Türkiye-Rusya ilişkisi, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığının arttığı bir ilişki olsa ve iki ülke hükümetleri arasında sıkı bir diplomatik trafik işlese de bu iki tarafın da aynı konularda aynı refleksleri verdiği ya da birlikte kazandığı bir stratejik ortaklık ilişkisi değil
Rusya lideri Vladimir Putin, 8 Ocak’ta düzenlenen TürkAkım projesinin açılış töreni için geldiği Türkiye’de Tayyip Erdoğan’la Suriye ve Libya meselelerini de konuştu ve ikili adına bir ortak açıklama yayımlandı.
Açıklamanın ikili ilişkilere dair olan kısmında şu ifadeler var:
“TürkAkım Doğalgaz Boru Hattı karşılıklı fayda sağlayan bu ilişkinin somut bir örneğidir. İşbirliğimizin halklarımızın ortak menfaatlerine hizmet etmesinin yanı sıra, bölgesel meselelerin çözümüne de katkı sağladığını görmekten memnuniyet duyuyoruz.”
Önce TürkAkım Doğalgaz Boru Hattı’nın sağladığı karşılıklı faydaların ne olduğuna bir bakalım. Türkiye enerjide dışa bağımlı bir ülke. İran’a uygulanan ambargo, Irak ve Suriye’deki savaş hali nedeniyle de Rusya’ya bağımlılığı giderek artmaktadır. Türkiye’nin yıllık doğalgaz ihtiyacının yüzde 53’ünü Rusya karşılamaktadır. TürkAkım da bu bağımlılığı pekiştiren bağlardan biri.
Üstelik adı TürkAkım olsa da bu bir ucunda Rusya’nın bir ucunda Avrupa’nın yer aldığı, Türkiye’nin transit alan olarak kullanıldığı bir boru hattıdır. Rusya enerji tedarikçisi olarak tekel pozisyonundadır ancak Türkiye “enerji köprüsü” olarak bu pozisyonda değildir. TürkAkım’la Rus gazının Doğu Avrupa’daki diğer geçit yollarına bir başka alternatifin eklenmesine katkı sunmuştur sadece. Yani burada Türkiye’nin pazarlık gücü yoktur ancak Rusya’nın pazarlık gücü artmaktadır.
Gelelim Erdoğan ve Putin’in ortak açıklamasındaki “İşbirliğimizin halklarımızın ortak menfaatlerine hizmet etmesinin yanı sıra, bölgesel meselelerin çözümüne de katkı sağladığını görmekten memnuniyet duyuyoruz” ifadesine.
İkili görüşmede gündeme gelen Suriye ve Libya konularında, Rusya ve Türkiye karşı taraflarda yer alıyor. Rusya açısından “mesele” bizzat Türkiye’nin izlediği politika ve desteklediği güçler. “Çözüm” de Türkiye’nin planlarından vazgeçmesi ve Türkiye’nin desteklediği güçlerin etkisizleştirilip tasfiye edilmesi. Rusya ve Türkiye’nin sahada farklı güçleri desteklerken altına birlikte imza attıkları anlaşmaların özü de bu.
Peki AKP’nin bundan hiç mi kazancı yok? Elbette var, kaybettiği savaşlardan onurlu bir çıkış şansı elde ediyor ve bu çıkış sürecinde Rusya’nın da işine yaradığı ölçüde ikincil çıkarlar elde edebiliyor. Mesela Suriye’de Esad’ı devirip yerine kukla bir şeriat rejimi kurma hayallerinden vazgeçerken cihatçıların tasfiyesinde Rusya’ya yardım ederek hem bu süreci zamana yayıp cihatçı ve mülteci akını gibi yıkıcı sonuçları erteliyor hem de Kürtlerin kazanımlarını elinden geldiğince sınırlandırıyor.
Libya’da ise 2011’den beri Türkiye’nin örtülü operasyonları eşliğinde desteklediği Müslüman Kardeşler ağırlıklı Trablus yönetimi, Rusya’nın desteklediği Hafter tarafından düşürülmek üzere iken Putin’le bu konuda da el sıkışıyor. Yenilen AKP, Suriye’de olduğu gibi kendisini “yenilen” olarak değil de “ateşkes sağlayan arabulucu” olarak sunma tesellisi elde ediyor.
Yine de Putin dalgasını geçmekten ve Erdoğan’ı alt ettiğini göstermekten geri durmuyor.
Rusya lideri Putin, Türkiye’ye gelmeden önce sürpriz bir ziyaretle Şam’da Esad’la buluştu. İdlip operasyonunu ve Suriye’nin kuzeyindeki durumu konuşan iki lider, 2012’de Erdoğan’ın Esad yönetiminin devrilmesinin ardından giderek namaz kılacağını söylediği Emevi Camii’ni ziyaret etti.
Putin’in Erdoğan’ı görmeden önce Esad’la görüşmesi, Suriye savaşında elde ettikleri başarı nedeniyle birbirlerini karşılıklı olarak tebrik etmeleri ve Erdoğan’ın hayalini kurduğu Emevi Camii’ni ziyaret etmeleri fazla söze gerek bırakmayan, hem sembolik değeri yüksek hem de sahadaki gerçekliği özetleyen mesajlardı.
Yine de Erdoğan, Putin’i kötü karşılamadı. Çünkü Suriye’dekiyle bile kıyaslanamayacak ölçüde yalnız kaldığı Libya’da tek umudu Putin’le anlaşabilmekti. İkili görüşmeden çıka çıka 12 Ocak’ta başlayacak bir “ateşkes” için çağrı çıktı. O esnada Rusya destekli Hafter güçleri, AKP destekli Trablus hükümetini sıkıştığı son iki kale olan Trablus merkezi ile Misrata’da bombalaya bombalaya ilerliyordu.
Hafter’in, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın adını anmadığı ancak Putin’e saygılarını sunduğu bir mektupla ateşkesi reddetmesi de Libya’daki durumun Suriye’deki durumu aratacak kadar vahim olduğunu ortaya koydu.
Son gelişmeler de gösteriyor ki Türkiye-Rusya ilişkisi Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığının arttığı bir ilişki olsa ve iki ülke hükümetleri arasında sıkı bir diplomatik trafik işlese de, bu iki tarafın da aynı konularda aynı refleksleri verdiği ya da birlikte kazandığı bir stratejik ortaklık ilişkisi değildir. Aksine Doğu Avrupa’nın silahlandırılmasından Karadeniz’e yönelik askeri planlara, Suriye’den Libya’ya bütün çatışmalarda farklı taraflarda yer alan iki devlet söz konusudur.
Rusya esasen baş düşmanı olan NATO’nun kararsız üyesi Türkiye’yi mümkün mertebe dizginlemek ve bu kararsızlık halinden istifade etmek için AKP hükümetini yakınında tutmaktadır. Çünkü ABD emperyalizmine askeri ve ekonomik bağımlılık içinde şekillenmiş yeni-sömürge devletin, ABD emperyalizminin hâkimiyet krizine bağlı olarak içine sürüklendiği siyasi krizden kaynaklanan kararsız dış politika, hem önlenmesi gereken tehditler hem de yararlanılabilecek fırsatlar sunmaktadır. Putin, Erdoğan’ın elinden tutarak kendisi açısından tehditleri önlemekte, ayrıca yeni yükselen bir emperyalist gücün lideri olarak fırsatları değerlendirmektedir. Yoksa kimi ulusalcıların iddia ettiği gibi Türkiye’yi ABD emperyalizminden kurtaracak bir bağımsızlık yolu sunmamaktadır.
Erdoğan hala ABD’nin gemisindedir. Anti-emperyalistler için denizlere açılmış bir Rus gemisi de yoktur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.