Açıktır ki Recep Tayyip Erdoğan, 2014 sularında bir strateji/taktik değişikliğin “start”ını vermiştir; Türkiye artık savaşın hem politikasını hem araçlarını üreten ve ihraç eden bir ülke olacak
Tayyip Erdoğan’ın Libya’ya asker gönderme kararı vermesiyle (daha doğru bir ifade ile Libya’daki iç savaşa taraflardan biri lehine müdahil olmaya karar vermesiyle) Türkiye’nin askeri varlığı, askeri gücü yeniden gündem oldu. Bir kez daha hatırladık, TSK’nin dünyanın 12 ülkesindeki “askeri varlığı”nı. KKTC’de 40.000 asker, Somali’de 2000 asker, Suriye’de 5000 asker, Irak’ta 2500 asker, Arnavutluk’ta 24 asker, Lübnan’da 100 asker, Katar’da 300 asker, Bosna-Hersek’te 250 asker, Kosova’da 400 asker, Afganistan’da 2000 asker, Azerbaycan’da 100 asker, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 17 asker. Bu Libya 13. imiş. Ama bunun farkı Birleşmiş Milletler onayı olmadan, tek başına karar verilerek gönderilmiş olması imiş. (Elbette Saray medyası, KKTC’de olduğu gibi Suriye ve Irak’ta da “işgalci” konumda olunduğunu söylemeyecek ve Katar’da ikili anlaşma gereği bulunulduğunu söyleyecek.)
Böbürlenerek yapılan haberlerden (milli tüyleri kabartacak kısmı bir kenara bırakılırsa) çok net görülebilir ki, savaş üreten ve savaş ihraç eden bir ülke olmuşuz, çoktan.
Tüm bu veriler içerisinde en çarpıcı veriyi öne çıkarmak gerekiyor; Türkiye, küresel silah ticaretindeki payını 2014-2018 döneminde, yüzde 0,4’ten yüzde 1’e yükseltti. Tüm dünyada toplam olarak küresel silah ticareti 2014-18 yılları arasında yüzde 23 artmışken, Türkiye’nin oranı yüzde 170 artmıştır.
Açıktır ki Recep Tayyip Erdoğan, 2014 sularında bir strateji/taktik değişikliğin “start”ını vermiştir; Türkiye artık savaşın hem politikasını hem araçlarını üreten ve ihraç eden bir ülke olacak.
Neden?
Kuşkusuz bu kararın önemli bir nedeni, Kürt silahlı hareketi ile sürdürülen savaştır. Ve özellikle Suriye’deki durumun Kürt Siyasi Hareketi’ni nitelik ve nicelik olarak büyüttüğü bir ortamda “üniter devlet”in tehlikeye girdiğini düşünenlerin eğilimi elbette silah zenginliğini arttırmak olacaktır. Ki Ar-Ge faaliyetlerinin ve silah üretiminin bu tür bir savaşın ihtiyaçlarına göre yönlendirilmiş olduğu görülebilir; helikopter, zırhlı araçlar, kısa menzilli toplar ve olmazsa olmaz silahlı veya silahsız insansız hava araçları (SİHA, İHA).[6]
Normalde güçlü ordulara sahip, “tehlikeli” komşuların olduğu bir coğrafyada silahlanma daha makul görülebilir.[7] Ancak durum böyle değil, üstelik tarih boyunca neredeyse ilk kez komşu iktidarlar bu kadar zayıf.[8] Onların bu zayıflığı Tayyip Erdoğan’ın silah sanayisini büyütmesini tetiklemiş olabilir mi? Bu soruya rahatlıkla “evet” denilebilir çünkü silah sanayinde yatırım yapılan alanların neredeyse tamamının saldırı araçları (savunma değil) olduğu düşünülürse bu niyetin, hatta planın ve hatta icraatın (Suriye) olduğu ortada. Hatta ve hatta, eğer bir fantezi olmadığı varsayılırsa, S-400 hamlesinin TSK’nin müdahaleleri sonucu gelecek saldırılara karşı alınmış bir önlem olduğu da düşünülmeli.
Tayyip Erdoğan’ın “stratejik deha”sının ürünü olduğu anlaşılan bu silahlanma hamlesinin sadece iç pazarla ve bölgeyle ilgili olmadığı, silah ihracat raporlarında da görülebilir.[9] Açıktır ki Erdoğan, asgari ücretin açlık sınırının altında olmasını sağladığı bir ülkenin “tek karar vericisi” olarak, küresel ölçekteki silah ticaretinin aktörlerinden biri olmaya soyunmaktadır.[10]
Tüm bunlarla birlikte Türkiye’nin savaşın hem politikasını hem araçlarını üreten ve ihraç eden bir ülke haline getirmenin “en önemli faydası” iç pazarda görülmektedir. En net biçimde Suriye topraklarında 30 km derinliğinde bir alanın işgal edilmesine “izin veren” tezkerenin oylamasında görüldü. CHP ve İYİP’in oylarının siyasal karşılığı; Erdoğan karşıtı ittifak, “söz konusu vatansa” geçerli değildir ve Erdoğan’ın peşinden gideriz, oldu.
Fetihçi (daha doğrusu yağmacı) Osmanlı ruhunu canlandırmak, 1950’lerden beri bu ülke sağcılarının hep ekmeğini yediği bir konudur. Şimdi Erdoğan, o ruhu çağırmaktan bir adım öteye gidiyor; Katar’dan Libya’ya kadar…
Sadece bu kadar değil elbette. Sağın birliğini sağlamak için uzunca bir dönem dinsel gericiliği (özellikle onun türban gibi öğelerini) kullanan, Anadolu’nun gerici sermayesinin palazlanmasını sağlayan, devletin/belediyelerin olanaklarını sağ ittifaklarda rüşvet olarak değerlendiren, yol/köprü/bina ile büyük projeler peşinde koşturan Erdoğan, şimdi “denizin tükenmeye başladığı” yerde, yıllardır hazırlığını yaptığı malı piyasaya sürüyor: Yedi Düvelle Savaşan Böyük Türkiye.
Kabul etmek gerekir ki Erdoğan’ın devreye soktuğu bu stratejinin toplumun yerleşik ideolojik ezberinde çok sağlam temelleri mevcut: “Ulusal birliğimiz tehlikede”, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır”, “bir çakıl taşını bile vermeyiz” vs. vs…
Ve yine kabul etmek gerekir ki savaş politikalarının ve araçlarının ulaşacağı sınırlar “epeyce” geniş. Düşmanlık beslenecek, savaş açılacak çok ülke (Ermenistan’dan İran’a, Yunanistan’dan Mısır’a), elde edilecek çok savaş aracı (%100 yerli tanktan %100 yerli uçağa, nükleer silahtan uçak gemisine[11]) mevcut.
Ve ayrıca bilmek gerekir ki tekelci sermaye savaşı ve savaştan elde edilen geliri “sağlayanı” çok sever. Nurol, Türk Havacılık ve Uzay Sanayi, MIKES, Koç Holding, Mercedes Türk, v.s. v.s. Ve Baykar Makine, BMC, Tumosan …[12]
Ve bu ülkenin devrimcileri/sosyalistleri “savaşa değil, eğitime bütçe” sloganını aşan bir içerik üretmek zorunda kalabilirler!
Dipnotlar:
* Manşet görseli olarak kullanılan kolaj medyafaresi.com’dan alınmıştır.
[1] Savunma bütçesi: 8,6 milyar dolar, Toplam askeri personel: 735 bin, Toplam hava gücü: 1,067 (uçak+İHA+ helikopter), Savaş uçağı: 207, Muharebe tankı: 3200, Donanma gücü: 194.
[2] http://www.sasad.org.tr/uploaded/Sasad-Performans-Raporu-2018.pdf
[3] Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI) uluslararası silah ticareti trendi raporu.
[4] ASELSAN tarafından yapılan açıklamada, “ASELSAN ile Savunma Sanayii Başkanlığı arasında Zırhlı Muharebe Araçları Modernizasyon Projesi ile ilgili olarak 31.12.2019 tarihinde, toplam bedeli 900.000.000,- TL tutarında bir sözleşme imzalanmıştır. (Yılın son gününü beklemişler, nedense..)
[5] https://www.savunmasanayist.com/turk-savunma-sanayiinde-2020-yilinda-neler-gerceklesecek/
[6] Bu arada not etmek gerekir ki Türkiye’nin silahlanma harcamalarının azalma eğilimi gösterdiği tek dönem, Barış Süreci dönemi idi.
[7] TSK’nın dünyanın 9. sırada bulunduğu Global Fire Power’ın 2019 en güçlü ordular raporunda; İran 14, İsrail 17, Yunanistan 28 ve Suriye 50 sırada. Ermenistan 94, Gürcistan 80.
[8] Belki sadece İran’dan söz edilebilir ancak onun da Türkiye’ye ilişkin açığa çıkmış “emel”leri mevcut değil. O daha çok bölgedeki Şii nüfusun yoğun olduğu topraklarla ilgileniyor.
[9] ihracatını en fazla arttıran ülkelerden biri olan Türkiye’nin en önemli müşterisi yüzde 30’luk payla Birleşik Arap Emirlikleri olurken onu yüzde 23 ile Türkmenistan ve yüzde 10 ile Suudi Arabistan takip etti.
[10] Ukrayna ile insansız hava aracı ortak üretimi, Katar ile tank-palet fabrikası ortaklığı sadece görünenler.
[11] Ulusaşırı çıkarların bu kadar çok arttığı ve şekillendiği bir ülkeye uçak gemisi de yakışır yani. Yerli otomobil hayaliyle bu kadar şahlanan gururumuzu, o zaman kim tutabilir ki)
[12] Baykar Makina’nın sahibi Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar. BMC’nin sahipleri Öztürk ailesi ve AKP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ethem Sancak. Tumosan ünitesi ise Albayrak Grubu’na ait. Yani Onlar ve şirketleri Erdoğan’a bağlı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.