’ı durdurmaya çağırdı. Arkasından da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Yansın Suriye, yıkılsın İdlip” diye başladığı cümlesini “gerekirse Şam’a girilsin” diye tamamladı. Çok değil birkaç sene önceye kadar “Şam’da namaz kılacağız” dendiği zamandan bu yana doğal olarak Esad’ın yıpranması gerekirken ve o zamanlar dünya yardıma çağrılmazken Esad’ın daha da güçlendiği söylenmiş olmuyor mu bu haliyle? İyi ama niye Suriye yansın, niye İdlip yıkılsın? Kendi retorikleri açısından tüm Suriye’yi bu anlamda Esad olarak kabul etmiş, Tüm İdlip’i de içinde kim var kim yok yıkılsın diye bizatihi kendileri hedef almış olmuyor mu? Bir ülkedeki herkesi neden bir torbaya koyuyorsunuz, diyeceğim ama bu Türkiye sağ iç siyasetinin bir geleneği olduğunu nasıl da unuttum, diye de kendime hayıflanıyorum. Bırakın bir ülkeyi bir parti bile çoğu zaman kendi içinde bir değilken hem de. Mesela bu günlerde AKP de üçe bölünmedi mi?
Bahsedilen NATO ise çok değil birkaç ay önceye kadar “çıkalım” tartışması yapılan NATO. Karşı karşıya gelinen Rusya ise düne kadar Türkiye-Suriye sınırlarının Suriye tarafında beraber devriye atılan, anlaşmalar yapılan Rusya.
ABD ise bu gerilime balıklama atlayıp, askeri değil ama siyasi olarak “İdlip’te yanındayız” diyerek Rusya’ya karşı Türkiye’yi teşvik ediyor. Rusya’ya karşı yapılabileceklerin sınırlı olduğu bir durumda Türkiye’nin zora düşeceğini ve yardım talebiyle ABD’ye tekrardan yanaşacağını düşündüğü açık değil mi? Siz de biliyorsunuz, bazen ABD bazen de İsrail Şam’ı vurduğunda Rusya’nın bazen hava savunma sitemlerini aktive etmediğini okuyoruz. O da ABD gibi yapıyor sanırım. “Arada bir ‘dayak yemiş’ bir Suriye benim değerimi bilir ve hiç sözümden çıkmaz” mı diyor? Rusya’nın Suriye’ye arada bir yaptığını ABD bize niye yapmasın diye düşünmemeli miyim? Nihayet “Barış Pınarı Harekâtı”nın bittiğini bile Lavrov’dan öğrendi tüm dünya. Başladığını ise ABD’den. Biri başlatıp biri durduruyorken ne olabilir? Türkiye’nin ABD’ye karşı Rusya’ya yakınlaşma, Rusya’ya karşı müttefiki ABD ile tekrardan yakınlaşma politikası anlaşılan o ki ABD ve Rusya’nın kendi aralarında anlaşmaları ve diyalogları ile boşa çıkarılıyor. Onlar anlaşınca da Türkiye ortada kalmış oluyor.
Anlaşılan o ki Türkiye’nin Suriye’de Rusya ile gidebileceği yol bitti artık. Daha doğrusu “Artık bu şekilde yürüyemeyiz ama şekil değişirse o ayrı” deniyor sanırım. Her şeyin bir sonu vardır zaten. Yok mu? Ama iktidar açısından ABD ile gidilebilecek yol hala var. Ki ABD de derhal desteğini verdi AKP’ye; git gidebilirsen ve hatta biraz olsun git ki bana dönesin! İyi ama bu durum yani önce ABD ile arayı açıp sonrasında Rusya’ya karşı kaybetmiş olarak ABD ile tekrar anlaştığınızda bu sizi ABD ile ilişkinizde dünden daha zayıf yapmaz mı? Fakat bir dakika! ABD 15 Temmuz darbesini yapmaya çalıştığı yönünde suçlanmadı mı bir yandan da?
“Güvenlik politikaları ile çözüm olmaz”dan her yerde askeri güçle ilerlemeye çalışılan bir süreç oldu bu dönem.
İyi ama Bahçeli bilmiyor mu Şam’a gerekse de gerekmese de artık girilemeyeceğini. Dün girilemeyen Şam’a bugün nasıl girilsin? Elbette vekilleri bir kenara bırakıp çekil kenara ben hallediyorum derseniz belki bir ihtimal. O da açık bir savaş ilanı ile belki mümkün. Ve o da ancak Rusya vazgeçmezse belki mümkün. Ya Rusya vazgeçmezse dolaylı olan durum dolaysız olarak Rusya ile de savaş olduğunda ne olur üzerine düşünmemeli miyiz?
Esad’ın artık daha güçlü ve dünyanın yardımıyla belki devrilebileceği bizatihi Hulusi Akar’ın ağzından söylenmişken, Bahçeli ise Şam’a girelim derken, girilemeyecek olduğunu bilmemesi mümkün değil. O halde ortağına neden böyle bir şey diyor? Ben destek verdim ama sen yapamadın demek için mi? Öyleyse Şam’a girelim demek dışarıya değil içeriye söylenen bir söz olmuyor mu? Tam o esnada Suriye’ye, “geri çekilmezseniz tüm rejim güçlerini vuracağız” konuşması yapılırken, bir baba “15 Temmuz’a katıldığım için işimden oldum, çocuklarım aç” deyiverdi. Tüm bu koca sesler arasında bir an yankılanan ses bir sonraki an hiçbir iz bırakmadı iktidar salonunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasına kaldığı yerden devam etti. 15 Temmuz’da darbeye karşı sokaklara çıkmış birisini kim niye işten çıkarmış, bunu bilemiyoruz ama çocukları niye aç, onu biliyoruz. Çünkü “çocuklarım aç” diyenler Valilik gibi devletin o ildeki en yüksek temsilinin olduğu yerlerde nefessiz kalıyor, ateşler içinde yaşamlarına son veriyor. “Çok çocuk yapın” iktidarında çok çocuk aç kalıyor.
Ülkemin içinde duyulması gereken bu ses duyulmasın diye mi habire dışarıya konuşuluyor?
King filminin aklımda kalan diyaloğunda, kral kuşattığı bir kaleyi nasıl alacağını düşünüyorken ve iyice sıkışmışken ‘danışman’larından biri şöyle diyor: “Niye burada çakılı kalmak yerine kalenin etrafından dolanıp yolumuza gitmiyoruz ki?”
Sessizlik…
Suriye’ye ilişkin kimi iktidarcı uzmanlar, danışmanlar konuştuğunda ben de böyle hissediyorum.
Kralın ‘danışman’a ne cevap verdiğini umarım filmi merak edip seyredersiniz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce Rusya’nın hep işaret ettiği gibi Adana mutabakatını hatırlattı ve birdenbire Suriye’de Adana mutabakatı çerçevesinde bulunulduğunu söyleyiverdi. Ancak bunu söylerken doğal olarak Suriye hükümetini de tanımış oldu. Devamla “Rejim güçleri şubat sonuna kadar geri çekilmezse kendi göbeğimiz keseriz” diyerek kendi söylediğini yine kendisi yok saymış da oldu. Bir şey dediğinizde hiç istemediğiniz şeyleri de demiş olursunuz çelişik siyasetlerde. Hulusi Akar’ın NATO’ya çağrı yaparken Esad artık dünden daha güçlü demiş olduğu gibi tıpkı. Sözleriniz çelişkili olabilir, insan aklına geldiği gibi konuşabilir de ancak gerçek insanlar gibi konuşmaz.
Gezi’den bu yana hepimiz kimyasal gaz uzmanı, ekonomik krizle ekonomi uzmanı olduysak şimdi de dış ilişkiler ve savaş uzmanı oluyoruz sanıyorum. Düne kadar adını dahi bilmediğimiz Serakib, Maarat el-Numan Kefer Naha, Neyrab’ı vs. artık öğrendik. M5, M4 karayolunu E-5 gibi iyice biliyoruz. Oysa dün bu şehir, kasaba isimlerini hiç bilmiyorduk ve daha çok güvendeydik. Suriye’de yaşayan insanlar da böyle konu komşu ülkelere göç etmiyordu. Ne Türkiye ne de Avrupa’ya meraklılardı yani. Kürsülerden temenni edildiği gibi Suriye yanıp yıkılınca göçmenlere “Dön ülkene” kim diyebilir?
Eleştirel uluslararası ilişkilerci ve kimi eski diplomatlardan duyuyorum, “Vekil savaşından, ben devreye giriyorum’ dönemine geçiliyor” diye. Türkiye’nin caydırıcı olmak için daha çok asker gönderdiği de söyleniyor ama ya caymazsa Suriye, Rusya…. O halde ya geri çekilinecek ya da savaşılacak. Ki “Rejim güçleri geri çekilmezse her yerde vuracağız” da bu demek.
İlhan Uzgel şöyle diyor: “Rusya Suriye adına, Türkiye ise radikal gruplar adına konuşuyor, ikisi aynı şey mi?” Aydın Selcen de “Sınır, sınır hattında değil ileride savunulacaksa niye var?” diye soruyor. Derken anne babalarsa şöyle haykırıyor: “Çocuklarım aç!”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.