Apoletli bir katilin kör kurşunlarına hedef olduğundan bu yana kırk yıl geçti. Senin başkanlığını yaptığın, etimizle kanımızla can verdiğimiz, umudun ve faşizme karşı direniş mücadelemizin simgesi Tek-Der de kırk beş yaşında Usta
Tek-Der Başkanı, Ankara Dev-Genç Başkanı, Dev-Genç Yürütme Kurulu Üyesi Necdet Erdoğan Bozkurt’a mektup:
Sevgili Usta,
Apoletli bir katilin kör kurşunlarına hedef olduğundan bu yana kırk yıl geçti. O gün seni bizden alıp götüren o kurşunların yüreğimizdeki acısı her geçen gün daha da artarak devam etmektedir. Senin başkanlığını yaptığın, etimizle kanımızla can verdiğimiz, umudun ve faşizme karşı direniş mücadelemizin simgesi Tek-Der de kırk beş yaşında Usta. O günlerde bilincimize ve yüreklerimize onurla kazıdığımız Tek-Der hala daha o ilk yıllarındaki gibi ışıltıyla yaşamaktadır. Özgür bir dünyanın özlemiyle karanlık bir dünyanın baskıcı ruhunu yırtabilmek için birlikte yola çıkarken bayrağımız olan Tek-Der’i, ona can verenleri asla unutmadan bugünlere taşıdık. O gün sayılarının azlığını hiçe sayarak faşist güçlerin bin bir çeşit ölüm tuzakları karşısında bir an olsun tereddüt etmeyen Tek-Der’li yoldaşların umutlarından asla vazgeçmediler.
Hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan yoldaşların senden sonra da her gün aynı coşku ve heyecanla yollarına devam ettiler. Güzel ve ışıklı bir dünya için inanılmaz bir cesaret ve kararlılıkla başlayan o umut kervanı senden sonra daha da büyüdü. Hiçbir arkadaşımız, yoldaşımız, en değerli varlıkları olan canlarını ortaya koymakta bir an bile tereddüt etmedi. Bugün bile yüreğimizde kanamaya devam eden büyük yara Maraş Katliamı başta olmak üzere, faşist güçlerin tertiplediği yüzlerce, binlerce saldırı ve katliamların acıları bile bizi bir an olsun Devrimci Yol’umuzdan döndüremedi.
Devrimci Yol’umuzun Ustası,
Katledilen her can yoldaşımız karşısında senin yaşadığın o korkunç büyük acıları biz de yüzlerce, binlerce kez yaşadık. Senin gibi sonsuz ve süresiz ayrıldığımız bütün can dostlarımızın acı haberleri yüreklerimize kor ateşler dökülmüş gibi dağladı. Biz yine umutlarımızdan vazgeçmedik. Yine inatla kitaplarımızla, türkülerimizle, bayraklarımızla dalga dalga olduk, aydınlık olduk, yürüdükçe yürüdük karanlığın üstüne. Gün geldi meydanları zapt ettik.
Ne var ki özgürlük mücadelemizin önünü kesme derdindeki emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri önce Maraş Katliamı’nı tertipleyip sıkıyönetim ilan ettiler. CIA’nın, IMF’nin çakalları kendi azgın sömürü planlarını hayata geçirebilmek için sıkıyönetimin çare olmadığını biliyorlardı. Onların asıl isteği askeri faşist bir darbeydi. Bunun için MİT’iyle, kontrgerillasıyla ve sivil faşist çeteleriyle ülkemizi bir baştan bir başa savaş alanına çevirdiler. Sahtekâr burjuvazi ve onun bekçi köpekleri kendi kanlı ve zorba diktatörlüklerine yol verebilmek için yıllardır gözleri önünde doğup büyüyen özgürlük mücadelemizi boğup susturabilmek amacıyla acımasızca ve pervasızca yeni katliamlara, sürek avlarına giriştiler. Kısa bir süre sonra da 12 Eylül 1980 günü Kenan Evren’in başında bulunduğu askeri faşist darbe tezgâhlanarak emellerine ulaştılar. Artık halkın malı olan kamu iktisadi teşekkülleri haraç mezat satılabilirdi.
Yurtseverlerin, demokratların, devrimcilerin üstüne kan kustular. Güzelim memleketin her köşesine kurulan tuzaklarda kanlı takiplerde makinelilerin namlularından ölüm yağdı. Bombalarla acımasızca yürekler paramparça edildi. Binlerce dostumuz yoldaşımız yüreklerimize basarak geçip gittiler. CIA kamplarında eğitim gören kanlı katiller, okulları, yurtları, işyerlerini işkencehanelere dönüştürdüler. Hiçbir kötülüğü yapmaktan vazgeçmediler. Askeri cezaevleri başta olmak üzere bütün cezaevleri doldu taştı.
Üstüne atılı cinayet işlendiğinde 17’sindeydi Erdal Eren. Apar topar ipe çektiler. Veysel Güney’i sen de tanırsın. O da senin öğrencindi. Bir çatışmada göğsünden yaralı olarak ele geçirilmişti. O haline rağmen Ustasının adına leke sürmemiş, işkenceci katilleri fena halde sinirlendirmişti. Bununla da yetinmemişti Veysel, bir de sandalyesini tekmeleyerek cellatlarını hepten dehşete düşürdü. Tek isteği vardı, yol üstüne kazılacak yumruklu yıldızlı bir mezar. Ne var ki cellatlar ona çok kızmışlardı onu kaybettiler.
Can yoldaşımız,
Sensiz geçen kırk yıl boyunca yaşadığımız baskı ve zulümlerin hepsi bu kadar değil elbette. Emperyalist tekeller kolaylıkla buldukları işbirlikçileri aracılığıyla bütün dünyayı olduğu gibi ülkemizi de açık pazar ve savaş alanı haline getirdiler. Bütün dünya halkları gibi biz de derin acılar yaşıyoruz. Yoksulluk ve yıkımlar, zulüm ve yalanlar hız kesmeden devam ediyor. Sadece bir diktatörün yerini başka bir diktatör aldı hepsi o kadar.
Sen ne diyordun: “Karanlık yanında aydınlığı da taşır.”
Sen, mutlak umutsuz durumun olmadığını da söylüyordun. Gençler, özellikle de kadınlar itirazlarını yükselterek umutlarımızı tazeliyorlar. Bilesin ki Usta, karanlık tünelin sonunda senin savunduğun dünyanın ışığıyla aydınlanacağımız güne olan umudumuzu ilk günkü gibi yine aynı inanç ve kararlılıkla koruyoruz.
Bir amaç için yaşamanın ve bir amaç için ölmenin ne demek olduğunu sen söylemiştin. Tıpkı daha önce faşizme karşı sürdürülen hürriyet kavgasın da bayraklaşan Denizlerimiz, Mahirlerimiz, İbolarımız gibi. Korkunç işkence karşısında canından olma pahasına yoldaşlarından ve bağlandığın Devrimci Yol’undan asla vazgeçmediğini dünya biliyor.
Sevgili Usta, bir kez daha hatırlatıyorum ki seninle simgeleşen emanetin Tek-Der kırk beş yaşında ve hala daha ışıl ışıl parlıyor. Yüreğimizi senin büyüdükçe büyüyen yüreğinle birleştirdik. Seni zihnimize, yüreğimize kazıdık.
SEVGİYLE ANIYORUZ!
UNUTMAYACAĞIZ!