Derslerin içeriği, niteliği, niceliği ve derse ilişkin ölçme değerlendirme şekilleri ve uygulamaları, eğitimde öğrenci bağlamında seviye düşüklüğünün asıl nedenleridir. Yoksa sorun sınıfta kalması gerekenlerin sınıfı geçmiş olmaları değildir
Sayın Milli Eğitim Bakanı, “sınıfta kalınmadığı için eğitimde önemli ölçüde seviye düşüklüğü olduğunu” söyleyerek, 2020-2021 öğretim yılından itibaren ortaokul ve liselere yeniden sınıf tekrarı uygulamasına geçileceğini söyledi.
Sınıf tekrarı uygulaması, genel anlamda ve ilk bakışta sınıfta kalmamak için öğrencilerin derslerine daha fazla çalışmalarını ve daha fazla sorumluluk duygusu ile hareket etmelerini arttırabilir diye düşünülebilir. Ama ortaokul ve liselerdeki eğitim seviyesi düşüklüğü nedenlerinden birisi olarak öne sürülen ve bu nedenle sınıf tekrarı uygulamasının tekrar başlatılacağını ifade eden sayın bakanın, istatistiki olarak elinde sınıf tekrarı yapması gerekirken yapmayan, yaptırılmayan öğrenci sayısı ile ilgili bir veri olduğunu sanmıyoruz. Çünkü “başarılı” görüldüğü ve o şekilde değerlendirildiği için sınıfını geçen öğrenci sayısı, sınıf tekrarı yapması gerekirken yapmayan öğrenci sayısı ile kıyaslanmayacak şekilde fazladır. Yani, sınıf tekrarı yapması gerekirken yapmayan öğrenci sayısı, genel eğitim seviyesine olumsuz etki edecek oranda değildir. Bu anlamda eğitimde seviye düşüklüğünün nedenini öğrenciler açısından açıklamaya çalışsak dahi, bunun nedeni sınıfta kalması gerekenler değil, asıl olarak sınıfını geçen öğrencilerin eğitim seviyesi ile ilgili olması gerekir. Genel eğitim seviyesini belirleyen bağımlı değişkeni sadece öğrenciler olarak belirlesek dahi, neredeyse öğrencilerin tamamına yakını zaten sınıf tekrarı yapmayacak kadar “başarılı” olmuş öğrencilerden oluşmaktadır. Bu tezi destekleyen elimizde birçok veri mevcuttur. Örneğin PISA testleri, Yükseköğrenime Geçiş Sınav sonuçları. Örneğin öğrencilere verilen takdir, teşekkür belgelerinin sayısı. Bugün ilkokul, ortaokul ve liselerde teşekkür almamak neredeyse mümkün değildir. Öğrenciler, herhangi bir dersten zayıfları olmadığı takdirde otomatik olarak teşekkür alabilecek başarılı düzeye çıkmaktadırlar. Kısacası, derslerin içeriği, niteliği, niceliği ve derse ilişkin ölçme değerlendirme şekilleri ve uygulamaları, eğitimde öğrenci bağlamında seviye düşüklüğünün asıl nedenleridir. Yoksa sorun sınıfta kalması gerekenlerin sınıfı geçmiş olmaları değildir. Diğer bir söylemle, öğrenciler ölçeğinde bakıldığında, sınıfını geçenlerin eğitim seviyesi, eğitimde genel seviye düşüklüğünün asıl nedenini oluşturmaktadır. Sınıfta kalma uygulaması tekrar geldiğinde bu öğrenciler zaten yine sınıflarını geçecek olan öğrencilerdir.
Eğitimde seviye düşüklüğünün esas nedeni, eğer sınıf tekrarının olmaması olmuş olsaydı, sınıf tekrarı uygulaması elbette bir çözüm olabilirdi. Ama ne yazık ki, durum böyle değildir. Eğitimde seviye düşüklüğünün birden fazla nedeni ve hatta kronik hale gelmiş eğitsel olduğu kadar yönetsel, politik ve ekonomik nedensellikleri vardır.
Her şeyden önce bizim ülke olarak eğitim politikamızın formasyonunu oluşturan temel düşünce, eğitimin insan gelişimi açısından hangi hedeflere ilişkin olarak tasarlandığı veya tasarlanması gerektiğidir. Tasarlanan bu eğitimin nasıl gerçekleştirildiği ise (eğitim modeli) bir o kadar önemlidir. Bu iki faktörün çakışmadığı bir eğitim yapısı, başarılı sonuçlar vermesi olası değildir. Eğitim işi asıl olarak bir süreçtir. Eğitimin sonuçları ise o sürecin sağlıklı işleyip işlemediği ile ilgili olup, öncelikle sürecin çocukların ilgi, istek, ihtiyaç ve yetenekleri doğrultusunda yapılandırılması gerekir.
Örneğin 1923 yılında başlangıçtan itibaren bir eğitim politikası olarak belirlenmiş olan “öğretim birliği” yasası ve yaklaşımının 1950’lerden itibaren ama yoğun olarak 1980 sonrası ve özellikle son 10 yıldır tamamen yıkılmış ve tarumar edilmiş olması, başlı başına bir eğitim sorunsalı olarak, bugünün eğitim seviyesinde düşüşü doğuran nedenlerin başında gelmektedir.
Eğitimde seviye düşüklüğünün yönetsel, eğitsel, ekonomik ve politik temelli esas sorunsallara bağlı olarak işin pratiğine yönelik ortaya çıkan eğitim sorunlarına başlıklar halinde bakmak gerekirse;
Sayın bakanın eğitimbilimci bir akademisyen olarak bunları bilmiyor olması elbette mümkün değildir. Biliyor olup da esas sorunların çözümüne yönelik ciddi ve can alıcı çalışmalara girişmemiş olması ise anlaşılabilir ama asla kabul edilemez bir durum olsa gerektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.