Asgari ücreti, gerçek anlamı olan saatlik en az ücret olmaktan çıkarıp, aylık düzeyde tarif edince ve üstelik bu tarifi geçim ücreti biçiminde genişletince, gerçek ücret mücadelesine de zarar vermiş oluyoruz
Asgari ücret, aynı zamanda şu tınıları da içermiyor mu: Azlık-yetersizlik-küçük olma-etkisizlik, standardın altında olma vs vs…
Paradoksal olarak asgari ücrete dair sol siyasetin, sendika bürokratlarının (yönetici ve sendika memurlarının), sol basının, akademisyenlerin büyük çoğunluğunun görüşlerinin de bu tınıları içerdiğini söyleyebilirim.
Son 15 hatta yirmi yılın asgari ücrete dair talepleri ve analizlerinin maalesef bir milim bile ilerlemeden aynı dar zeminde cereyan ettiğini ileri sürüyorum.
Bir türlü, meselenin esasına varılamamasının iki temel nedeni var: Birincisi öncü işçilerin önderliğinde bir mücadelenin eksikliği. İkincisi, meseleye üretim sürecinden kopuk bir şekilde bakılması. Tabii ki iki neden birbiriyle bağlantılı.
Sakın “asgari ücret mücadelesinin” başarısız olmasının nedeni de bu yetersizlik olmasın!
Meseleye (kapitalist üretim sürecinin işleyişini tekrarlayıp sıkılmak pahasına) daha yakından bakalım:
Ücret, bizatihi kapitalist sistemi var eden üretim sürecinin vazgeçilmez (asli) bir unsuru. Üretim süreci bir zamanı yani çalışılan, emek harcanan bir süreyi içeriyorsa ki öyle, ücret de zamanla ilgili demektir. Zaten ücret de ister yazılı ister sözlü mukavele yapılsın çalışma süresinin bedelidir. (Mesela Arapça yevmiye ve Öztürkçe gündelik sözcükleri bir günlük sürenin ücreti anlamına gelir.)
Çalışma süresi uzun veya kısa olabilir. Sonuçta bu süre bittiğinde işçinin eline nakdi bir değer yani para geçer. Ama çalışma süresinin en sonunda (ürünlerin mübadele edilmesi, pazarda satılması sonucu) elde edilen para işçiye ödenenden çok daha fazladır. Elde edilen bu para ile ücret arasındaki fark, patronun elde ettiği (eline geçirdiği) kârdır.
Böylece üretim sürecinde işçinin çalıştığı sürenin bir kısmında kendi ücretini karşıladığını, çalıştığı sürenin diğer (ve genellikle daha uzun olan kısmında) patrona kâr sağladığı anlaşılır. O halde çalışma süreleri ne kadar uzunsa (genellikle ücret aynı kaldığına göre) sömürü de (sömürü oranı) o kadar artmaktadır.
Bu bildik (didaktik) izahtan Türkiye’deki asgari ücret meselesine gelelim. İlk önce ne görüyoruz? Şunu: asgari ücret çalışma süresinden bağımsız olarak ele alınıp durmaktadır.
Yeter ki, işçinin eline “insanca yaşayacağı” bir para geçsin de çalışma süresi bizi ilgilendirmez diyebilir miyiz? Dersek sömürü bizi ilgilendirmez demiş oluruz. Yani asgari ücret 4 bin veya 5 bin TL olsa, çalışma süreleriyle ilgilenmeyecek miyiz?
Eğer ilgilenmezsek sömürünün üzerine örtmeye hizmet etmiş olmaz mıyız?
Teorik alandan, somut alana geçelim. Mesela Türkiye örneğine bakalım. Türkiye örneği önemli. Çünkü, aylık asgari ücret alan milyonlarca işçinin büyük kısmının çalışma süreleri çok uzun. Kamuda, ki bunların çoğu taşeron işçidir, haftalık 45 saatlik çalışma saati kuralına bir ölçüde uyulmaktadır. Kamuda bile bir ölçüde uyuluyorsa kim bilir özel sektörde çalışma süreleri nerelere varıyordur? Bizim tahminimize göre, asgari ücret ve altında ücret ödenen milyonlarca işçinin ortalama haftalık çalışma süresi 60 saati (günlük 10,5 saat) aşıyor.
Demek ki asgari ücret olgusunu ele alırken meseleyi sadece otuz günlük ücretle (maaş-aylık) sınırladığımızda sadece sömürünün üzerine örtmekle kalmıyoruz. Aynı zamanda saatlik ücretin çok küçük olduğu gerçeğini de gizlemiş oluyoruz.
Gizlemekle de kalmıyor, uluslararası işçi sınıfının gerçek bir kazanımı olan asgari ücretin, gerçek anlamını, yani saatlik olması gerçeğini Türkiye özelinde dejenere ederek, işlevsiz kılmış oluyoruz.
“Yanlışlık Zinciri” maalesef burada bitmiyor. Asgari ücreti, gerçek anlamı olan saatlik en az ücret olmaktan çıkarıp, aylık düzeyde tarif edince ve üstelik bu tarifi geçim ücreti biçiminde genişletince, gerçek ücret mücadelesine de zarar vermiş oluyoruz.
Çünkü işçi için (ve sınıf mücadelesi için) asıl önemli olan ortalama ücret düzeyidir, asgari ücret düzeyi değil. Böylelikle ortalama ücret mücadelesinin önemini gölgelemekle kalmıyor, işçi kitlesinin çoğunluğunu asgari ücrete mahkûm olduğu gibi bir kabule zorlamış oluyoruz.
Çıkmalıyız bu cendereden… Nasıl?
Asgari ücretin saatlik olduğunu…
En korumasız işçilerin, geçici işlerin, bir aydan uzun sürmeyen işlerin ücreti olması gerektiğini…
Bir günlük çalışma süresinin yasal bakımdan azami 7,5 saati aşamayacağını…
Aşarsa, ücret anlaşması asgari ücret üzerinden olsa bile ek ücretin gerekli olduğunu…
Bir ayı aşan işlerde kesinlikle asgari ücret, yerine ortalama ücretin ödenmesi gerektiğini…
Gerçek, sahici, doğru ücret mücadelesinin “ortalama ücret” üzerinden yürütülmesi gerektiğini…
Ve daha başka bu türden a priori olguları kabul ederek işçi mücadelesini gerçek zeminine çekmeliyiz.
Sömürüyü sınırlamayı temel alan bir zemine. Bu zemin çalışma süresi ve ücret bağını kopmaz biçimde kuran bir zemindir. Ücretin artırılmasına içkin bir zemindir.
Ve sloganlar bu zeminden üremelidir.
Hatırdan çıkarmayalım, işçi sınıfının tarihi kazanımlarının hemen hepsi çalışma süresi ile ücret bağını kuran mücadeleler sayesinde kazanılmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.