Bazı çiçekler, doğasında güzeldir, endüstri çiçeği olduğunda dönüp bakmaz kimse. Onları oldukları yerde, sarp kayalıktaysa sarp kayalıkta, kızgın kumdaysa kızgın kumda tutmak, orada sevmek gerekir
Murat Akbaşlı…
5 yıl sonra bu ismi ya hiç hatırlamayacaksınız ya da müzik, sinema başta olmak üzere gösteri dünyasının en önemli isimlerinden biri olunca adını hiç unutmayacaksınız.
Murat Akbaşlı’nın yolu, kısa süreliğine şöhret olan herkes gibi, böyle çatallanacak: Ya unutulacak ya da ünlülüğü sürdürmeyi başaracak.
Hikâyeyi çoğunuz biliyorsunuz…
Özet geçelim:
Murat Akbaşlı, 2000 yılında Van’da doğmuş, yoksul bir Kürt genci. Eğitimini sekizinci sınıfa kadar sürdürmüş. Okulu bırakmak zorunda kalmış. Sonra çobanlık yapmış, inşaatlarda çalışmış.
Ünlü olduğunda da inşaatta çalışıyordu.
Murat Akbaşlı’nın ünlü olmasına neden olan şey, çalışırken Kürtçe klam söylemeseydi.
Klam, Kürt halk kültüründe önemli bir yere sahip. Dengbejlerin diliyle bugüne kadar ulaşmış eserler bunlar. Bu eserlerde dokunaklı bir hikâye anlatmak kadar, sesi kullanmak da önemli.
Murat Akbaşlı, o kadar etkileyici söylüyordu ki, sesini o kadar güzel kullanıyordu ki, müzik evrenseldir yargısı, o inşaat katında vücut buluyordu. O an, anadili ne olursa olsun, herkesi etkileyen bir melodi, bir ses yakalamıştı Murat Akbaşlı. Sesini yakalamıştı, sesini bulmuştu.
***
Murat Akbaş’ın ünlü olmasını sağlayan o video, sosyal medyanın kalabalığı arasında kalabilir, on binlerce tıklama alsa bile, ‘merkez medyanın’ gündemine hiç gelmeyebilirdi. Zülfü Livaneli, Türk filmlerinden aşina olduğumuz “Bu benim kartım, beni ara” der gibi sahneye çıkmasaydı eğer.
Livaneli, “Keşke bu arkadaşı bulsak da başta Diyarbakır olmak üzere konserlerimizde sahneye çıkarsak” diye yazınca, Murat Akbaşlı’nın videosunu izleyenlerin sayısı hızla arttı.
Mahsun Kırmızıgül de bu olaya sessiz kalmadı, o da ‘aranjörlük’ teklif etti Murat’a. Böylece ‘Türk’ müziğine öyle ya da böyle damga vurmuş iki isim, inşaatta Kürtçe ağıt söyleyen bir gencin ‘sanal hamisi’ oldu.
Fakat bu ‘sanal hamilik’ gerçek hayata nasıl yansıyacaktı? Murat Akbaş, Urfalı İbo mu olacaktı yoksa Sivaslı Ali mi olacaktı?
***
Urfalı İbo’yu hepimiz biliyoruz: İbrahim Tatlıses…
Sadece ünlü olmak için büyük şehirlere kaçan ‘yanık sesli’ sanatçı adaylarının değil, günün birinde yoksulluktan kurtulmayı, ‘âlemin kralı’ olmayı isteyen on binlerce insanın idolü.
İbrahim Tatlıses de inşaat işçisiydi. Yanık sesliydi. İnşaatlarda çalışırken türkü söylediği, keşfedildiği, ünlülüğün basamaklarını tırnaklarıyla kazıyarak geldiği anlatılırdı.
Kendisi de bu inşaat işçiliği geçmişini inkâr etmez, aksine, ünlülüğünün bir çimentosu, sanatçılığının bir alameti farikası gibi, her fırsatta dile getirir, öne çıkarırdı.
Bir Mersin konseri sırasında alanı dolduran yaklaşık 50 bin insana şöyle seslenmişti: “Şu SSK hastanesi var ya! Oranın inşaatında çalıştım ben…”
O an alanı dolduran 50 bin insanın, “Vay be, İbo bizim SSK hastanesinin inşaatında çalışmış” diyerek İbo’yu biraz daha seveceğini biliyordu.
Bugün yaşı 60’ı geçmişlerin hâlâ unutamadığı o türküyle, ‘Ayağında kundura’ türküsüyle sesini bulmuştu İbo.
Sesini kaybettiği oldu. Ama sesini yaşadığı döneme uydurmayı, sesini toplumun beklentilerine göre ayarlamayı her zaman bildi.
Toplum ne istediyse onu söyledi. İktidarlar nasıl bir ses istediyse o sesle söyledi. Yeri geldi Pavarotti’yi taklit etti, yeri geldi popçu oldu, yeri geldi arabeskçi oldu.
Sesi her dönemde kulağa hoş geldi.
Onun için inşaatçı İbo, İbrahim Tatlıses oldu.
***
Sivaslı Ali, Sabahattin Ali’nin, ‘Ses’ öyküsünden bir kahraman. Gerçek mi? Sabahattin Ali böyle bir insanla karşılaştı mı gerçekten, bilmiyorum. Fakat Sabahattin Ali karşılaşmadıysa bile, binlerce insan, Orta Anadolu’nun bozkırlarında bir Sivaslı Ali’ye rastlamıştır, buna eminim.
Sabahattin Ali, ‘Ses’ öyküsüne şöyle başlar:
“Bizi Beyşehir’den Konya’ya götüren kamyon, Barsakderesi dedikleri bir boğazda sakatlandı…”
Sonrası şöyle gelişir:
Yolcu kamyonundaki insanalar aşağı iner, tamiratın bitmesini bekler. Tamir işi uzadıkça uzar. Akşam olur. O civarda bir yol çalışması vardır. Yol amelesi akşam paydosu verilince çadırlarına çekilir. Bir saz sesi gelir Sabahattin Ali’nin ve yanındaki arkadaşının kulağına. Sonra bir erkek sesi duyulur:
“Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni”
Sabahattin Ali, öykünün tam da burasında, o erkek sesini duymasından sonra, şöyle der:
“Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim. Bir insan gırtlağından bu kadar manalı ve sarıcı seslerin nasıl çıkabildiğine hayret ediyordum…”
Sabahattin Ali ve arkadaşı, amele çadırlarına doğru giderler. Orada saz çalıp türkü söylemekte olan Sivaslı Ali’yi biraz daha dinlerler.
Türkü bitince tanışıklık ederler. Bir müzik okulunda öğretmen olan yolcu, Sivaslı Ali’ye, şehirde paralı bir iş bulmayı, daha usta âşıkların yanında çalışmayı önerir.
“Olur” der Sivaslı Ali.
Sabahattin Ali, dostunun Ankara’ya geldikten sonra, gerçekten de o delikanlının işiyle meşgul olduğunu yazar.
Müzik mektebi hocasının amacı, Sivaslı Ali’ye müzik eğitimi aldırmaktır. “Böyle bir sesi az dinledim” demektedir.
Sabahattin Ali de sesten etkilenmiştir fakat daha temkinlidir. Dağ başında kalmanın, mehtabın, dere şırıltısının etkisiyle o sesten büyülendiklerini ima eder.
Fakat arkadaşı ısrarlıdır: Ona göre Sivaslı Ali günün birinde Avrupa’nın ünlü bir tenoru olacaktır.
Nihayet istediğini yaptırır ve Sivaslı Ali’yi müzik mektebinin sınavına sokar. Ali, sınav sırasını beklerken çekingen, ürkektir. Kırık sazıyla efendilerin karşısına çıkmanın ayıp olacağını düşünüp 8 liraya yeni bir saz da almıştır Sivaslı Ali.
Sınav odasına alınır. Oturarak mı söylesin, ayakta mı söylesin münakaşası olur beyler arasında. Çünkü Ali halk ozanıdır ama seçici kurul onu şan sınavına giren bir operacı adayı gibi karşılar. Bağdaş kurup oturması teklifi ayıplanır.
Ali sonunda sazını çalıp söylemeye başlar ama eh işte…
Sonra piyanonun başına alırlar Ali’yi, buradaki sesleri çıkar derler. Ali türkü söylemek ister. Gülerler.
Sınav Ali açısından iyi geçmez. Seçici heyet de pek oralı değildir. Ali’nin odadan çıkıp gittiğini bile fark etmezler.
Sabahattin Ali, sınavdan çıktıktan sonra arkadaşı ve Sivaslı Ali ile birlikte bir kebapçıya gittiklerini yazar. Öykünün son bölümünde şöyle der Sivaslı Ali:
“Ben o odada bir türlü sesimi bulamadım.”
Ertesi sabah…
Sivaslı Ali, 8 liraya aldığı sazını 2 liraya satıp yol parası yapar ve bir sabah vakti Ankara’dan çıkar.
***
İşte Murat Akbaşlı’nın önünde bu iki yol var:
Ya sesini her döneme, her ihtiyaç ve beğeniye, ille de iktidarlara uydurup İbrahim Tatlıses olacak, ya sesini bulamayıp Sivaslı Ali olacak.
Belki burada bir öngörüde bulunmak için erken. Peşin hükümlü olmak ne kadar doğru olur bilemiyorum.
Murat Akbaşlı, Kürtçe söyleyerek buldu o sesini. Zülfü Livaneli ile sahneye çıksa, albümler yapsa, klipler çekse yine Kürtçe söyleyebilecek mi?
Kürtçe söyleyebildi diyelim, hep Kürtçe söyleyebilecek mi? İktidar değişimine göre, dönem değişimine göre toplum gerilip gevşedikçe Murat’ın Kürtçesine karışılacak mı, karışılmayacak mı?
Hem Murat, o güzel Kürtçe ezgiyi, Kürtçe söylemekten hep imtina eden, Kürtçeye mesafeli duran Mahsun Kırmızıgül’ün aranjörlüğünde nasıl söyleyecek?
Yoksa Murat Akbaşlı da, o inşaattan çıkıp müzik dünyasına adım attığında İbolaşmak zorunda mı kalacak?
Sesini bulmak yerine, sesini döneme uydurmayı, hangi dönem neyi istiyorsa onu söylemeyi mi seçecek?
***
Bazı çiçekler, doğasında güzeldir, endüstri çiçeği olduğunda dönüp bakmaz kimse. Onları oldukları yerde, sarp kayalıktaysa sarp kayalıkta, kızgın kumdaysa kızgın kumda tutmak, orada sevmek gerekir.
İnsan da kültürüyle bir çiçek gibidir.
Yaşadığı koşulların içinde kendisi olur, o koşullardan alınıp başka koşullara, sera ortamlarına taşındığında kendisi olamaz.
Bazen, Sivaslı Ali gibi olması gerekir bazı insanların.
Bugün Sivaslı Ali’nin sesini duymadık, onun türküsünü dinlemedik ama onun sesini tanıyoruz.
Bozkırda bir akşamdı, bir ozandı söyledi, bir türküydü söylendi…
Murat’ın sesi de öyle kalsa keşke…
Bir dengbejdi söyledi, bir klamdı söylendi…
Sesi kaldı…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.