Bu düzeni tersine çevirecek gücümüz var, biliyoruz. Karakolda, mahkemede, evde, sokakta, minibüste, iş yerinde… Yaşadığımız her türlü erkek-devlet şiddeti karşısında birbirimizle dayanışarak kazanacağımızı biliyoruz
Kaskların, kalkanların, biber gazlarının arasında bir el; polis barikatına dayanmış, kırmızı ojeli, karga dövmeli. En son geride bıraktığımız 25 Kasım’ın simgesel fotoğrafıydı. Ve bugün, 2019’un Türkiye’sinde, yerin altından üstüne kar hırsıyla yağmalanmış bir ülkede, intihar haberlerinin, ekonomik krizin, savaşın, hayatlarımızı ve haklarımızı hedef alan yasa tasarılarının, erkek şiddetinin ortasında 25 Kasım’a Emine Bulut’un son sözleriyle gidiyoruz: “Yaşamak İstiyoruz.” O kalkana dayanacak, Şili’den, Beyrut’tan, Bolivya’dan, Türkiye’nin dört bir yanından milyonlarca kadının elini tutarak.
Emine Bulut’un öldürülmesinin ardından, en az 140 kadın daha erkek şiddetiyle katledildi. Tam rakamı bilmiyoruz. Çünkü devlet bu rakamları tutmuyor. En az 140 diyoruz çünkü, bu rakam sadece kadın örgütlerinin basına yansıyan haberlerinden toplanan veriler. En az 140 diyoruz çünkü, “kadına yönelik şiddet abartılıyor” diyen iktidarın bakanı butoncu Süleyman, canlı yayında kadın cinayetlerinin arttığını itiraf etmek zorunda kalıyor. Ve butoncu Süleyman, 25 Kasım’da Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Şiddetle Mücadele gününde yürümek isteyen binlerce kadının önüne polis kalkanı koyuyor, polise saldır emrini veriyor.
Bu rakamlara, “Her gün pamuk ipliğine bağlısınız sözünden bıktım usandım” diyerek hayatına son veren 25 yaşındaki Saadet öğretmenler çoğu zaman dahil olamıyor. Öyle ya, intihar olarak işleniyor raporlara. Oysa mobbing altında umutsuzluktan intihar da bir cinayet değil midir? Kaç kadın cinayeti Şule Çet davasında olduğu gibi bir plazanın bilmem kaçıncı katından aşağıya atılarak öldürüldükten sonra intihar denilerek apar topar kapatılmaya çalışıldı, kim bilir? AKP’li milletvekili Şirin Ünal’ın evinde, elinde silahı tuttuğuna dair hiçbir iz bulunamayan, apar topar adli tıp raporları verilerek intihar diye üstü örtülen kaç Nadira var? Sahi Rabia Naz’a ne oldu?
Bütün bu cinayetlerin üstünü örten bu iktidar irademizi de gasp ediyor! Kayyumlar cumhuriyeti ile ilk önce kadın örgütlerini kapatıp, kadın çalışmalarını engelliyor. İnsanlar yoksulluktan kırılırken kayyumların eline altın kaplamalı tuvaletler kataloğunu bu iktidar veriyor!
Bütün bu cinayetleri karartmaya çalışan bu iktidar, emeğimizi gasp ediyor! Kadınları güvencesiz, ucuz, esnek çalışmaya ya da işsiz kalmaya mahkûm ediyor. Hakkını arayan kadın işçinin kafasını yarması için patronun eline taşı, bu iktidar veriyor!
Bütün bu cinayetleri tetikleyen eşitsizlikleri pekiştiren bu iktidar haklarımızı gasp ediyor! Kadınlar için yaşamsal olan 6284’ü ve İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamamak için taklalar atıyor. Haklarımızı hedef gösteren gazete manşetlerini bu iktidar atıyor. Nafaka hakkımızı gasp etmek için “mağdur babaların gözyaşını” sileceği mendili, bu iktidar uzatıyor!
Bütün bu cinayetleri “aile” ile meşrulaştıran bu iktidar renklerimizi gasp ediyor! LGBTİ+’ları hedef gösteriyor, onur yürüyüşlerini yasaklıyor. Onurunu savunanları gözaltına alıyor, darp ediyor. Yakılarak katledilen Hande Kader’in katillerine kibriti, bu iktidar uzatıyor.
Bütün bu cinayetlerden beka türeten bu iktidar doğamızı-kentlerimizi gasp ediyor! Yerin altını da üstünü de bu iktidar yağmalıyor. Alamos Gold’a Kaz Dağları’ndaki yaşamı yok etmesi için kullanacağı siyanürün parasını bu iktidar veriyor. Hasankeyf’i yıkan dozerlerin kontağını bu iktidar çeviriyor!
İstismar, cinayet, şiddet, cezasızlık, nafakanın gaspı, eşitsizlik, kazanımlarımızın ve haklarımızın yağmalanması, cinsiyetçilik, dincileştirme, homofobi, transfobi, savaş, baskı, güvencesizlik, emek sömürüsü, ekolojik talan, ekonomik yıkım, kriz… Bu düzeni tersine çevirecek gücümüz var, biliyoruz. Karakolda, mahkemede, evde, sokakta, minibüste, iş yerinde… Yaşadığımız her türlü erkek-devlet şiddeti karşısında birbirimizle dayanışarak kazanacağımızı biliyoruz. Hakkımız olanı ancak sokakta alacağımızı biliyoruz. Tepemize çöken bu kasvetli havayı dağıtmak için milyonlarca kadının eli elimizde biliyoruz!
25 Kasım’da sokağa çıkalım, bu kasvetin yerine umudu koyalım! Polis yolları kesse de hayatlarımızın ve haklarımızın elimizden bir bir alınmasına izin vermeyelim.
25 Kasım’da sokağa çıkalım, umutsuzluğun yerine dayanışmanın coşkusunu koyalım!
Babamız, kocamız, kardeşimiz veya sevgilimiz hepimizi sömüren kapitalizmin hıncını bizim canımızı alarak çıkarmasın!
25 Kasım’da sokağa çıkalım! Rabia Nazı’n, Şule Çet’in, Nadira’nın ölümlerinin üstünü “intihar” diyerek örtülmesin.
25 Kasım’da sokağa çıkalım! Bu çürümenin pisliğini Koton’dan aldığımız ucuz kıyafet, Flormar’dan aldığımız ucuz kozmetiklerle bastırmaya çalışmak yerine hakları için direnen kardeşlerimizle yan yana olalım!
25 Kasım’da sokağa çıkalım! Hakkımızı aradığımız için patronumuz kafamızı taşla yaramasın, emeğimizi sömüren patronların karşısına hep birlikte dikilelim!
25 Kasım’da sokağa çıkalım! Çıktığımız her sokak, attığımız her slogan ve birbirine karışan seslerimiz, “Yaşamak İstiyoruz” çığlığımız sarsın dört bir yanı. Bilelim ki böylece geleceğiz bütün örgütlü kötülüklerin üstesinden. 25 Kasım’da sokağa çıkalım, biri şimdi Bolivya’da, diğeri Şili’de, öbürü Lübnan’da sokakta hayatları için dövüşen “Mirabel Kardeşlerin” elini tutalım.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.