Süleymani’nin öldürülmesi asıl olarak Trump’ın şahsi kararı değil bir Pentagon operasyonudur. Pentagon ve ABD Dışişleri, Beyaz Saray yönetiminin Ortadoğu’da askeri güçlerin çekilmesi için yaptığı bütün hamleleri boşa çıkartmak için bölgesel kaosu da içine alacak bir süreci başlattı
Pentagon’un İran’ın belki de son 25 yılın en etkili ismi olan ve İran’ın Ortadoğu stratejisini hem belirleyen hem de sahada uygulayan Kudüs Gücü Ordusu’nun komutanı Kasım Süleymani’yi füzelerle vurarak öldürmesi, Ortadoğu’da oluşturulan askeri ve jeopolitik stratejilerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getirdi diyebiliriz. Süleymani’nin öldürülmesi, Ortadoğu’da sadece ABD-İran denklemini etkilemeyecektir, bölgede fiilen bulunan bütün küresel ve bölgesel güçleri etkileyecektir.
ABD ile İran arasındaki restleşme ve karşılıklı tehditlerin uygulanabilir olmasından çok yeni jeopolitik denklemin kimler için ne gibi sonuçlar doğuracağı önemlidir. Bu da ortaya çıkan karmaşık politik denklemlerin doğru okunmasıyla anlaşılabilir. Bu nedenle bir generalin ölümünden çok, ölümünün yaratacağı sarsıcı etkinin kimi hangi düzeyde etkileyeceği önemlidir.
Birincisi, Ortadoğu denklemini çok yönlü etkileyecek bu eylem doğrudan bir Pentagon operasyonudur. Bu operasyon, kanımca, Trump’ın doğrudan onayı ve bilgisi olmadan yapılmış ve Trump’ın ABD adına üstlenmesi sağlanmıştır. Çünkü Trump’ın belirlemek istediği küresel strateji esasen ekonomik hakimiyet üzerine kuruluydu. Ortadoğu gibi savaşların süreklileştiği bir alandan çekilerek esasen Çin’i ekonomik ve askeri olarak kuşatmayı planlıyordu. Bunu yaparken, Pentagon’un geleneksel Ortadoğu stratejisinin nasıl düzenleneceğine dair bir planlama yapma gereği duymadı. İstatistikî veriler, 2050’li yıllara kadar dünyanın enerji kaynaklarının hala önemli oranda doğalgaz ve petrol olacağını gösteriyor. Trump, ABD’nin belirlediği uzun vadeli ekonomik ve jeostratejik hamleleri çok erken yapmaya karar vermişti. Pentagon ve ABD Dışişleri, Trump’ın keskin değişim stratejisine direndiler. İran ve Orta Asya’yı da kapsayan Büyük Ortadoğu gibi bir bölgenin stratejik önemini uzun süre koruyacağı görüşü, ABD stratejisinin belirlenmesindeki başlıca önemini koruyor. Aynı şekilde Doğu Akdeniz’deki gaz rezervleri nedeniyle yeni bir rekabet ve çatışma alanının ortaya çıkması ABD kökenli küresel şirketler için oldukça önemli bir alan olmaya başladı. Bu nedenle Pentagon ve Dışişleri, Beyaz Saray yönetiminin Ortadoğu’da askeri güçlerin çekilmesi için yaptığı bütün hamleleri boşa çıkartmak için bölgesel kaosu da içine alacak bir süreci başlattı. Bunun en etkili ve kestirme yolu İran ile çatışmayı keskinleştirecek bir adımın atılmasıydı. İran’ın Ortadoğu stratejisinin mimarı ve pratik uygulayıcısı Kasım Süleymani ve çevresindeki askeri kadroları fiziki olarak tasfiye ederek başlattı. Beyaz Saray, yani Trump yönetimi, Pentagon tarafından yapılan saldırıyı ABD Yönetimi adına üstlenerek aldığı sorumlulukla, Ortadoğu’daki geleneksel stratejinin yeni biçimlerde devam edilmesini bir bakıma garanti altına aldı. Bu tehlikeli adım hem ABD orta vadeli stratejisinin esasen korunmasını sağladı hem de özellikle enerji kaynakları üzerinde hakimiyetin kaybedilmesiyle ABD’nin küresel hegemonya mücadelesinde yaşayabileceği kayıplarını önlemiş oldu.
İkincisi, Trump, bir önceki seçimlerde Afganistan’dan, Irak’tan ve Suriye’den bütün askerleri çekeceğine dair vermiş olduğu sözün tersine acilen 4000 askeri yerinden Ortadoğu’ya gönderme kararı almak zorunda kaldı. Dahası bu kararı, Pentagon merkezli ‘devlet aklı’ Trump’a karşı fiilen darbe yaparak, asker göndermeyi adeta dayatarak kabul ettirdi. Daha bir hafta önce, askeri güçleri çekme hazırlığında olduğunu söyleyen Trump, bu kez “Bir noktada ABD kuvvetlerini Irak’tan çekme isteğim var, ancak şimdi geri çekmek Irak’ta yaşanabilecek en kötü şey. Iraklılar İran’ın ülkelerini karıştırmasını istemiyor. Irak’tan çekilirsek İran için alan açmış olacağız” diyor. Pentagon’un, asker göndermenin ötesinde ağır bombardıman uçaklarından Patriot füze sistemlerine, uçak gemilerine kadar çok geniş bir askeri gücü Ortadoğu’ya yönlendirmeye başlaması Trump’ın Ortadoğu politikasının bizzat Pentagon tarafından tasfiyesidir. Pentagon-Dışişleri-CIA üçlüsü, Trump’ı zorla mevcut stratejiyi uygulanmaya ikna ederken, Kasım 2020’deki seçimlere de İran ile savaşan lider avantajıyla girmesi için fırsat sundular.
Üçüncüsü, Pentagon-Dışişleri-CIA tarafından belirlenen Ortadoğu stratejisi, çekilme değil tersine bölgesel hakimiyeti daha üst düzeyde sağlama üzerine kuruldu. Bunun merkezinde bölgesel lider ülke olarak ön plana çıkan İran’ın jeopolitik hakimiyet stratejisini engelleme çabası vardır. Süleymani’nin öldürülmesi gibi bir adım dahi, İran ile doğrudan bir savaşa girmekten çok, Aden Körfezi ve Basra Körfezi’ni kontrol etmeye çalışan İran’ın Körfez devletleri karşısındaki hâkimiyetini kırmayı hedeflemektedir. Aynı şekilde Irak ve Suriye’de artan hâkimiyetini durdurmak hedeflenmektedir. Hem Suriye ve Lübnan üzerinden İsrail ile hem de Doğu Akdeniz’e jeopolitik olarak uzanmasını engellemeyi hedeflemektedir. İran’ın Ortadoğu’daki jeopolitik yayılmacılığına en üst düzeyde cevap vermek için Kudüs Gücü Komutanı Süleymani’yi öldürdü. Böylelikle Pentagon’un İran’a karşı şaka yapmadığı, Ortadoğu’da hâkim bölgesel güç olmak için ısrarında devam ederse daha kapsamlı operasyonlara devam edeceği mesajını verdi.
Dördüncüsü, Pentagon, İran’ın Ortadoğu stratejisini belirleyen ve uygulayan Süleymani’nin öldürülmesinin olası sonuçlarını çok yönlü hesaplamıştır. Anlık ve tepkisel bir davranış olmadığı çok açıktır. Peki, Pentagon, İranlı generalinin öldürülmesinin Irak ve Suriye’de sarsıcı etkileri olacağını, özellikle Irak’ta bulunan ABD askeri güçleri bakımından ciddi sıkıntılar oluşturacağı hesaplamadı mı? Elbette ki hesapladı. Öyle ki ABD askeri güçlerinin Irak merkezi hükümeti tarafından kontrol edilen bölgelerden çekilmesinin yüksek bir olasılıkla gündeme geleceği hesaplanmıştır. Bağdat Parlamentosu’nun “ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesine dair tavsiye karar alarak, hükümeti yetkili kılması” sanırım ABD yönetimi tarafından beklenilmesi gereken bir karardı. Aynı şekilde Irak’ta ABD askerlerine karşı kapsamlı saldırıların olacağı da tahmin ediliyordu. Yani ABD askerlerinin Irak’ta güvencede olmayacağına dair çok sayıda veri bulunuyor. Bütün bu olasılıklar hesaplanmadan General Süleymani’nin öldürülmesi beklenmeyeceğine göre, ABD önümüzdeki süreci aşmayı da planlamıştır.
Beşincisi, ABD, Irak’taki güçlerine yönelik ciddi askeri saldırılar olsa dahi bölgeyi terk etmeyecek ancak alan değiştirecektir. Bugünkü askeri ve politik koşullar içerisinde İran’ın askeri saldırıları ve Irak’ın politik baskısı nedeniyle ABD’nin kendi askerlerini Irak’tan çekmesinin doğrudan askeri ve diplomatik bir yenilgi olacağı ve bunun Ortadoğu’daki yansımalarının ABD açısından çok riskli olacağı açıktır. ABD, bu olumsuz gelişmeleri hesaplayarak Bağdat’taki politik ve askeri gelişmelere bağlı olarak Büyükelçiliği Bağdat’tan Erbil’e taşımayı gündeme alacaktır, bu olasılık oldukça yüksektir. Aynı şekilde AB ülkelerinin büyük bir kısmı Bağdat’taki büyükelçiliklerini Erbil’e taşımayı tartışıyorlar. ABD’nin Irak’ta yaklaşık 5 bin askeri bulunuyor. Ayrıca petrol üretim bölgelerini koruyan ABD askerleri olup özel şirketlerle çalışan çok sayıda askeri güç var. Pentagon öncelikli olarak aktif olarak savaş içerisinde olan 5 bine yakın askeri gücün büyük bir kısmını Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bulunduğu alanlara yerleştirecektir. Bağdat, IKBY sınırlarının da Irak toprakları olduğunu iddia etse de pratik müdahalesi olmayacaktır. Irak’ta askeri güç bulunduran NATO ülkeleri de önümüzdeki süreçte askeri birliklerini IKBY denetimindeki alanlara çekmeyi tartışmaya başladılar.
Bu olasılığın hızla gündeme gelmesinin politik arka planı, Bağdat merkezli bir hükümetin varlığının giderek işlevsizleşmesidir. Bağdat parlamentosunda ABD askerlerinin Irak’tan çıkarılması kararı sadece Şii partilerden oluşan çoğunluk grubunun oylarıyla çıktı. Kürt ve Sünni Partiler, tasarıyı desteklemediler ve oy kullanmadılar. Bir başka ifadeyle, ABD’nin gerçekleştirdiği suikast eylemini bir bakıma Irak’ın bölünme sürecini hızlandırmak olarak da okuyabiliriz. Bunun çok kolay olmayacağı ve özellikle Sünnilerin yoğun olduğu bölgelerde bir devletleşme sürecinin tahmin edilenden çok daha kanlı ve zorlu olacağı açıktır. Ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimi için durum farklıdır. Şu anda fiilen devlet gibi işleyen bir federatif yapı var. Bağdat’taki gelişmelere İran’ın vereceği askeri yanıtlara bağlı olarak IKBY’nin devletsel bir yapıya kavuşturulması sürpriz olmayacaktır. ABD’nin Irak üzerinden İran’a vermeye başladığı güçlü mesajların karşılığı Irak haritasının yeniden masaya yatırılmasıdır.
Avrupa Birliği’nin (AB) tutumu bakımından kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse; başta Almanya olmak üzere Fransa, İtalya, İspanya gibi AB ülkelerinin İran ile çok yönlü ekonomik ilişkileri bulunuyor. Bu nedenle İran’da stratejik yatırımları bulunun Almanya başta olmak üzere AB bir bütün olarak, ABD’nin Süleymani’yi öldürmesini hiçbir şekilde olumlu görmedi ve ciddi kaygı duyduğunu açıkladı. Aynı şekilde İran’ı ABD birliklerine karşı olası saldırılar konusunda uyardılar. NATO üyesi AB ülkeleri, Irak’taki aktif görevlerine ara vereceklerini açıklamaya başladılar. Ayrıca uluslararası koalisyonda yer alan Avrupalı askeri güçler IŞİD ile mücadelede almış oldukları sorumlulukları bir süre erteleyebilirler. ABD-İran geriliminin artması ve doğrudan askeri bir çatışmaya dönüşmesi sonucunda Irak ve İran’dan büyük bir göç dalgası başlaması ve radikal İslamcı hareketlere yönelik mücadelenin ikincil plana düşmesi, AB’yi kaygılandıran iki temel unsurdur.
ABD’nin Süleymani’yi öldürmesi Rusya’nın bölge stratejisini de etkileyecektir. Rusya, bu saldırıyı ciddi bir askeri ve politik kazanıma dönüştürme planları yapıyor. Öncelikli olarak Süleymani’nin Irak ve Suriye’de uygulamaya koyduğu savaş politikaları, Tahran’ın bölgedeki etki gücünü çok ciddi oranda artırmaya başlamıştı. Suriye’de Rusya ile İran arasında hem ittifak hem de rekabetin olduğu biliniyordu. Moskova, Tahran’ın Şam üzerinde artan politik etkinliğinden ciddi oranda rahatsız olmaya başladığı gibi İran’ın Suriye’deki askeri faaliyetleri İsrail için ciddi bir sorun oluşturuyordu. ABD ile Rusya arasında devam eden arka plan diplomatik ilişkilerden İran’ın Ortadoğu’da artan jeopolitik gücünün sınırlanması konusunda hem fikir oldukları biliniyor. ABD’nin radikal İslamcı örgütlerin Rusya’da bir saldırı yapacağına dair bilgiyi Moskova ile paylaşmasının karşılığı, Rusya’nın da Süleymani’nin hedef alınmasında göstereceği politik-diplomatik reaksiyonu alt düzeyde tutmasıydı. Böyle de oldu. Rusya beklenilenin altında bir diplomatik tepki gösterdi.
Rusya burada iki önemli hamlenin ipuçlarını verdi. İran’ı Rusya ve Çin ile çok daha fazla diplomatik, ekonomik ilişkiye yönlendirmek. Özellikle askeri olarak İran üzerinde tam bir hakimiyet sağlamak. Rusya’nın İran toprakları üzerinde askeri üsler kurmak istediği, bunun için Molla rejimi üzerinde ciddi baskılar yaptığı biliniyordu. Özellikle Hint Okyanusu bölgesinde askeri üsler kurmaya yönelik diplomatik çabaların bundan sonra daha etkili olacağını, bunun için İran rejimini çok daha kolay ikna edebileceğini söyleyebiliriz. Böylelikle Rusya, Suriye’de olduğu gibi İran’da da hava ve deniz üslerinin bulunmasının İran’ın açısından bir güvence oluşturacağı tezini kabul ettirmede önemli bir avantaj yakalamıştır. Bu nedenle Pentagon’un İran’ın belirli bölgelerine kısmi hava saldırıları düzenlemesini belki de en çok Moskova isteyecektir.
Rusya’nın ikinci önemli hedefi ise Suriye üzerinde İran etkisinin kırılması ve mutlak hakimiyetini sağlaması olacaktır. İran’ın Suriye’deki askeri ve politik hâkimiyetinde belirli bir kırılma yaşanacağı açıktır. Esad yönetimi, İran ile ilişkilerini sürdürecektir ancak eskisi kadar bir bağımlılık ilişkisine girmeyecektir. Putin’in tam da bu kaos ortamı içinde 7 Ocak’ta ani bir Şam ziyareti yapıp oradan Türkiye’ye geçmesi ciddi bir politik mesaj içeriyor. Öncelikli olarak Şam yönetimini uyardı. İran ile ilişkilerine çeki düzen vermesi ve askeri olduğu kadar politik olarak da Rusya’ya kulak vermesi gerektiğini belirtti. Bir başka husus da şu; Şam yönetiminin Kürtlerle görüşmesini ve Kürtlerin statüsünü kabul ederek ilişkilerin resmileştirmesini engelleyen unsur İran’dı. Hatta İdlip savaşının tamamlanmasından ardından, Mayıs 2020’den itibaren İran devrim muhafızlarının Rakka ve Deyrizor bölgesinde Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) karşı bir operasyon kararı aldıkları konuşuluyordu. Rusya’nın kesin olarak karşı çıktığı bu tür operasyonlar önemli oranda gündemden kalktı ve tersine Kamışlı-Şam arasında diplomatik ilişkiler önümüzdeki süreçte çok daha netleşecektir. QSD’nin kontrolünde olan bölgelerde özerklik formülünün Şam tarafından kabul edilerek QSD’nin özel statülü bir konumda Suriye ordusuna dahil olması için Rusya’nın ciddi bir çaba gösterdiği biliniyor. Bir başka ifadeyle İran’ın yerini QSD askeri güçleri alacaktır. Bunun etkisini İdlip’te çok daha somut olarak görebiliriz. Rusya bu planın mimarı olarak çok daha etkili olacaktır. Ayrıca Putin’in Şam ziyaretinde Esad ile birlikti Emevi Camii’ni ziyaret ettiği fotoğrafları basına vermiş olmasının mesajı da Erdoğan’adır: “Sen Emevi Camii’nde namaz kılamadın ama ben ziyaret ettim. Suriye savaşını ben kazandım. Artık Suriye’den elini çek.” Bundan sonra Suriye’de strateji bütünüyle Moskova tarafından belirleyecektir.
Süleymani’nin öldürülmesinin sarsıcı etkileri tahmin edilenden çok daha fazla olabilir. İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı Ali Hacızade, “Süleymani’nin öldürülmesine verilecek yanıt füze veya insansız hava aracı düşürmekle olmaz. Süleymani’nin karşısında Trump’ın ölmesine bile razı gelmeyiz. Çünkü onun öldürülmesi bile intikam için yeterli olmayacaktır” dedi. Süleymani’nin yerine atanan Tuğgeneral İsmail İsmail Kaani, göreve geldikten sonra yaptığı ilk açıklamada “Herkese Ortadoğu’nun dört bir yanında ABD’lilerin cesetlerini görmek için sabırla beklemesini söylüyoruz.” İran’ın bölgedeki stratejisini düzenleyen ve etkili olan bir komutanı kaybetmesi hem askeri, politik hem de diplomatik olarak ciddi bir prestij kaybı olarak değerlendirildi. İran’ın kamuoyuna verdiği tek sesli ama bir o kadar da sert mesajların kendi içerisinde bir mantığı bulunuyor.
İran’ın ABD’ye vereceği mesajlar sadece diplomatik olmayın aynı zamanda askeri olacaktır. Ancak askeri mesajların boyutu ve etkisi bütünüyle ABD’nin askeri operasyonları arttırıp arttırmayacağıyla ilişkili olacaktır.
Birincisi, Molla rejiminin, Süleymani’nin öldürülmesini iç iktidar mücadelesinde önemli bir avantaja dönüştüreceği açıktır. Özellikle iç muhalefetin bastırılmasında önemli bir psikolojik üstünlük sağlamış oldu. ABD’nin iç muhalefeti destekleyen her açıklaması, tersten muhalefetin çok daha etkisizleşmesine ve muhalefet üzerindeki baskıların artmasına yol açacaktır. Tahran yönetimi, iç toplumsal dinamikleri kendi etrafından toplamak ve muhalefeti etkisizleştirmek için Süleymani’nin intikamını alacak psikolojisini çok daha fazla işleyecektir. Bunun en etkili yolu da Ortadoğu’da ve özellikle Irak’taki ABD üslerine yönelik saldırılarını doğrudan ve dolaylı olarak gerçekleştirebilir. Bunu yapmadığı takdirde Molla rejimi etrafında oluşan kenetlenme hızla dağılır ve tersine bu süreç rejimin yıkılmasının zemini haline gelir.
İkincisi, Molla rejimi, ABD karşıtı politik stratejiyi hem iç toplumsal dinamiklerde hem de bölgesel ilişkilerde çok yoğun olarak kullanacaktır. ABD, İran’ın bölgesel stratejisini nasıl etkileyecektir? İran Parlamentosu’nun, ABD’nin tüm komutanlarını ‘terörist ilan etme’ kararı, ABD ile yakın gelecekte hiçbir diplomatik, politik ilişkiye girmeyeceği mesajının ötesinde ABD’ye yönelik askeri kararlılık mesajıdır. Pentagon komutanlarının ‘terörist’ görülmesi, bir bakıma doğrudan hedef haline getirilmesi anlamına geliyor. Bunun pratik bir önemi var mı, diye sorulabilinir. Örneğin İran ‘terörist’ ilan ettiği bir ABD komutanını Irak’ı ziyaret ettiğinde, öldürmek için operasyon yapar mı? Bu olasılık son derece zayıf olmasına rağmen imkânsız değildir.
Üçüncüsü, İran, Irak ve Suriye’de artan askeri ve politik gücünü korumaya yönelecektir. Hatta mevcut koşullar içerisinde etki alanını artırmak için bazı girişimlerde bulunacağı açıktır. İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, “Onun gidişiyle, onun yaptığı iş durdurulmayacak ve yolu kapanmayacak” diyerek Süleymani’nin yerine acil koduyla yardımcısı Tuğgeneral İsmail Kaani’yi atadı. Aynı şekilde Hamaney’in talimatıyla, Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün bütçesi 200 milyon avro artırıldı. Süleymani’nin daha cenaze merasimi tamamlamadan bu kararların alınması, Tahran’ın Ortadoğu stratejisini kesintisiz devam ettireceğini ve geri adım atmayacağını ilan etmesi anlamına geliyor. İran daha güçlü müdahaleler için ciddi yönelimlere girse de sürecin eskisi gibi olmayacağı açıktır.
Dördüncüsü Irak’ta ve Suriye’de askeri ve politik dengelerin yeniden şekilleneceği açıktır. Suriye’de Rusya faktörüyle ciddi bir kriz çıkmadan İran’ın etki gücünün nispeten zayıfladığı, İsrail’in sessizleştirildiği, Kürtlerin doğrudan sürecin temel bir aktörü haline getirileceği yeni bir politik plan hızla uygulamaya konulacaktır. Putin’in ani Suriye ziyareti esasen yeni planlamaya yöneliktir. İran, Suriye’de geri adım atıp inisiyatifi Rusya’ya bırakabilir.
Irak’ta durum farklıdır. İran’ın hem politik hem de askeri olarak önemli bir ağırlığı bulunuyor. Bağdat’ta da artık süreç farklı işleyecektir. Bağdat’ın, askeri ve politik olarak yeni istikrarsızlıklarla karşı karşıya kalacağı açıktır. İran’ın Irak’ta oluşturduğu askeri güçleriyle ABD askeri güçlerine yönelik saldırıları girişmesi ABD’den çok Irak’ta tahmin edilmeyen ciddi bir krizin oluşmasına yol açacaktır.
Beşincisi, İran’ın özellikle Haşd el-Şaabi ile ilişkileri son derece önemlidir. Tabi Haşd el-Şaabi kimdir, sorusu akla geliyor. İran bu gücü bütünüyle kontrol edebiliyor mu? Ya da bundan sonra edebilecek mi?
İran’ın önemli oranda kontrol ettiği ve Irak’ta sadece askeri değil aynı zamanda politik etki gücü de olan Haşd el-Şaabi’nin alacağı tutum Bağdat’ın geleceği bakımından önemlidir. IŞİD’in 2014’te Musul’u ele geçirmesiyle Iraklı Şii dini lider Ayetullah Sistani’nin tüm Irak halkına silahlanma çağırısı yaptığı tarihi fetvasından sonra Haşd el-Şaabi kuruldu. Bu örgütün merkezi gücü Şiiler olmasına rağmen sadece Şiilerden oluşmuyor. Bünyesinde Sünni milisler, az sayıda da olsa Türkmen, Hıristiyan ve Yezidi milisler de bulunuyor. Ayrıca Şii gruplar da tek merkezli olmayıp farklı fraksiyonlardan oluşuyor. Haşd el-Şaabi bünyesinde yer alan 40’a yakın örgütlerden öne çıkanlar şunlar: Bedir grubu, Asaib Ahl El-Hak, Barış Tugayları (Mukteda El Sadr’ın grubu), Hizbullah Tugayları, Seyyid El Şuhada Tugayları, Kataib El İmam Ali, Ebu El-Fadl El-Abbas Güçleri, Harakat Hizbullah El-Nucaba. Haşd el-Şaabi’de savaşan milislerin yaklaşık 120 bini Şii, 16 bini ise Sünni Iraklılar; 2 bini de diğer gruplardan oluşuyor.
Haşd el-Şaabi’nin statüsü, özellikle IKBY’nin bağımsızlık referandumunu yapmasıyla Kürtlerin bulunduğu bölgelere yönelik yaptığı saldırılar ve Kerkük’ü işgal etmesinden sonra tartışılmaya başladı. Bağdat hükümeti tarafından desteklenen Haşd el-Şaabi, “Irak Cumhuriyet Muhafızları” adı ile Bağdat yönetimi tarafından resmi olarak tanındı ve Irak düzenli ordusunun bir parçası haline geldi. Bir bakıma resmi silahlı bir güç olmasına rağmen, Irak ordusunun hiyerarşik yapısına bağlı olmayıp talimatları da özellikle İran’a bağlı komutanlardan alıyor. Bağdat hükümeti üzerinde de ciddi bir baskı gücü olarak işlev görüyor. Haşd el-Şabi aynı şekilde sokakta da etkili olan bir güç haline geldi.
İran’ın ciddi etkinliğine rağmen, bu süreçten sonra Haşd el-Şaabi’yi tek başına doğrudan kontrol etmesi oldukça zordur. Tahran’ın bu örgütü kontrol etmesinin askeri ve politik koşulları değişmeye başladı. İran’a bağlı güçlerin ciddi bir ağırlığı olmasına rağmen, askeri ve politik dengelerin değişme eğilimine bağlı olarak Haşd el-Şaabi içerisindeki örgütlerin birbirleriyle çatışmaya girmesi riski de ciddi oranda artıyor. Bugünkü politik kaos nedeniyle hedeflerinde ABD güçleri bulunsa da bir süre sonra Bağdat’ın en ciddi krizi olarak ön plana çıkacaktır. Şiilerin bölünmesi ve iç çatışmalara girmeleri de sürpriz ollmaz. İran’ın burada izleyeceği siyaset son derece önemli olacaktır.
Altıncısı, İran’ın bölgede birlikte çalıştığı Lübnan Hizbullah’ı gibi yerel örgütlerin ABD veya İsrail, Suudi Arabistan gibi müttefikleriyle çatışmaya girmesi esasen İsrail ve Suudi Arabistan’ın tutumlarına göre şekillenecektir. Bu nedenle Hizbullah, en azından bu aşamada Süleymani’nin öldürülmesi nedeniyle İsrail ile doğrudan bir çatışmaya girmez ancak önümüzdeki süreç ABD-İran denkleminde İsrail’in alacağı rol, çatışma sürecini etkiler.
ABD-İran gerilimi Ortadoğu’daki askeri ve politik denklemi ciddi ölçüde etkileyecektir. İran’ın Irak’taki ABD üslerine yönelik birkaç füze fırlatmasının yaratacağı hasardan öte askeri ve politik restleşmenin Ortadoğu’daki yansımaları önemlidir. İran-ABD çatışması bu iki gücün değil hem küresel ve bölgesel dünyadaki yansımaları sarsıcı olacaktır hem de kendi iç politik yönelimlerini etkileyecektir. Tahran, Süleymani’nin öldürülmesini Molla rejiminin iktidar gücünün pekişmesinin bir aracı haline getirmeyi öncelikli olarak kullanacaktır. ABD ise Pentagon-Dışişleri-CIA üçlüsü üzerinden, Trump’ın Ortadoğu stratejisine darbe yaptılar ve Trump’ı ABD’nin geleneksel Ortadoğu stratejisine çektiler. Ortadoğu’da askeri çatışmalar, politik rekabetler, enerji yatakların kontrolü için hakimiyet mücadelesi kesintisizce devam edecek.
Ancak Süleymani’nin öldürülmesiyle Ortadoğu’da bir dönemin kapandığını yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.