Moskova’nın belirlediği Suriye stratejisinde Ankara’ya güçlü bir rol vermediği/vermeyeceği açıktır. Bu nedenle Putin-Erdoğan merkezli kişisel ilişkilerin, Rusya’nın Suriye politikasında Türkiye’ye bir misyon biçmediği artık çok daha net olarak görülüyor
26 Ağustos 2019 tarihinde, sendika63.org sitesinde yayımlanan “İdlip operasyonu askeri-politik dengeleri sarsıyor” makalemde ortaya koyduğum öngörüler, İdlip’in bugünkü askeri-politik durumunu bütünüyle doğruluyor.
Rusya’nın yoğun hava desteğiyle İran ve Şam askeri güçlerinin İdlip üzerinde başlattıkları operasyonu, esasen Suriye’deki politik dengeleri bütünüyle etkileyen ve değiştiren bir süreç olarak değerlendirebiliriz. Özellikle M5 (Halep-Şam) ve M4 (Halep-Lazkiye) otoyollarının doğrudan kontrolüne dayanan operasyon, İdlip üzerinde mutlak hâkimiyetin kurulmasına paralel olarak Türkiye’nin El-Bab ve Afrin’deki askeri varlığıyla Rusya destekli Şam askeri güçlerinin karşı karşıya gelmesinin önünü de açıyor. Ankara’nın en büyük kaygısı da budur. Hatta İdlip politikasında bir kısım değişikliklere yöneleceğinin mesajını vererek yeni bir denge kurmak istiyor. Bu denge İdlip’i elde tutmak değil, esasen Afrin ve El-Bab üzerindeki hâkimiyetini güvenceye almaya dayanıyor. Son iki haftadır bütün yoğunluğuyla Hama ve Halep üzerinden devam eden operasyon, Rusya’nın kararlılık gösterisinin çok ötesinde Türkiye ile askeri, politik ve ekonomik ilişkilere dayanan geleceği bakımından bir fikir veriyor.
Makalede belirtiğim üzere, “Han Şeyhun’un sanıldığı gibi kendi başına çok stratejik bir önemi yok. Ancak savaşın seyrinin değişmesi bakımından önemlidir. Öncelikli olarak Heyet-i Tahrir’uş Şam başta olmak üzere İdlip vilayeti sınırları içerisinde bulunan Radikal İslamcı Örgütler’in en çok güç yığıldığı bölge Han Şeyhun’dur. Ayrıca Hama’ya çok yakın olup Lazkiye bölgesine uzanan koridor üzerinde olması nedeniyle ön plana çıktı. Radikal İslamcı Örgütler, Han Şeyhun’a çok önemli bir askeri güç yığarak, Şam ordusunu ve destek veren milisleri İdlip merkezine uzak yerlerden karşılamayı düşündüler. Böylelikle Şam askeri güçlerinin İdlip içlerine doğru ilerlemesini engellemeyi hedefleyen bir askeri planı uyguladılar. Ancak üç büyük kenti; Halep-Hama-Şam’ı birbirine bağlayan M5 otoyolunun Hama kırsalından sonra Han Şeyhun ilçesinin kaybedilmesinden İslamcı örgütlerin stratejik yenilgisinin önü açılmış oldu. Bu nedenle bu ilçenin kontrolü önemli bir avantaj sağlıyordu. Doğal olarak Rusya ve İran destekli Şam ordusunun bu ilçeyi ele geçirmesi, İdlip savaşının askeri dengelerini değiştirmek bakımından önemlidir. Bir başka ifadeyle Radikal İslamcı Örgütler’in en donanımlı askeri güçlerinin burada yenilgiye uğratılması kadar psikolojik olarak da yenilmeleri oldukça önemlidir. Han Şeyhun’un ele geçirilmesiyle aynı zamanda M5 otoyolunun hızla kontrol altına alınmasının önü açılmış oldu.”
Aynı şekilde “Han Şeyhun’dan sonra yine Rusya’nın aktif hava desteğiyle Maarrat el-Numan ilçesiyle M5 ve M4 otoyollarının kesiştiği Serakib ilçesinin kontrolü de kısa sürede Şam ordu birliklerinin kontrolüne geçirebilir. Son bir haftadır başlayan operasyonla makalede vurguladığım İdlip eyaletinin en büyük ilçesi olan Maarrat el-Numan Esad güçlerinin eline geçti. İdlip yolunu M4, M5 ve İdlip yolunun kesiştiği Serakib ilçesini de fiilen kuşatmaya aldılar. Serakib’in kontrolü esasen İdlip’e gidin yolun da açılması anlamına geliyor. Bu alanda kesin bir kontrol sağlandıktan sonra bu kez Hatay/Yayladağı boyunca Türkiye sınır hattının kontrol altına alınması için operasyonların yönü değiştirilecek. Aynı şekilde “İdlip merkezi kuşatılacak ve operasyonun düzeyi düşürülerek, teslim edilmesi sağlanacak. Halep’te olduğu gibi İdlip merkezinin teslim edilmesi için yeniden göreve çağrılacak. Ankara, buna uygun olmadığı takdirde İdlip merkezine yönelik kapsamlı bir operasyon için yeni bir hazırlık yapılacak.” Rusya’nın belirlediği ve aktif hava desteği verdiği, karada Şam askeri güçlerinin konumlandığı savaş taktiği aşamalı olarak uygulanıyor. “İdlip merkezi kuşatılarak, Ankara’nın aracılığıyla yeni görüşmeler yapılarak Halep’te olduğu gibi Şam yönetimine teslim edilmesi talep edilecek.” Rusya askeri güçlerinin doğrudan kontrol ettiği operasyon, bu plan dahilinde ilerlediği görülüyor. Burada sorun Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin ve dengelerin nasıl kurulacağıdır.
Temmuz 2019 tarihli yazıda belirttiğim gibi: “Erdoğan’ın Putin’e önerdiği ve üzerinde yapılan anlaşma gereği başta Heyet-i Tahrir’uş Şam olmak üzere Radikal İslamcı Örgütler ağır silahlarını teslim ederek ‘silahsızlandırılmış bölgeler’den çekilecek, Halep-Şam arasındaki M5 ve Halep-Lazkiye arasındaki M4 otoyolları trafiğe açılacak ve bu bölge Rus askeri birliklerinin kontrolüne verilecekti. Radikal İslamcı güçlerin ikna edilmesi ve çekilmesini sağlama görevi de Türkiye’ye verilmişti. Peki, ortaya çıkan tablo nedir: Öncelikli olarak Türkiye böyle bir süreci başlatmadı veya başlatamadı. Radikal İslamcı Örgütler’den hiçbiri çekilmedi. Stratejik yollar açılmadı. Moskova, birçok defa hem arka plan diplomasi de hem de kamuoyu önünde Ankara’ya sorumluluklarını hatırlattı. Bu sorumlulukların yerine getirilmemesi İdlip operasyonunu zorunlu hale getirdi.” Putin, Ortadoğu’nun süreklileşen askeri ve politik dengelerin değişmesinde Rusya’nın yeni roller üstlenebilmesi için artık Suriye meselesinin kesin bir çözüme götürmek istiyor. Bu nedenle Suriye’de bulunan Rusya’nın askeri birlikleri İdlip’in askeri olarak kontrol altına alınması için talimat verdi. 7 Ocak 2020 tarihinde aniden Şam’a gidip Esad ile görüştü, Emevi Camii’ni ziyaret etti. Fotoğraflar çektirdi, kamuoyuna sundu ve daha önemlisi İdlip operasyonunun başlatması talimatını verdi. 8 Ocak 2020’de ise İstanbul’a geldi ve Erdoğan ile görüştü. Böylelikle Erdoğan her iki cümlesinden birinde “Dostum Putin” diye söze başlarken, Putin ise tersine Erdoğan yerine vazgeçilmez müttefikinin Esad olduğu mesajını verdi.
Rusya’nın İdlip merkezli Suriye’de ve Libya’da esasen Türkiye ile karşı karşıya geldiği çok açık. Suriye’deki çatışmanın çok açık, Libya’daki rekabetin dolaylı olarak yürütülmesi Türkiye’nin askeri ve politik pozisyonunu çok ciddi oranda etkileyecek bir sürecin başladığını gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu konuda Rusya da eğer biz birbirimize sadık ortaklarsak, tavrını belli edecek. Ya Suriye ile olan süreci farklı yürütecek ya da Türkiye ile olan süreci farklı yürütecek, bunun başka yolu yok… İdlip’te bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız. Bunlara biz bir yere kadar sabrederiz, sabrettik ama ondan sonra da biz göbeğimizi keseriz” biçimindeki açıklaması Rusya ile ilişkilerin boyutu bakımından bize bir fikir verebiliyor. Böylelikle İdlip üzerinde yapılan pazarlıkların pratik bir değeri olmadığını, Ankara-Moskova hattının sanıldığı gibi kalıcı ve güvenilir bir ilişkiye dönüşmediğini, çıkarlarının ve stratejik hedeflerinin çok farklı olduğunu ortaya çıkardı. Moskova’nın belirlediği Suriye stratejisinde Ankara’ya güçlü bir rol vermediği/vermeyeceği açıktır. Bu nedenle Putin-Erdoğan merkezli kişisel ilişkilerin, Rusya’nın Suriye politikasında Türkiye’ye bir misyon biçmediği artık çok daha net olarak görülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İdlip’te bu bombalamaları durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız… sabrettik ama ondan sonra da biz göbeğimizi keseriz” açıklamasının adresi ise dostu Putin’dir. Bir başka ifadeyle Moskova ile ilişkilerin yeniden gözden geçirileceğini ve İdlip operasyonuna askeri olarak müdahil olacaklarını dile getirdi. Peki bu mümkün müdür? Teorik olarak elbet ki mümkün. İdlip’in hem Türkiye ile sınır olması hem bölgedeki Radikal İslamcı Örgütler ile yoğun bir ilişki içinde olması nedeniyle askeri olarak bu güçlerin yeniden desteklenmesi gibi bir kısım pratik adımlar atabilir. Ankara hava operasyonlarına başvuramaz. Ancak kara gücü ve askeri ekipman bakımından İslamcı örgütlere destek verebilir. Peki bu yönelim İdlip savaşını etkiler mi? Belki süreci birkaç aylığına uzatabilir ama Rusya’nın komutasında yürütülen operasyonlarda İslamcı cihatçıların askeri bir sonuç alması pek mümkün değil. Ancak Ankara’nın İdlip bölgesindeki askeri güçleri askeri olarak desteklemeye yönelmesi, Ankara’nın mevcut pozisyonunu birkaç yönde daha kötü bir duruma geçirecektir.
“İdlip savaşıyla, Astana süreçleri olarak devam eden görüşmelerin ve kararların stratejik olmadığı, bütünüyle özgün süreçlerin bir sonucu olduğu teyit edilmiş oldu. Suriye üzerinde Ankara-Moskova merkezli yürütülen görüşmeler ve alınan bir kısım kararlar esasen stratejik olmayıp tamamen konjonktürel olduğu artık çok daha fazla net olarak ortaya çıktı. Rusya, hiçbir dönem Türkiye ile stratejik ortaklıklar kurmak gibi bir planı olmadı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye merkezli Ortadoğu politikasının çöküşünü kendi lehine kullanarak ABD başta olmak üzere NATO ile olan ilişkileri olumsuz yönde derinleştirmeye çalıştı.”
İdlip operasyonunu çaresizlik içinde izleyen Erdoğan da farklı açıklamalar yapmaya başladı: “Şu anda Astana süreci diye bir şey de kalmadı. Astana süreci şu anda sessizlikte veya sessizliğe büründü. Astana’yı yeniden ayağa kaldırmak ve yeniden ayağa kalkışı ile birlikte Türkiye, Rusya, İran ne yapabilir, bakmak lazım.” Hem Suriye’de oluşan yeni politik denge hem de Libya üzerinde şekillenen Doğu Akdeniz siyasetinin, Ankara-Moskova fay hattında ciddi kırılmalar yarattığı görülüyor. Belki Erdoğan’ın ısrarları üzerine yeni bir Astana toplantısı yapılabilir. Ancak, “yeniden ayağa kalkması” pek mümkün görünmüyor. Bundan sonraki Astana toplantıları biçimsel olmanın dışında bölgesel dengeleri ve ilişkileri belirleyecek bir rolü üstlenmesi artık oldukça zordur.
Birincisi; İdlip savaşından askeri, politik ve toplumsal olarak en çok etkilenecek merkezin Ankara olacağı açıktır. Suriye’de Moskova’ya entegre olmuş Ankara’nın bir çatışmayı göze alması pek mümkün değil. İdlip ve Libya üzerinde bu politikadan bir değişikliğe yönelmesi özellikle S-400’ler gibi stratejik savunma gücünü satın alması ve enerji merkezli yüksek düzeyde bağımlılık ciddi sorunlar yaratacaktır.
İkincisi; Ankara’nın Rusya ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi ve hatta ciddi oranda kopması için Brüksel’de NATO merkezinin mutlak desteğini alması gerekir. Brüksel-Ankara ilişkilerinin yeniden dizayn edilmesi için ciddi bir zamana ihtiyaç olduğu açıktır. Ayrıca Brüksel, Ankara’nın mutlak itaatini isteyecektir. Bunun içinde sadece Suriye’de değil bütün Ortadoğu’da NATO’nun stratejisine tabi olacaktır.
Üçüncüsü; Ankara’nın “Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) karşı ortak operasyonlar yaparak tasfiye edilmesi karşılığında Şam rejimiyle görüşmeye başlayabilecekleri” önerisi özellikle Rusya tarafından kabul görmedi. Ankara, Şam rejimini tanıma süreci için özellikle iç politikada elinde tutabileceği bir argümana sahip olmak istedi. Ancak olmadı.
Dördüncüsü; Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği (AB) tarafından yapılacak açıklamalar dikkate alındığında, eğer savaş İdlip merkezine yayılarsa 1 milyondan fazla insanın Hatay’a gelebileceği belirtiliyor. Ankara, özellikle AB için ciddi bir kaygıya yol açan bu göçün durdurulması için askeri operasyonların durdurulmasını ve bunun için de Moskova’ya baskı yapılmasını istiyor. Aynı şekilde Suriye topraklarında konut yapma sevdasını da sürekli tekrarlıyor. Ancak ne ABD ne de AB, yani NATO, İdlip operasyonları nedeniyle Moskova ve Tahran ile karşı karşıya gelmezler.
Beşincisi; Ankara için esas sorun, İdlip’ten sonra sıranın El-Bab ve Afrin’e gelmesidir. Önümüzdeki yaz aylarında öncelikli olarak El-Bab’da bulunan Türk askeri güçleriyle Rusya ve Şam askeri güçleri karşı karşıya geleceklerdir. Rusya’nın önceliği El-Bab olacaktır, Çünkü El-Bab’a girilmesine ABD izin verdi. Afrin’e Rusya’dan izin alındı. Moskova, öncelikli olarak ABD’nin onayı ile girilen El-Bab’dan Türk askeri birliklerinin çekilmesi için Ankara’ya baskı yapacaktır. El-Bab’da kapsamlı bir çatışmanın gündeme gelmesi hiçbir şekilde sürpriz olmaz. Ankara’nın, fiilen 82.il gibi gördüğü El-Bab’ı kaybettiği andan itibaren Afrin’den çıkması birkaç haftayı alır. El-Bab’da olası bir çatışma, Ankara’nın askeri ve politik yenilgisinin tescili olacaktır.
Altıncısı; Ankara, Şam-Kamışlı-Moskova arasında devam eden görüşmelerden ciddi kaygı duyuyor. Moskova’nın hakemliğinde Şam-Kamışlı arasında varılacak ortak anlaşmalar çerçevesinde QSD, Esad rejimiyle birlikte İdlip, El-Bab ve hatta İdlip’te operasyonlara katılabilir.
Kısacası, Ankara’nın İdlip merkezli bir manevrası askeri ve politik olarak hiçbir sonuç vermeyecektir. Önümüzdeki aylarda, Ankara’nın, El-Bab üzerinden yeni, çok daha ciddi askeri-politik bir krizle karşı karşıya kalması yüksek bir olasılıktır. İktidarın, Suriye merkezli Ortadoğu politikasının iflası ve Doğu Akdeniz’de yapmaya çalıştığı hamlelerin başarısızlığının iç politikadaki yansımaları, tahmin edilenden daha sert olacak gibi görünüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.