ama işte acaba, 23 haziran’dan daha fazla insanı ‘hayır’da bir araya getirecek bir referandum, iktidar açısından yıpratıcı bir güven oylaması anlamına gelebilir mi?
“ya kanal ya istanbul” diyenler argümanlarını bir bir kamuoyuyla paylaşıyor. ama kanalcılar da boş durmuyor, grafikler hazırlamışlar, bir ordu konuyla ilgili twit atıyor ve anlatıyor: “kanal istanbul’u neden yapmalıyız?”
en başta gösterdikleri gerekçe “para kazanmak.” biliyoruz, ama kim kazanacak?
berat albayrak’ın kanal istanbul civarında arsa satın aldığı ortaya çıkmadan önce de bu işten para kazanılacağını ama bu parayı kazananın kamu olmayacağını biliyorduk. ama yine de kabul edelim ki bu kadarını beklemezdik. kanal istanbul’un kendi kendisini finanse edeceği çünkü boğazlar’ın kaldıramadığı gemi trafiğini üstlenip gemilerden para kazanılacağı, aynı zamanda istanbul’un ve gemi geçişlerinin daha güvenli olacağı iddia ediliyor. bu para kazanma ve “kendi kendini finanse etme”, “milletin cebinden tek kuruş çıkmadan yapma” kısmı tanıdık. mesela, 572 bin nüfuslu kütahya’ya, yılda bir milyon yolcu garantisiyle inşa edilen, bu rakamın anca yüzde 4’üne ulaşılabildiği için yapımcı firmaya ödeme yapılan havalimanını hatırlatıyor. ya da 25 milyon araç garantisiyle inşa edilen ama ancak 15 milyon araç geçtiği için müteahhit firmaya tazminat ödenen avrasya tüneli’ni, benzer şeylerin söz konusu olduğu osman gazi köprüsü’nü… ve tabii İstanbul havalimanı’nı!
yine de kanal istanbul’u finanse etmeye naylon bir şirketin talip olmasını beklemezdik. kıdemli ekonomi editörü gülşah karadağ twitter hesabında, -kendi deyimiyle adı kumar sitelerinden ilham alarak seçilmiş- “money maker management” “şirket”iyle ilgili yaptığı araştırmanın sonuçlarını paylaştı. bunların arasında şirketin danışmanı olarak görülen elif rahvancı’ya 22.06.2009’da sermaye piyasası kurulu tarafından izinsiz portföy yöneticiliği faaliyetinde bulunduğu için işlem yapma yasağı getirildiği gibi tatlı detaylar var. daha fazlası için gülşah karadağ’ın hesabına bakabilirsiniz ama bir özet vermem gerekirse, öyle bir şirket yok. ama buna da şükür diyebiliriz. hiç olmazsa bize, paranın cebimizden çıkmayacağına dair umut aşılama çabası var.
işin bir de diplomatik tarafı var. diyelim ki kanal kuruldu, montrö anlaşması ile boğazlar’dan minimum harçlar haricinde ücret ödemeden geçiş hakkına sahip ticari gemilerin kanal’ı kullanmaya mecbur edilmesi olacak şey değil. yani kanal’ın büyük bir gelir elde etmesi mümkün görünmüyor. bu konuda daha fazla bilgi edinmek isterseniz hakan güneş’in ileri haber’de yayınlanan yazısını okuyabilirsiniz.
bunlar işin propaganda tarafı. esas mevzu, ortaya çıkacak çevre felaketi. uzmanlar bu projeyle sazlıdere barajı’nın tamamen yok edileceğini, terkos gölü’ne tuzlu su sızma ihtimalinin ortaya çıkacağını ve bunun istanbul’un temiz su sorununu büyüteceğini söylüyor. üstelik kanal çevresindeki yapılaşmayla artacak nüfusun –ki bir milyon olacağı tahmin ediliyor- su ihtiyacını artıracağına ve kanal için kazılan alanlardan çıkacak hafriyatın ayrı bir kirlilik yaratacağına dikkat çekiyorlar.
deprem uzmanı prof. dr. naci görür de kanalın yapılacağı küçükçekmece’de bazı fayların canlı olma ihtimalinin bulunduğunu ve kanalın marmara ağzı ile küçükçekmece arasının beklenen büyük istanbul depreminden çok şiddetli etkilenebileceğini söylüyor.
bunlar öne çıkan noktalar, yani gerçek bir çevre katliamıyla karşı karşıyayız. bunun gerçek bir insan katliamına dönüşmesi riski dahi var.
ama projenin çevresel etki değerlendirme (çed) raporu, çevre ve şehircilik bakanlığı tarafından hızlıca onaylandı. medyascope’tan fırat fıstık konuyla ilgili haberinde başka birçok verinin yanı sıra şu noktanın altını çiziyor: 23 aralık’ta askıya çıkartılan çed raporuna 100 binden fazla itiraz dilekçi verildi -ki bu türkiye tarihinde bir ilk- ama rapor 25 gün içinde yani dilekçeler incelenmeden onaylandı. bir kıyaslama yapabilmek için fırat fıstık başakşehir’deki değerli metal geri kazanım tesisi için hazırlanan çed raporunu örnek veriyor. bir ilçede kapasitesi artırılacak bir tesisle ilgili olan bu rapor 18 aralık’ta askıya çıkartıldı ve 29 günde onaylandı. yani kat be kat daha önemli bir proje olan kanal istanbul’un raporundan daha uzun sürede!
işte ama biliyorsunuz, gazeteci nagehan alçı, “kanal istanbul bilimin işi midir?” diye soruyor. velev ki böyle bir konuda bilime pek söz düşmesin. iktisadın işi deseniz, oradan da tutturmak zor. yani aslında siyasi olmayan ama maalesef bütünüyle siyasi bir kararla karşı karşıyayız. iktidar için bu karar biraz topçu kışlası’nı andırıyor sanki. sözler verilmiş, siyasi sonuçları ne olursa olsun karardan dönmek güç. ama dönmek mecburiyeti de ortaya çıkabiliyor. topçu kışlası’na yönelik itiraz bütün ülkeyi sarmıştı. bugünkü öfke o zamankinden daha büyük ama umut daha zayıf. ekrem imamoğlu ise bu siyasi mücadeleden dönecek gibi görünmüyor çünkü burada kaybetse bile kazanacak. kanal yapılsa da o öfkenin rüzgârı arkasında olacak.
kanal istanbul gibi doğrudan insan hayatını ve doğayı etkileyecek herhangi bir şey oylama konusu olamaz. çünkü toprağın, suyun, bitki örtüsünün, şehrin, canlıların ve insanın varlığı tartışma konusu olamaz. burada kanaatler değil veriler belirleyici olmalı.
ama işte acaba, doğrudan “siyasi” olmayan böyle bir konuda yapılacak ve 23 haziran’dan daha fazla insanı “hayır”da bir araya getirecek bir referandum, iktidar açısından yıpratıcı bir güven oylaması anlamına gelebilir mi? ekrem imamoğlu başta olmak üzere, kanal istanbul için referandumu telaffuz eden siyasetçiler, son darbeden önceki vuruşu mu kastediyor? bekleyip göreceğiz.
Kaynak: Artı Gerçek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.