Kırk yıl önce bugünlerde İzmir’in cadde ve sokaklarında, işyerlerinde, mahallelerinde büyük bir direniş yaşanıyordu. Tariş işçileri ve devrimciler, MC hükümetiyle birlikte başlayan özelleştirmelere ve faşist saldırılara karşı barikatlardaydı
Kırk yıl önce bugünlerde İzmir’in cadde ve sokaklarında, işyerlerinde, mahallelerinde insanlık tarihine onurlu harflerle yazılacak bir direniş yaşanıyordu. Tariş işçileri ve devrimciler, MC (Yeni Milliyetçi Cephe) hükümetiyle birlikte başlayan özelleştirmelere ve faşist saldırılara karşı büyük bir direniş başlatmışlardı. Gruplar halinde “Tariş halkındır, satılamaz!”, “Tariş’te faşistlere yer yok” diye bağırarak Bornova’da, Konak’ta Basmane’de Alsancak’ta bildiriler dağıtılıyor, korsan gösteriler düzenleniyor, pankartlar, afişler asılıyordu.
Tariş ülkemizin en eski, en büyük kooperatiflerinden biridir. Ege bölgesinin üzümünü, incirini, zeytinini, zeytinyağını ve pamuğunu değerlendirmek için kurulmuştu. O zamanlar Ege’nin köylerinden seksen bin üyesi vardı. Yönetim kadroları ise Sanayi Bakanlığı tarafından zengin toprak sahipleri ve sermayedar üyeler arasından atanıyordu. Sanayi işletmeleri büyüktü, iktidarlar tarafından arpalık olarak kullanılıyordu. Hele taban fiyat belirleme yetkisinin sağladığı güç vardı ki her dönem fena halde hükümetlerin ağzını sulandırırdı.
1975-77 yılları arasında AP (Adalet Partisi), MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve MSP (Milli Selamet Partisi) tarafından kurulan 1. ve 2. Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde Ankara’dan, İstanbul’dan, Erzincan’dan, Tokat’tan, Yozgat’tan getirilen, üretim ile ilgili hiçbir özellikleri olmayan Ülkü Ocaklı faşistlerle doldurulmuştu. Bunların görevi Ülkü Ocaklarına haraç toplayıp, işkenceye varan baskı, tehdit ve şantajla devrimci demokrat işçileri yıldırıp işten ayrılmalarını sağlayarak kendi yandaşlarına yer açmaktı. Bir başka görevleri de giremedikleri okullara, mahallelere saldırılar düzenlemekti.
Milliyetçi Cephe’nin dağılıp CHP’nin hükümet olmasıyla birlikte devrimci işçilerin de kararlı direnişleriyle kısa zamanda zor da olsa Tariş faşistlerden temizlenmiş, faşist saldırıların üssü olmaktan çıkarılmış, çalışanların can güvenliği sağlanmıştı. Bu huzur ortamı aynı zamanda bütün işletmelerde üretim artışını da beraberinde getirmişti. İşçiler Türk-İş’e bağlı sendikadan ayrılıp DİSK’e bağlı sendikaya geçmiş bu sayede hak ve ücretleri de önemli oranda yükselmişti. Tariş’teki devrimci işçilerin temsilcisi Süreyya Ayna (çok erken ayrıldı aramızdan) Basmane’deki derneğe her uğradığında kapıdan girerken sol kolunu havaya kaldırarak, “Kazanmak güzel şey!” diye bağırırdı.
Ne var ki Ekim 1979’da Süleyman Demirel başkanlığında yeni MC hükümetinin iş başına gelmesiyle birlikte yaz ortasında kar yağmış gibi hava birden değişti. IMF tarafından ülkemize gönderilen Turgut Özal yoksul halk için zam, zulüm, işkence anlamına gelen 24 Ocak kararlarını ilan etti. Bu kararlar aynı zamanda Hereke halı fabrikasından Ereğli’deki Alüminyum işletmelerine varıncaya kadar kamuya ait neyimiz var neyimiz yoksa haraç mezat satılması anlamına gelen özelleştirmelerin de önünü açıyordu. Ne var ki bu o kadar kolay halledilebilecek gibi görünmüyordu. Özelleştirmelere karşı çıkan büyük bir muhalefet vardı bunların susturulması içinde cunta koşulları gerekiyordu.
Abdullah Çatlı gibi katiller tarafından oluşturulan silahlı gruplarla kahveler taranıyor, okullar, işyerleri, mahalleler basılıyor, kışkırtmalar tertipleniyor, Maraş ve Çorum gibi yerlerde ana karnında bebelerin bile acımasızca süngülendiği, yüzlerce insanın can verdiği kanlı katliamlar tezgâhlanıyordu. Faşist bir askeri darbenin koşullarını sağlamak için ülkemizde bir baştan bir başa, “Sağ sol çatışması!” palavrasıyla faşist bir terör estiriliyordu.
Özelleştirmeler için ilk hedef Tariş’tir. Burası aynı zamanda yeni faşist kadrolarla birlikte sonraki özelleştirmeler için de bir prova niteliğindedir. Emperyalizmin uşakları, “Asayişin sağlanması!” gibi bir bahaneyle işe başladılar. Düğmeye basılmış gibi bölgenin önemli gazetelerinden biri olan Yeni Asır başta olmak üzere sağcı gazeteler aynı anda kışkırtıcı ve tahrik edici manşetlerle okuyucularının karşısına çıktılar.
Hemen her gün büyük puntolarla, “Tariş komünistlerin yuvası! Üretim düşüyor! Ortaklar kan ağlıyor!” gibi tahrik edici ve yalan manşetler birbirini izliyordu. Birkaç gün geçmeden üç yüz kadar işçinin iş akitlerinin sonlandırıldığı duyuruldu. Genel müdür Erdinç Gönenç bu kararı uygulamayınca görevinden alınarak yerine Hakkı Gürün atandı. Hakkı Gürün koltuğuna oturur oturmaz, “Suç odaklarının ortaya çıkarılması için istihbarat çalışması yapılacağı” gibi bir gerekçeyle hiç oyalanmadan işletmelere yönelik operasyonlara başladı. Bu karar aynı zamanda 22 Ocak 1980 günü ülke tarihinin en sert, en kararlı ve en kitlesel direnişlerinden birinin başlamasına da neden oldu.
Şafak sökerken panzerler eşliğinde binlerce polis ve jandarma arama yapmak gerekçesiyle işletmelere saldırıya geçti. Tariş işçisi önceden direnme kararı almıştı, öyle de yaptılar. Saldırı güçlüydü, polis öğleye doğru Çiğli İplik dışında bütün işletmeleri teslim aldı, üretim durdu. Haber kısa sürede kulaktan kulağa bütün şehre yayıldı. Gültepe ve Çimentepe başta olmak üzere bütün gecekondu mahallelerinde, şehrin bütün cadde ve sokaklarında protesto gösterileri düzenlendi. Bütün okullarda açıklamalar yapılarak geniş katılımlı korsan gösteriler yapıldı.
Sonraki gün binlerce Ege Üniversitesi öğrencisinin katılımıyla Ankara İzmir karayolu lastikler yakıldı, yol işgal edilerek trafiğe kapatıldı. Öğrenciler Bornova’ya anıta kadar yürümek istiyorlardı. Jandarma hızlı davranıp yürüyüşün önünü kapatınca uzun süren tartışmalar yapılmıştı. Bu konuşmalar tam tatlıya bağlanacakken bir astsubayın, “Ateş!” diye bağırmasıyla her şey tersine döndü, öğrencilerin üzerine acımasızca mermi yağdırıldı. Buz gibi soğuk havada keskin vızıltılarla uçuşan G3 mermileri değdiği her yeri ateş gibi yakıyor, parçalar kaldırıyordu.
Jandarma gün boyu önüne çıkan öğrencilerden çalışanlarına, öğretim görevlilerinden, binalarına, ağaçlarına kadar bütün üniversiteyi karşı koyulmaz bir kinle kurşun yağmuruna tutmuştu. Cılız kış güneşi körfezi belli belirsiz kızartıp akşamın karanlığı yayılırken tüfek sesleri de susmuştu. 80 öğrenci yaralanmış 200 öğrenci de gözaltına alınmıştı. Ertesi gün Yeni Asır gazetesi katliama yönelik bu saldırıyı “İzmir’de savaş!” manşetiyle duyurmuştu. Neyse ki kendi yaralarımızı kendi yöntemlerimizle sarıp iki gün sonraki Barış ve Demokrasi Mitingi’nde geniş bir katılımla yer almıştık. Tarişli şişçiler büyük bir coşkuyla gelmişlerdi.
DİSK yönetimi bu direnişin bir an önce sonlandırılması için inanılmaz çaba harcıyordu. Miting boyunca direnişçi işçiler arasında dolaşıp duran, “Genel grev örgütleyeceğiz!” gibi bir Truva atı vardı. İçi doldurulamayan öneri tamamen işçiler arasında ikilik yaratmaya yönelikti. Miting için İzmir’e gelen yöneticiler bu önerinin fazlasıyla cazip olduğunu düşünmüş olmalılar ki o gün akşam olmadan direnişin biteceğini umut ettiler. Ne var ki hayırlı haber bir türlü gelmemişti. Çaresiz bir başka yöntem denemek için miting sonrası Çiğli İplik’in yolunu tuttular. Yapılan toplantıda uzun tartışmalardan sonra devrimci işçilerin tüm çabalarına rağmen DİSK’in o günkü yöneticilerinin tahrik edici konuşmaları ve tavırları etkisini gösterince, direnişi savunanlar azınlıkta kalmış 31 Ocak 1980 günü direniş sona ermişti.
Ama egemenler kendi kararlarından vazgeçmemişlerdi. Birkaç gün sonra TARİŞ yönetiminin gazetelere ilan vererek, “Zarar ziyan tespiti yapacağından işletmelerin bir hafta süreyle kapatılacağını” ayrıca “Bütün işçilerin iş akitlerinin fesih edildiğini” duyurmasıyla hava yeniden değişti. Yeniden bütün işletmeler direnişe geçti. Saldırı şimdi daha da güçlüydü öğleye doğru yine Çiğli İplik dışındaki bütün işletmelerde direnişler kırıldı. 50 işçi yaralanmış, 600 işçi de gözaltına alınarak Alsancak stadyumuna doldurulmuştu. Çiğli İplik’te kapıları kaynaklayan direnişçiler jandarmayı, polisi işletmeye sokmamışlardı.
Aynı gün bir grup devrimci arkadaşla Çimentepe’ye gitmiştik. Başka bir grup arkadaşımızı da Gültepe mahallesine yollamıştık. Yanımızda götürdüğümüz iki kocaman hoparlörü uzunca bir sırığın ucuna bağlayarak tepedeki bir evin damına dikmiş sesini de sonuna kadar açarak işçilere moral vermek için gece gündüz devrimci marşlar çalıyorduk. Mahallenin önemli giriş çıkış yerlerini barikatlarla kapatmış, başına da iki saatte bir değişen silahlı nöbetçiler koymuştuk. Bizim Tayyar elinde sten akşama kadar barikatları dolaşıp duruyordu. Kadın arkadaşlarımız nöbetlerden arta kalan zamanlarında mahalleli kadınlarla toplantılar düzenleyerek direniş ile ilgili konuşmalar yapıyorlardı. Ayrıca bütün gece boyunca iplik fabrikasına giden yollara barikatlar kuruyor, operasyona engel oluyorduk. Ertesi gün polis bu barikatları kaldırıncaya kadar akşam iniyor bir türlü operasyon yapamıyorlardı. O barikatların birinde Cemil Oral adında genç bir işçi panzerden açılan ateşle vurulmuştu.
Günlerce Foça’dan ve başka yerlerden getirilen askeri birlikler yığınak yaparak operasyona için hazırlandılar. 14 Şubat’ta sabaha karşı Yamanlar Dağı’ndan Menemen Ovası’na doğru ısırıcı bir rüzgâr esiyordu. Kurşuni bulutlar körfeze akıyordu. Dona çekmiş toprak tankların paletleri altında eziliyordu. On binin üzerinde komando ve polisten meydana gelen bir kuvvetle tanklarla, kepçelerle, kariyerlerle, helikopterlerle operasyon başlamıştı. Gecenin o saatlerinde martıların mırıltı ve kanat seslerine alışmış direnişçilerin kulaklarına tankların palet gürültüleri çalındı. Ardından da gök gürültüsünü andıran patlamalar başladı.
Direniş, operasyonu başlatanların umduklarından daha çetin ve uzun sürmüştü. Kuşatanlar akşama doğru direnişçiler arasında başlayan ikilikten sonra ancak emellerine ulaştılar. Egemenler ve onların uşakları sonsuz bir öfke ve dehşet içindeydiler. 1500 civarındaki direnişçiyi kadın erkek demeden fabrika önünde sel suları altında kalmış kamışlıklar gibi yerlere serdiler. Seçerek 270 direnişçi işçiyi gözaltına alıp Karşıyaka Stadyumu’na doldurdular.
Fabrikadaki direnişin kırılmasından bir gün sonraki hedef Çimentepe’ydi. 16 Şubat 1980 günü de Gültepe’deki barikatlara saldırdılar. Gün boyu süren çatışmalarda üç polis yaşamını yitirmişti. Barikatçılardan 100’e yakın yaralı vardı. 200’den fazla direnişçi de gözaltına alınmıştı.
Umutlarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.