Bu coğrafyanın kadınları olarak 2019 senesinde henüz basit eşitliği, yaşam hakkını hatırlatmaktan utanıyoruz ama asıl utanması gereken siz utanmıyorsanız bizim için adres belli: Mücadeleye devam!
“Bu kadınları 6284 sayılı yasa ile siz şımarttınız.”
“İstanbul Sözleşmesi zehirli meyvedir.”
“Sözde kadın derneği Mor Çatı annelere kör ve sağır.”
“Cinnete götüren yasa: 6284”
“Aileyi kurtarmak Mor Çete’ye mi kaldı?”
“İstanbul Sözleşmesi zehirli meyvedir.”
“Feministler teröristlerden daha tehlikeli.”
Yukarıdaki cümleler Yeni Akit gazetesinin manşetlerine taşınan cümlelerden alınan kimi örneklerdir. Basılı yayınları ve televizyon kanalı ile eşitlik ilkesine aykırı, nefret söylemlerini besleyen ifadeleri senelerdir telaffuz etmektedirler.
Uzun bir süredir Türkiye’de kadın hareketine karşı örgütlü bir saldırı olduğunu gözlemlemekteyiz. Sadece bu yayın organı değil, mizah dergisi iddiası ile çıkan ve İslami değerler üzerinden hicivlerini karikatürleştiren Misvak dergisi de kadın düşmanlığını örgütlemektedir.
Bu topraklarda kadınların 150 yıldan fazla mücadele vererek elde etmiş olduğu ve de yürürlükte olan yasal düzenlemelere karşı yapılan bu saldırılar karşısında toplumdaki sessizlik gösteriyor ki; her ne kadar kadına yönelik erkek şiddetine karşı duyarlılık artmış olsa da, şiddetle mücadelede medyadaki cinsiyetçi ve nefret söylemlerinin yeniden üretilmesine karşı duracak bir duruş sergilenmediği ortada.
Bir kadın ya da çocuk erkek şiddeti sonucu hayatını kaybedince yüksek tepki vermekle, hadım, idam feveranları ile şiddet azalmıyor.
Önleyici tedbirlere kafa yormayıp, her köşeden gelen cinsiyetçi söylemlere ses çıkarmamak, üç maymunu oynamak kolaycılığı seçmek oluyor. Lince davetiye çıkaran tüm medya kurumlarının tutumlarını kınamak sadece biz kadınların değil herkesin görevidir. Tabii en başta devletin! Devlet, kadına karşı şiddetin özel alanda cereyan ettiği gerekçesiyle kenarda durup seyirci kalamayacağı gibi patriyarkanın güçlenerek kadınların her alandaki kazanımlarına saldırmasının da önüne geçmelidir.
Bu düşman zihniyet yüzünden kadınlar yasal haklarına rağmen hayatta erkeklerle eşit olamıyorlar, doğrusu oldurulmuyorlar.
Kadınlar fizik özellikleri, anatomik özellikleri ya da ‘fıtrat’ gibi anlamsız gerekçeyle engelleniyor, hayattan erkeklerle eşit pay almalarını hazmedilmiyor.
Kadınları erkeklerin korunması altında sahip olunan emanetler olarak gören, itaatsizliği şiddet gerekçesi ön kabulünde olan, kaderine razı olmayan yani itaat etmeyen kadınların varlığı canlarını sıkan, henüz basit bir eşitlik anlayışını bile sindirememiş, pozitif ayrımcılık yaklaşımını erkeklere zulüm olarak gören, eşitliğin merkez politikalarına dahil edilmesini ret eden, kadınların feminizm etkisiyle gelişen bilincine karşı olan, Türkiye’deki utanç verici cinsiyet eşitsizliği uçurumunu daha da derinleştirmek için çaba gösteren, özel alana müdahale ederek ataerkil düzeni pekiştiren, kadınların yer aldığı haberlerde kollarını, omuzlarını, bacaklarını, dirseklerini hatta kadın sporcunun halterini bile sansürleyen, yürürlükteki yasalar hakkında yanlış bilgi veren, LGBTİ kelimesini duyunca kaleminden şiddet damlayan, kadınlara karşı nefret söylemini her gün üretenlere ivedi olarak dur demek gerekmektedir.
Bir cinsin aşağılanması her türlü yasal düzenlemeye aykırıdır. Bizim hukukumuzda bu aşağılamaya dur demenin hem Anayasamızdan hem de uluslararası sözleşmelerde yasal zeminini buluruz. Örneğin İstanbul Sözleşmesi madde 17, “Taraf devletlerin, özel sektör, bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü ve medya ile kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın onuruna duyulan saygının arttırılması için işbirliği yapmasını öngörmektedir” diyerek bu yükümlülüğü gayet açık ifade etmiştir.
Sözleşmeden bahsetmişken; neredeyse insanlığın başına gelen her türlü menfii olaylara sebep olarak bir maddesini bile okumadıklarından emin olduğum sözleşmeyi gösterenlerin korkulu rüyası İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kısa bilgi vereyim:
Anayasa m.90/5 uyarınca sözleşme kanun hükmündedir. Hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Biz kadınlar sistemin ataerkil yönlerini eleştiriyoruz, cinsiyet eşitliğinin her alanda uygulamalara dahil edilmesi için, merkezi politikaların eşitlikçi bir yaklaşımla dönüştürülmesi için mücadele ediyoruz, şiddetsiz politika biçimlerini benimsiyoruz, öldürenlere inat İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun yaşatır diyoruz, feminizmin haklar ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili olduğunu biliyoruz. Ve işte kimilerinin çok rahatsız olduğu Avrupa Konseyi belgelerinin kadın-erkek eşitliğinin demokrasinin yüreğinde yer aldığının vurgulanmasının sebebi de budur.
Feminizmin aleyhine nefret söylemleriyle yayın yapanları üzecek bir bilgi ile bitireyim: Kadir Has Üniversitesi’nin toplumsal cinsiyete dair 2018 tarihli araştırması gösteriyor ki feminizm deyince kadınların %64’ü, erkeklerin ise %53’ü kadın ve erkek eşitliğini savunmaktır diye düşünüyor.
Tam da bu ve bunun gibi sebeplerle, çürümüş zihniyetin ürünü söylemlerinizin bir karşılığı yoktur.
Bu coğrafyanın kadınları olarak 2019 senesinde henüz basit eşitliği, yaşam hakkını hatırlatmaktan utanıyoruz ama asıl utanması gereken siz utanmıyorsanız bizim için adres belli: Mücadeleye devam!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.