“Mutlaka bir bildikleri vardır” demeyi seviyoruz. 31 Mart’ta da 23 Haziran’da da şimdi de görüyoruz ki vallahi bir bildikleri yok. Ama kendini bilmek en değerlisi…
Bu satırların Ankara’daki parti içi kulislerden habersiz, hiç bilmeyen biri tarafından yazılıyor olduğunu dikkate alınız lütfen.
Nihayet birkaç gündür maruz kaldığımız “Saray’a giden CHP’li” komplosu tam da bizim gibi kulislerden bihaber halk üzerinde etkili olsun diye düşünülmüş olabilir değil mi? Erken seçimin konuşulmaya başlandığı bugünlerde halkların oyu sonucu belirleyecek normal koşullarda değil mi?
Her neyse, kulislerden bihaber olmak bazen (bence çoğu zaman) sizi özgürleştirebilir de. “Bilmemenin özgürlüğü.” Kulisçiler manipüle edilmeye çalışıldıklarını da bildiklerinden doğal şüpheci olabilirler. Doğal şüpheciler ne zaman gerçek ne zaman yalan ayırt etme yeteneklerini de zamanla pekâlâ kaybediyor olabilirler. Halk medya vasıtasıyla manipüle edilirken onlar yüz yüze buna maruz kalıyor ve bizim sosyal medyada haberi seyrederken verdiğimiz tepkilerin birazını bile veremiyor olabilir, bırakın bizim gibi dışından tepki vermeyi içlerinden neler geçtiğini bile, yüzüme yansır diye saklamak zorunda kalıyor olabilirler. Şimdi bu komployla birlikte tam olarak ne olduğunu bilmiyor olabiliriz ama bu üzerine düşünemeyeceğimiz anlamına gelmez. Nihayet bu ülkede yaşayan herkes öyle ya da böyle bir şeyler biliyordur bence. Bir şeyler olmasa da bir şeylerin olduğu diyarlardayız sonuçta.
Direkt girelim konuya halk olarak o halde. “Saray’a giden CHP’li” haberini aldım diyen Rahmi Turan adlı “gazeteci” en bilmeyen insanın dahi soracağı şeyi sormuyor, Atilla adlı kadim ve gazeteci arkadaşına. “E bunu neden sen yazmıyorsun? Neden kendi sitende duyurmuyorsun?” sorusu basit ve güçlü. Ki ortalık tık almak için yazan haber siteleri ile doluyken hem de. Atlatma haber için uğraşan gazeteciler varken insan neden kendini atlatır? Benimki de laf, haberi yapanın bunları sormayacak biri olduğunu satış için (kelimenin gerçek anlamıyla satış) neler yaptığını zaten bugün Aydın Engin yazmış: Saraydaki CHP’li ve medyanın çürük elmaları.
Şimdi bu iş kime yarar diye herkes bu komplonun kim tarafından yapıldığını konuşuyor olsa da bence “Kime yarar?” açısından düşünmek durumu anlamamızı sağlamayabilir. Aksi halde neden “Evdeki hesap çarşıya uymaz” yüksek bilgeliğiyle bin yıllar sonra dahi konuşuyor olalım ki? Komplo olsa da hesap edilene pekâlâ uymayabilir. Hatta çoğu zaman uymadığı için tarihte şu komplo oldu, bu komplo oldu diye belgesel haberlere denk gelmiyor muyuz? Evdeki hesabın çarşıya uymadığı bir 24 Haziran yaşamadık mı mesela? 24 Haziran seçim tekrarı halklar kadar İmamoğlu’na da yaradığına göre seçim tekrarını İmamoğlu’nun, Kaftancıoğlu’nun yaptırdığını söyleyebilir miyiz?
Kılıçdaroğlu ile İnce’yi karşı karşıya getiren bu komplo, bir 24 Haziran’dan bir başka 23 Haziran’a, bir kaybedenle bir kazananı, aynı partinin içinde iki ayrı politik tavrı karşı karşıya getiriyor.
Şöyle şeyler söyleniyor mesela: “İnce o akşam ‘Adam kazandı’ demek yerine, ‘seçimlerde hile olsa bile bu seçimi kazanmaya yeter oranda değildir’ demek yerine, bir oyun bile peşine düşseydi, mücadele ederek seçimi kaybetse ve mücadele etmiş ruh haliyle halkın karşısına çıksa ne olurdu?” Gerçekten öyle olsa ne olurdu? Tarih faraza tartışılmaz öyle olsa başka bir Muharrem İnce olurdu elbette. Paralel evren tartışmasına giremeyeceğim şu anda. Elimizdeki ve tanıdığımız İnce bir tane. Hadi tamam, yine de İnce şöyle yapsaydı diye düşünen paralel evrene gireyim, mesela bu önermede olduğu gibi yapmış olsa, Kaftancıoğlu ekibi ve haliyle İmamoğlu’nun aday olduğu bir İstanbul seçimi olabilir miydi? Şimdi devam etsem bu önermeye, İmamoğlu olmadığı haliyle bugün nasıl bir İstanbul olacağını da söylemeliyim(z). Şu anda İmamoğlu yok ve seçimleri muhalefet kazanamamış olduğu halde CHP içinde böyle bir kumpasa da gerek olur muydu? “Kaybetmiş ve artık iyice tükenmekte olan bir partideki kumpaslar ülke gündemi olmazdı” diyebiliriz en azından. Ki tam tersine AKP seçimi kazansa bugün Babacan, Davutoğlu’nun parti kurmaları ne alemde olurdu mesela? Her ikisinin de seçim sonuçlarını beklediğini kazanmış bir AKP’den kopmanın ve yeni parti kurmanın imkânsız olduğunu söyleyen kurmaylarını okumadık mı? Yani işler tek taraflı ilerlemiyor. Bir şey olduğunda bir başkasına da başka bir şeyler oluyor. Geçmişte bir parametre değiştiği için sonraki birçok parametre de değişiyor. Paralel Evren filmlerinin çıkmazı… Ama şunu yine de söylemeliyim; Muharrem İnce’nin olağan tavrıyla 31 Mart İstanbul gecesi seçimleri şöyle biterdi: Binali Yıldırım’ın seçimi kazandık açıklamasından sonra yeni bir “Adam kazandı” mesajı daha okurduk. Çünkü bir kere yapılan çok kere de yapılır. Özeleştiri yapılırsa o ayrı ama İnce’yi özeleştiri yaparken mi yoksa tam tersine insanları suçlarken mi görüyoruz?
Ancak Kılıçdaroğlu’ndan da AKP’nin memnun olduğu söyleniyor bir yandan da. Hatta geçen gün Metiner “Allah ona uzun ömür versin, kendisinden memnunuz” dedi bir kez daha. (Karşı taraftan etkili birisinin gitmesini istediğinizde onu övmek siyasette temel olarak yapılır ama bu artık o kadar deşifre oldu ki pek işe yaramıyor.) Ancak bu şu sıralar İnce için yapılıyor ve havuz medyasının gündeminde, manşetlerinde.
Devam edeyim izin verin, iktidar açısından Kılıçdaroğlu zurnanın zırt dediği yerlerde, Demirtaş’ın tutuklanmasına giden süreçte el kaldırmalar, Yurt dışına tezkerelerde sorgusuz sualsiz onay vermeler vs. ile kritik yerlerde iktidarla aynı politikayı yürüttüğü söylense de kontrol edilemediği sakin atın tekmesi pek olur alanlarında “tehlikeli”. Bu arada İnce’nin (Demirtaş’a karşı el kaldırmadığını da biliyoruz ancak bu genel siyasi duruşunda bir işe yaramıyor çünkü somut olarak Binali Yıldırım’ın 23 Haziran İstanbul seçimleri öncesi Kürtleri ikna etmek için söylediği hoşa giden cümlelerinin bir işe yaramadığı gibi tıpkı.) Bu arada Kılıçdaroğlu’na karşı girişilen linç girişimini de unutmamalı.
Gri alanlarda yürüyor Kılıçdaroğlu. Sakin gözüküp belli yerlere kadar ilerleyebiliyor. Sınırlarını biliyor olsa da boşluklar bulduğunda “pek tekmeler” atabiliyor. İnce ekolü ise kavgacı gözüküp hiçbir yere ilerlemiyor kavganın kızıştığı anda sadece mesaj atıveriyor.
Kılıçdaroğlu gibi İnce’nin de dönem dönem havuz medya tarafından manşet yapılması da bir kriter değil ancak bu yine de hiçbir şey demek de değil. Kılıçdaroğlu’nun milli güvenlik sorunu ilan edildiği bir zaman diliminde hem de.
Genelde komplo teorilerinden uzak durmaya çalışırım ama komplo olduğunda da “Komplo içinde komplo var mı” diye de düşünürüm. Aksi halde entrika kavramı neden olsun ki dilde. Ki bu komplo teorisi değil şu anda olmakta olan. Muhalif her ekolden hemen herkes komploda hemfikir. Bu fikir birliği muhalefet içinde nadir olan bir şey ;)
Basit sorular iyidir benim açımdan böyle zamanlarda: Seçimi kazanmış Kemal Kılıçdaroğlu neden İnce’ye komplo kursun, kimse İnce’yi anmaz herkes İmamoğlu’nun adını anarken hem de?
Kime yarar sonucundan bakarak “Kılıçdaroğlu’na yarar” o zaman o kurdu diyebilir miyiz? Ya da herkesin, bu iş kime yarar diye düşüneceği düşünülüp, Kılıçdaroğlu bu komploda olmasa bile sonuçta o kurmuş gözükecek ve zayıflayacak fikri işlenmiş de olmayacak mı? Her halükârda CHP zayıflamış oldu. Kazanmış bir CHP’den çok iç tartışmalara boğulan bir CHP izleyebiliriz şimdi.
Fakat bir yandan da CHP’nin yerel seçimleri kazandığı gibi ülke seçimlerini de kazanma ihtimali var. Kılıçdaroğlu, 31 Mart öncesi “İstanbul, Ankara, Adana, Antalya tüm büyükşehirleri kazanacağız” dediği günden 23 Haziran’a kadar giden süreçte bir daha alay edilemeyecek kadar gerçek bir durum bu. Alay edenler açısından, “Bu hataya bir daha düşemeyiz ve kazanabilirler” bilgisi şu anda herkes de var. Ki HDP ile de yine bir haziran seçimi olan 2015 seçimleri öncesi “Barajı geçemezseniz ağlamak yok” ama diye bir daha alay edilmediği gibi.
Bu komplonun bir diğer etkisi ise, havuz medyasının bu meselede taraf olarak manşetler atmasıyla birlikte, “İktidar eskiden işine gücüne bakar muhalefeti dikkate almazdı ama artık işi gücü yürütemiyor o yüzden de muhalefete bakıyor ve muhalefetle uğraşıyor” fikrini de güçlendirmiş olması.
Rahmi Turan tüm bu soruları sormadığı halde yazısını giriyorken en azından o sayfayı yapan sayfa editörü yazıyı bilir değil mi? Böyle bir yazı, haber yayın kurulunda konuşulmaz mı? İş arkadaşlarıyla böyle bir yazı baskı öncesi paylaşılmaz mı toplantıda? R. Turan’ın düşünemediklerini yayın kurulu düşünemez mi? Ancak Uludere’de bir kaçak mazot kaç lira eder hesabı yapanların şimdiki salvolarına bakarak bunu beklemek zor. Ama ve fakat, ya partisinin Cumhurbaşkanı adayı olmuş olan İnce böyle bir konuyu partisiyle derhal istişare etmez mi? Böyle bir komploda öyle 30-40 yıla gerek yok birkaç aylık örgütlü, partili olsanız bile ne yapmanız gerektiğini en azından içgüdüsel olarak dahi bilirsiniz? Bunun kişiyi aşan bir şey mi yoksa partiye mi yönelik olup olmadığını tartışmaz mısınız?
Hem Sözcü’nün hem de İnce’nin en temel bilgileri unutması bir garip…
Ne yazık ki “mutlaka bir bildikleri vardır” demeyi seviyoruz. 31 Mart’ta da 23 Haziran’da da şimdi de görüyoruz ki vallahi bir bildikleri yok. Ama kendini bilmek en değerlisi…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.