Postallar dehşet içinde bizi izliyor. Ve hiçbir zaman gerçeği işaret etmekten çekinmeyen ellerimiz, “İşte tecavüzcü sensin!” diye, yine gösteriyor yanı başındaki çirkin gerçeği
Yağmurlu ve alabildiğine gri bir günde Ankara bütün kasvetiyle üzerime çökmüş gibi hissediyorum. Sokakta yürürken tek mutluluğum yağmur sayesinde kırılan soğuk hava. Ilık damlalar yüzüme vurdukça düşüncelerim de zihnime vurup vurup kaçıyor.
Adımlarıma takılıyor gözlerim. İçimden saymaya başlıyorum. Bir, ki, üç, dört… Bir, ki, üç, dört…
Güvenpark’a yaklaşıyorum. Karşıdan karşıya geçmek için beklerken ışıklar yeşili gösterdiğinde üzerime yürüyen kalabalığın arasında ezilmemek için hızlandırıyorum adımlarımı. Bir, ki, üç, dört…
Yolun karşısına geçtiğimde elinde ağır silahlarıyla polisler karşılıyor beni:
– Buradan geçemezsiniz. Şu taraftan gidin.
Nereden biliyor acaba nereye gideceğimi? Dolanıyorum. Yürüdükçe artıyor polis ordusu, yürüdükçe artıyor yanımdaki kadınların sayısı. Bir, ki, üç, dört…
İstediğimiz yere varamayacağımız çok belli. Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız…
Onca yağmura rağmen kenarda köşede bekleyen ne çok kadın var diye düşünüyorum. Her yerde tanıdığım ve tanımadığım kadınlar bir şeyler bekleyen gözlerle etrafı kolluyor. Gökkuşağı renklerinde bir şemsiyeye ilişiyor gözüm. Saatime bakıyorum, nefesim heyecandan hızlanıyor, nefesimle doğru orantılı adımlarım hızlanıyor ve ses sisteminin yanına varıyorum. Ses sisteminin başında bekleyen arkadaşımla göz göze geliyoruz: Haydi başlayalım!
İşte o işaret fişeği çakıyor. Bir haftadır kulağımızdan silinmeyen melodi ile başlıyoruz. Bir, ki, üç, dört…
Rap, rap, rap, rap. Postallar aynı tempo ile koşarak bize yaklaşıyor. Ancak postallılar neye saldıracağını bilemiyor önce ve bir anlık hızlı bir kararla fotoğraf makinelerini hedef alıyor.
Ataerki bir yargıç!
Postallar kalkanlarıyla etrafı sarıyor.
Kadın olmak suçumuz!
Postallar kalkanları havaya kaldırıyor.
Kestiğiniz cezamız!
Rap, rap, rap, rap… Oraya buraya koşan postallar kararsız.
Seyrettiğiniz şiddet!
Postallar dehşet içinde bizi izliyor.
Ve hiçbir zaman gerçeği işaret etmekten çekinmeyen ellerimiz, “İşte tecavüzcü sensin!” diye, yine gösteriyor yanı başındaki çirkin gerçeği.
Yıllardır kulaklarımıza yer etmiş bahanelerin yerini hemen şarkı sözleri alıyor. Hem kulaklarımız hem sokaklar çınlıyor.
Aynı anda sağ ayak önde zıpla, (Kadın olmak suçum) Suç bende değil!
Sol ayak önde zıpla, (O saatte orada ne işi varmış) Her nerdeysem!
Sağ ayak önde zıpla, (Mini etek giymişti, tahrik oldum) Her ne giydiysem!
Sol ayak önde zıpla, (İçkiliydi) Her ne içtiysem!
Sağ ayak önde zıpla, Suç bende değil!
Polis,
Yargı,
Devlet,
TEK ADAM!
Sokağa karışan seslerimiz, yağmur damlalarıyla birlikte kaldırım taşlarına siniyor. Artık bu sokaklar şahit, “Yapılamaz” denen şeyin bir efsane olduğuna.
Biraz sonra üzerinde POLİS yazan sert plastik bir kalkan kol kola birbirine kenetlenmiş bedenlerimize yükleniyor. Aşağıdan gelen basınç zorluyor kalkanları.
Bir, ki, üç, dört… Derken defalarca aynı melodi ve dansla özgürleşiyor sokaklar…
Bütün bu yaşadıklarımız eğer bir roman olsa, muhtemelen distopik bir roman olurdu. Tıpkı feminist bir distopyada gibi gerçek olduğuna ikna olmakta zorlandığımız ama o gerçeğin kendisinin ya yaşandığı ya da çok yakın bir ihtimal olduğu bir atmosferde yaşıyoruz. Bütün bunlara rağmen bizi ayakta tutan mücadelemiz, ısrarımız ve kararlılığımız. Şimdi daha çok #Lastesis, daha çok dans ve direniş.
Bir, ki, üç, dört…
Hazır mıyız?
* Nebiye Merttürk: Halkevleri Kadın Sekreteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.