Neoliberal projeden çok önce Marx, süregelen mekanizasyon nedeniyle emeğe daha az ihtiyaç olacağını ve kapitalist üretim tarzının sistematik olarak yedek bir işgücü ordusu üreteceğini savundu. Neoliberal proje, birikimin temel özelliklerini tüm yoğunluğuyla kullanarak, dünya çapında yedek işgücü ordusunu yani sömürüye her zaman açık işsizler kitlesini arttırdı. Diğer bir deyişle emek, sermayenin mülkiyeti olan ve kullanılıp atılabilen bir yedek sanayi ordusuna dönüştü
Neoliberalizmin emek üzerindeki baskı mekanizmalarından biri de işgücü piyasasının mekânsal ve zamansal koordinatlarını dönüştürmek oldu. Çok uluslu şirketler sermayelerini daha verimli ve karlı üretim amacıyla gelişmekte olan ülkelere taşıdı. Ve bunun sonucunda küresel üretim ağları yaratıldı[1], diğer bir deyişle küresel meta zincirleri. Küresel meta zincirleri, devlet(ler)in sosyal köken, cinsiyet, etnik köken, yaş vb.’ne odaklanmış kapsayıcı veya dışlayıcı kalıplar yaratarak uyguladığı düzenlemeler yoluyla, işgücünün yeniden yapılandırılması ve kontrol edilmesini sağlamaları açısından stratejik öneme sahiptirler. Sermayenin serbest akışı ve taşeronlar arasında yaratılan rekabet, emeğin kolektif gücünü ve yaptırım kabiliyetini büyük oranla tahrip etti, işçi maaşlarında düşüşe sebep oldu, sonucunda, işçiler toplam refahtan hak ettikleri payı alamadılar. Hardt ve Negri bu durumu İmparatorluk isimli eserlerinde şöyle ifade eder: “Sermaye mekanını küresel ağın bir başka noktasına taşıyarak — ya da taşıma imkanını görüşmelerde bir silah olarak kullanarak — belli bir yerel nüfusla uzlaşma arayışından kaçınabilir. Belli bir istikrarı ve sözleşme gücü olan bütün emekçiler böylelikle giderek daha fazla güvenilmez hale gelen çalışma koşulları içine düşer”[2]. Bangladeş’teki terleme atölyeleri (sweatshop), Meksika’daki maquila[3] fabrikaları, Honduras’ta, Güney Afrika’da, Malezya’da, Tayland’daki imalathaneler, işçilerin güvencesiz koşullarda çalıştığı mekanlardan birkaçıdır. Ulus ötesi büyük şirketler taşeronlara daha ucuz, daha hızlı ve daha fazla üretmeleri için baskı uygular, eğer gerçekleşmezse başka bir taşeronla anlaşacaklarına dair tehditte bulunurlar. Bunun sonucunda taşeronlar da işçilerin üzerine daha da biner; Çalışma saatlerini uzatır, koşulları kötüleştirir ve buna uyum sağlayamayanın yerine de yenisini kolayca bulur.
Küresel güneydeki (global south) bir işçinin bulduğu iş çoğunlukla, büyük oranda taşeron sistemin bir sonucu olarak, sağlıksız, güvencesiz koşullarda ve geçinmesine yetmeyecek kadar küçük bir para karşılığında çalışmak anlamına gelir; küresel kuzeyde (global north) de benzer şekilde taşeron sistem ücretleri o kadar aşağı çekmiştir ki, insanların çalışmaya tenezzül etmeyeceği iş alanları oluşmuştur. Küresel kuzeyde, hem düşük ücretler sebebiyle halkın bazı iş alanlarında çalışmayı tercih etmemesi, hem de doğum oranlarının azalma göstermesi iş gücünde açığa sebep oldu. Bunun sonucu olarak, her ne kadar kısıtlanmaya çalışılsa da emeğin, yasadışı yollarla veya geçici güvencesiz çalışma izinleriyle, küresel güneyden Batı Avrupa’ya, Kuzey Amerika’ya ve petrol zengini körfez ülkelerine göçü artış gösterdi.
“Sermaye, birikimine engel olmadan geliştirilebilmesi için tüm dünyanın üretim araçları ve işgücüne gereksinim duyar; tüm ülkelerin doğal kaynakları ve işgücü olmadan yapamaz”[4]
1980’lerin neoliberal projesinin yarattığı kitlesel göçe benzer şekilde ikinci dünya savaşının ardından da özellikle batı Avrupa’ya doğru bir göç dalgası yaşandı. Bunun sebebi savaş sonrası oluşan işgücü açığını kapatmaktı. Yüksek işsizlik oranları ve döviz kıtlığı içinde olan gönderici ülkeler işçi göçünü desteklemiştir. Ekonomik olarak dışa bağımlı olan ülkelerde döviz hem hane halkı hem de gönderici ülke için iyi bir fırsattı. Savaş sonrası bu dönem boyunca göçmen işçiliği Avrupa ülkelerinin ekonomisini geliştirmede önemli bir rol oynadı. Bu dönemde yaşanan kitlesel emek göçünün geçici olduğu ve göçmen emekçilerin “misafir işçiler” olduğu düşünüldü fakat göçmenler evlerine dönmedi, Türkiye’den Almanya’ya misafir işçi olarak giden ve oraya yerleşen insanları buna örnek olarak gösterebiliriz. Günümüzde de göç artan kontrollere, kötü çalışma koşullarına rağmen artmaya devam ediyor.
Küresel emek gücünün kullanılması, metalaştırılması ve sömürülmesi kapitalizmin neoliberal döneminin değil kapitalizmin kendisinin bir sonucudur. Neoliberalizmin bu konudaki benzersizliği ise, geniş ilkel birikim (mülksüzleştirme yoluyla) süreçlerinin neden olduğu küresel yedek işgücü ordusunun büyüklüğünde yatar.
Polanyi’ye göre, emek, toprak ve para gerçek değil hayali metalard��r. Bunun sebebi ise üretilebilir olmamaları -toprak- veya üretilseler bile piyasada satılmak -emek ve para- amacıyla üretiliyor olmamalarıdır. Bununla birlikte, kapitalizm, onları daha fazla birikim amacıyla, neoliberalizm sürecinde şiddetini arttırarak, metalaştırır. Polanyi’ye göre toprak, emek ve paranın metalaştırılması “toplumun özünün piyasa kurallarına tabi kılınması” demektir[5]. Neoliberal projeden çok önce Marx, süregelen mekanizasyon nedeniyle emeğe daha az ihtiyaç olacağını ve kapitalist üretim tarzının sistematik olarak yedek bir işgücü ordusu üreteceğini savundu. Neoliberal proje, birikimin temel özelliklerini tüm yoğunluğuyla kullanarak, dünya çapında yedek işgücü ordusunu yani sömürüye her zaman açık işsizler kitlesini arttırdı. Diğer bir deyişle emek, sermayenin mülkiyeti olan ve kullanılıp atılabilen bir yedek sanayi ordusuna dönüştü. Harvey’e göre bu durumun sonucunda ortaya çıkan sermayenin ve emeğin aşırı birikimi şu şekillerde emilebilir:
(a) mevcut aşırı sermayenin, dolaşıma daha makul bir gelecekte tekrar girmesi için uzun dönemli sermaye projeleri veya sosyal harcamalara (eğitim ve araştırma gibi) yatırım yapma yoluyla zamansal bir yer değiştirme (b) herhangi başka bir yerde yeni pazarlar, yeni üretim kapasiteleri, yeni kaynaklar, toplumsal olanaklar ve emek olanakları açmak yoluyla mekânsal yer değiştirmeler. (c) (a) ile (b)’nin bir bileşimi[6].
Küresel sermaye, ucuz toprak, emek ve kaynaklar için gelişmekte olan ülkelere taşındı -Çin, Doğu Asya, Meksika, Doğu Avrupa vb- ve toprak gaspı, ortak alanların ve kaynakların özelleştirilmesi, tarım işletmeciliği, uluslararası şirketlerin projeleri vb. için doğal kaynakların yok edilmesi gibi süreçler nedeniyle giderek daha fazla insan topraklarından koparıldı.
Örneğin, Meksika, Kanada ve ABD arasında Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) imzalandığından beri, anlaşmanın sonucu olarak devlet sanayileri ve hizmetleri tahrip edildi ve büyük miktarda insan yerlerinden edildi. Sermaye tüm dünyada serbestçe akışına devam ederken, yerinden edilen bu insanların daha iyi bir gelecek umuduyla göç etmesinin önüne duvarlar örüldü. Fakat önündeki tüm engellere rağmen, göç oranları artıyor. Göç yasadışılaştırılıyor, suçmuş gibi gösteriliyor fakat artmaya da devam ediyor. Örneğin, 1980’de Meksika’dan ABD’ye yasadışı yollarla giren göçmenlerin oranı %25 iken 2000 senesinde %84’e yükseldi[7].
Küresel güneydeki işsizlik ve göçmen işçilerin göndereceği dövize duyulan ihtiyaç, GSYİH’si daha yüksek ülkelere doğru göç yaratır. Göçmen işçiler kazandıkları parayla hem kendilerini hem de geride bıraktıkları ailelerini geçindirirler. Birleşmiş Milletlere göre, dünya genelinde her dokuz kişiden biri, göçmen işçiler tarafından eve gönderilen dövizlerle geçimini sağlıyor. Ayrıca gönderilen dövizlerin %75’i gıda, sağlık, eğitim ve barınma gibi gerekli harcamalar için harcanıyor[8]. Göçmenden gelen döviz, gönderici ülkenin sosyal ve ekonomik yapısının ayrılmaz bir parçası haline gelir.
Makineleşme ve sermayenin globalleşmesinin ve ucuz işgücüne gitmesinin bir sonucu olarak, GSYİH’nin daha yüksek olduğu ülkelerde emek talebi çoğunlukla hizmet sektöründe olmaktadır. Özellikle, ev işlerine olan talep artmakta, kadın göçmenlerin işgücüne ihtiyaç duyulmakta ve bu durum esnek emek yoluyla işlerin femizasyonuna sebep olurken hem legal hem de illegal emek pazarını genişletmektedir. İster İtalya’da ister Kanada’da isterse ABD’de olsun göçmen kadın işçilerin çalışma alanına yakından baktığımızda, yoğunluğun ev içi işler olduğunu görürüz. Bunun yanı sıra çoğunlukla gittikleri ülkenin dilini konuşamıyor olmaları onları “kaçak-illegal” olarak tanımlanan şekilde çalışmaya ve böylelikle daha esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına zorlamaktadır.
Öte yandan hem hane halklarının hem de gönderici ülkelerin göçmenlerin yolladığı dövize artan bir bağımlılığı olması, bu ülkelerin, “işçi ithal eden ülkelerin” ihtiyaçlarına göre verdikleri beceri eğitimlerini şekillendirdikleri görülmektedir. Örneğin Filipinler 2006’da göçmen ev işlerini profesyonelleştirmek ve güvenlik açıklarını en aza indirmek amacıyla Hanehalkı Hizmet İşçileri politikasını (HSWP) yürürlüğe soktu[9]. 2018 senesi itibariyle, resmi rakamlara göre 2,3 milyon Filipinli işçi farklı ülkelerde göçmen olarak çalışmaktaydı. Bu rakamın neredeyse 4’te 1’i Suudi Arabistan’da (%24.3) çalışıyor, bu rakamı % 15,7 ile Birleşik Arap Emirlikleri, Hong Kong (% 6,3), Kuveyt (% 5,7), Tayvan (% 5,5) ve Katar (5.2%) izliyor. Filipinli göçmen işçilerin yarısından fazlası 25-34 yaşları arasındaki kadın işçiler ve genel olarak çocuk bakımı, masaj, güzellik merkezi, ev temizliği gibi alanlarda istihdam ediliyorlar[10]. Birçok kadın kendi çocuğunu ve ailesini geride bırakarak, çocuk bakıcılığı yapmaya başka ülkelere gidiyor ve kendi çocuklarına ailenin diğer kadınları tarafından bakılıyor.
Birçok iş alanında ve sektörde, işlerin nasıl ırksal, ulusal, coğrafi, eğitimsel ve cinsiyet ayrımıyla şekillendiğine şahit oluruz. Diğer bir deyişle belirli bir coğrafyadan gelen ve belli bir (toplumsal) cinsiyete sahip göçmen işçiler, onlara tanımlanmış belirli işleri yapar. Ve hatta bunun daha derinine indiğimizde şunu görürüz; aynı işleri Almanya’da Doğu Avrupalı kadınlar, ABD’de Latin Amerikalı kadınlar, petrol zengini ülkelerde veya Kanada’da Filipinli kadınlar yapmaktadır. Bu da yeni çeşit bir uluslararası işbölümü yaratmaktadır[11].
Göçmen kadınların hem resmi hem de gayriresmi çalışma alanlarında erkeklere kıyasla hem daha fazla sömürüldüğü hem de daha düşük ücret aldığı aşikar. Bunun yanı sıra göçmen işçinin “nereli” olduğu da onun güvencesizlik düzeyinin ve yukarıda bahsedilen yeni uluslararası işbölümünde konumunun belirlenmesinde büyük role sahiptir.
Hindistanlı, Pakistanlı veya Bangladeşli erkekleri İspanya sokaklarında 1 Euro’ya bira satarken, Dubai’de taksi şoförlüğü yaparken veya inşaatlarda çalışırken; kadınları ise bu ülkelerde AVM’leri temizlerken görürüz. Filipinli veya Endonezyalı göçmen kadın ve erkek birebir insan ilişkisi gerektiren hizmet sektöründe iş bulur; masaj yapar, giyim mağazalarında, restoranlarda ve ayrıca kadınsa çocuk bakıcılığı yapar, güzellik merkezlerinde çalışır. Nereli olduğu göçmenin çalıştığı işi etkilemekle kalmaz, diğer ülkeden gelenlerle aynı işte çalışıyor olsa bile kişinin ülkesi aldığı maaşı ve çalışma koşullarını etkiler. Örneğin, Körfez ülkelerinde yapılan bir araştırmaya göre, aynı iş kolunda çalışan Bangladeşli göçmen işçi, Hintli veya Pakistanlı işçiye göre daha düşük ücret alır[12]. Göçmen işçinin etnik kimliği, dini, cinsiyeti, yaşı sınır ötesi hareket kabiliyetine, çalışma statüsüne (kaçak, legal, yarı zamanlı, kısa dönemli vb.), çalıştığı iş alanına ve aldığı maaşa etki eder. Her halükârda yerli işçilere göre ikinci sınıf muamelesi gören göçmen işçiler kendi aralarında bu etmenlere bağlı olarak daha da parçalanır, yalnızlaştırılır.
Bir sonraki yazı kapitalist devletlerin aralarında yaptığı işçi düşmanı anlaşmalar ve bu anlaşmaların sonucunda göçmen işçilerin seçilebilir, harcanabilir, istendiğinde yasadışı ilan edilip sınır dışı edilebilir hali üzerine yoğunlaşacak.
Dipnotlar:
[1] Global cities at work: New migrant divisions of labour. Pluto Press, 2010
[2]İmparatorluk, Hardt&Negri, s.308
[3]Maquila/Maquiladora: ABD-Meksika sınırında montaj fabrikalarının kurulu olduğu, ucuz emek gücünden-çalışanların ortalama %70’i kadındır- faydalanan serbest bölge.
[4]Rosa Luxemburg, SermayeBirikimi, s. 278
[5]Polanyi 1944, Great Transformation
[6]http://www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/011-02.pdf (Harvey, 2004)
[7]Socialist Register, Ferguson & McNally, 2015
[8]https://www.un.org/development/desa/en/news/population/remittances- matter.html
[9]Socialist Register, Ferguson & McNally, 2015
[10]https://psa.gov.ph/statistics/survey/labor-and-employment/survey- overseas-filipinos
[11]Young, B. (2009). The “Mistress” and the “Maid” in the Globalized Economy. Socialist Register
[12]Strabac, Z., Valenta, M., & Al Awad, M. (2018). Temporary labour migration to United ArabEmirates: acomplex story
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.