Anneye ya da kadına değil de aileye “biz bir aileyiz” diyenlere öfkelenmeliyiz. Evlerin içinde kadınlığı, cins bilinci, evlat sevgisi eriyip biten kendisi un ufak olanlara değil. Bizi bu çarklarda un ufak edenlere öfkelenmeliyiz. Bu çarklar dursun dedikçe aile dişlisini bileyenlere kızmalıyız
Biz aile kurumuna sırf AKP “aile de aile” dediği için ses etmedik. Biz aile kurumuna işte şimdi bu ortalığa saçılan irinin orada biriktiğini bildiğimiz için ses ettik. Bireysel dünyamızdaki ailelerle de kolektif toplumsal bilincimizdeki ailelerle de uğraştık.
Öfkelisin değil mi? Babası tarafından erkek arkadaşı olduğu gerekçesiyle öldürülen Şeyma’nın annesinin kendisine uzatılan mikrofonlara yarı histerik yarı yıkık biçimde “Benim kocam katil değil” diye ağlamasına kim öfkelenmez ki. Ama işte aile dediğin bu, ne olursa içeride yaşanır. Aile erkeğe mahsus bir iktidar alanıdır, bir arınma alanıdır. Sokakta kim olursa olsun, ister işsiz güçsüz bir aylak, ister yüksek gökdelenlerde ofisinde toplantılar “set eden” bir yönetici. Tüm erkeklerin gizli bir ortaklığı vardır. Hepsi “kurallarını kendinin koyduğu” bir teritoryanın sahibidir. Hepsinin evlerdekilere karşı suç işleme hakkı vardır. Kimi bunu fiile döker, kimi bu haklını saklı tutar. Ama saklı tutar, yani kaldırıp rafa koymaz.
Bir oyuncu/youtuber var, sarışın, şehirli kadın mesela; Şeyma’nın annesine hiç benzemeyen. Evliliğinden doğumuna her şeyi youtube kanalında bir masal gibi anlatan. Geçen kocası cinsel taciz suçundan hapis cezası alınca çıkıp şöyle demiş: “Bu olay benim ailemde yaşanan bir olay olduğu için, benim aile kavramımda ne olursa olsun her koşulda aileme destek olmak vardır. Bu sebeple, geçmişte yaşanmış bir olay olsa da Caner’in yanındayım.” [1]
Aa bak gördün mü konunun cahillikle ya da okumakla, köylülükle ya da kentlilikle ilişkisi yokmuş. “Benim aile kavramımda, ne olursa olsun … yanındayım.” Ne olursa olsun mu? Daha ne olsun? Bir başka kadına saldıranın, taciz edenin yanında kendini ne kadar güvende hissedecek bilmiyoruz. Ama biz onun için de kaygılanacağız. Başına bir şey gelmesin isteyecek gelirse sesimizi çıkaracağız.
Konu kadınlara karşı işlenen suçlar olunca aile daha da önemli olabiliyor. Mesela eski mi eski “iç” mi “iç” bir bakanın oğlu diyelim bir tecavüz ve cinayet ile suçlanıyor. Aa baba oğlunu şehirden helikopterle gelip alıyor. Oğlunu üç beş kadına yedirecek değil. Zaten geçmişte daha geniş ve derin “aile”sinin işlediği suçlardan sıyrılmasını da böyle sağlamamış mıydı? Sonuçta o “iç”ken baş olan bir bakan hem de kadın bakan da “devlet için kurşun atan da yiyen de…” diyerek adamlarını üç beş kişiye yedirtmemişti. Ne kadar da Şeyma’nın annesi değil mi? Mikrofon bulunca hemen “katil değil”. Çünkü aileden devlete, babadan reislere akan bir yol var gizli gizli…
Aile budur işte. Erkeklerin bu “gizli bahçesi”nde başka kadınları suç ortağı yapar. Evladı ölen anneyi gördüğü ilk kamusal kürsüde kocasını aklayacak kadar işbirlikçi yapar. İş cinayete varmasa öyle yapar. Aile içi şiddette, taciz ve tecavüzde mesela evladı için canını verecek kadar seven kutsal annelik mi susar? Susar di mi bazen evin düzeni, ailenin huzuru, el alemin ne diyeceği yüzünden. Kocasından şiddet gören kızlara kapıları sadece babalar mı kapatır, hayatını yaşamak isteyen kızları sadece abiler mi engeller, yasaklar sadece erkeklerden mi gelir. Hayır! İşte adına aile denen bu kurumun içinde annenin, kadının iradesi “erk”in buyruğuna girer. Aile kadınları ya kurban yapar ya da kurban karşısında susmaya, çoğu zaman da katille işbirliği yapmaya zorlar. Bu role yanaşmayanın sonu da farklı olmaz. O da hoop kurbana dönüşür ya da bir biçimde itibarsızlaştırılıp düşkün dışlanmış biri oluverir. Sonuçta her yanı sapı sapır dökülen bu toplumun ikiyüzlü ahlakı bize bunu öğretmiştir. Susmayı, uymayı okulda hayat bilgisi kitabı, mahkeme salonlarında okunan yasalar, işyerlerinin yazısız kuralları hava gibi etrafımızı saran her şey bunu öğretir. Çünkü aile bu toplumun en küçük yapı taşıdır. Ve diyalektik diye bir şey var!
İşte bu yüzden anneye ya da kadına değil de aileye “biz bir aileyiz” diyenlere öfkelenmeliyiz. Evlerin içinde kadınlığı, cins bilinci, evlat sevgisi eriyip biten kendisi un ufak olanlara değil. Bizi bu çarklarda un ufak edenlere öfkelenmeliyiz. Bu çarklar dursun dedikçe aile dişlisini bileyenlere kızmalıyız bence.
Yani iyi aile-kötü aile, muhafazakâr aile-aydın aile falan gibi ikilemlerle izah etmemeliyiz bazı durumları. Çünkü en iyisinde bile bir şeylerin üzeri örtülüyordur. Bazı suçlar hoş görülüyor bazen gücü yetmediğinden bazen aklı yetmediğinden birinin başına gelene ses edilmiyordur. Başına bir şey gelen de “Eee hak ediyordur” belki.
Haa, demin dedik aileden devlete bir yol var akar gizli gizli peki bizim mahallede yok mu “aileler”imiz. Soylu ve haklı kavgamızda da kollar kırılıp yenler içinde kalmadı mı? Biz bu konuyu kendi aramızda çözmedik mi? Aynı masanın başında eşit söz hakkına sahip olduk diye eşit mi olduk akşam evde yemeklerini önüne koyduklarımızla.
Evet eski Yeşilçam nostaljisi seven arkadaşlar aile bir cehennemdir. Annenin Adile Naşit, babanın Münir Özkul olduğu filmlerde cefakâr annelerin iş yapıp, fedakâr babaların eve ekmek getirdiği ailelerde babalar kızlarına tokat atar çünkü hakkıdır. Dışardan gelen kadın karakterler Emel Sayın olsalar bile ancak ev işi yapıp domestikleşerek “aileden” olur, sevilir, kabul görür. Ferit’ler çapkındır ama bunu hoş görürüz ve munis ev kızları onları yola getirsin diye bekleriz filmin sonunda. Hababam sınıfında Ayşen Gruda düşürmedi mi sınıfı birbirine zaten hem de Hafize Ana’nın oğullarını korumasına rağmen. Bu filmlerde para her şey değildir çünkü aile her şeydir. Hollywood’da da hep öyle değil midir? Tüm felaket filmlerinde aileyi korumak için uğraşılmaz mı? Yıkık boşanmış, ihmalkâr babalar kâh uzaylı istilasından kâh dev dalgalar veya depremden ailelerini koruyarak aklanmaz mı sonunda. Nasıl mutlu mu sonlar? E hadi paylaşın Neşeli Günler’den aile boyu gülünen “sıcacık” bir sahne sosyal medya hesaplarınızda da altına kalpler konduralım. Çünkü ekrana bakıp ailenin riyakârlığını konuşmaktan daha kolay böylesi.
Şeyma’nın annesine, youtuber kıza, hatta Arda Turan’ın “kocasının genlerini aktarmak için 4 çocuk yapmak isteyen” eşine öfkelenebiliriz ama bu bizi feminizme götürmez. Görmüyor musunuz bize bunları öğreten, dayatan bir şeyler var. Bu sözleri sarf edenler değil aile düzenini kutsayan ve kadına karşı suçların üzerini örmek için kullananlar kusurlu değil mi? Ha ama aile düzenini yaşatan sadece AKP değil, bi onu bilelim diye yazıyorum. İzlediklerimizle, kendi aramızda kurduğumuz ilişkilerde, Twitter’da kurduğumuz “politik doğruculuk cumhuriyetinde” boyun eğdiğimiz her kural yüzünden evlerde yaşadığımız ya da yaşanmasına tanık olduğumuz cehennemlerde, mücadele örgütlerimizde bir kadın “cadılaştırılırken” ya da “itibarsızlaştırılırken” sahip olduğumuz yüksek örgütlülük bilinciyle sustuğumuzda, feministlere oturduğumuz köşelerden akıllar verip makbul eylem, döviz ve sloganlar listesi yazarken bu bakıp da yüzümüzü buruşturduğumuz kadınların sayısının artmasında payımız olduğunu bilelim. Evlensek de evlenmesek de içinde kurduğumuz ilişkiler “aile”nin ne kadarını barındırıyor içinde; kediler ve köpekler de dahil. Bir durup düşünelim.
Sicilyalı bir aile babası olan ve ailenin her şey olduğuna inanan Michael Corleaone, Godfather serisinde bir sahnede şöyle der: “Kadın ve erkekler arasında yıllardır uyulan bazı kurallar vardır.” Bu kurallara uymayarak başlayalım.
8 Mart’ta görüşürüz…
Dipnot:
[1] İlgilisi fazlasını şuradan öğrenebilir: https://www.birgun.net/haber/oyuncu-muge-boz-cinsel-saldiri-sucundan-ceza-alan-esini-savundu-yanlis-anlasilma-287242)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.