“Bütün bu şiddetin, savaşın özeti aslında ‘Öldürmeden sevemiyor musun?’ Bir şeyi sürekli ülke ile ilgili manevi maddi değerleri sevmek zorundaymışız gibi bir pompalama da var. Ama birilerini ötekileştirmeden de sevebiliriz. Oyunun en güçlü cümlelerinden biri”
BAM İstanbul’un sahneye taşıdığı ‘Kader Can ‘ adlı oyunun yazarı ve yönetmeni Murat Mahmutyazıcıoğlu. Tek kişilik oyunda, 85 dakikalık olağanüstü bir performansla Deniz Karaoğlu’nu seyrediyoruz. Oyunun yönetmen yardımcılığını Sevda Deniz Karali, koreografiyi ise Gizem Bilgen üstleniyor. Müzikler Ah!Kosmos, ışık tasarımı Utku Kara, kostüm ve dekor tasarımı Erdi Eralp Uğur’a ait.
Oyun, 21 yaşındaki Kader Can’ın askerlik sürecinde yaşadıklarına odaklanıyor. Kader Can bir kenar mahalle genci, rap müzik tutkunu. Hayalperest bir mahalle delikanlısıyken bir anda askere alınıyor ve bu süreçte pek çok sorgulama yaşıyor. Aslında askerlik, karakterler arası geçişleriyle seyirciyi bir tür yüzleşme olarak anlatılıyor.
Askerlik sürecinde Kader Can’ın pek çok kişi ile yaşadığı diyaloglar da seyircinin ilgisini çekiyor. Kız arkadaşı, annesi, semt bakkalı, taksi şoförü ve askerlik boyunca karşılaştığı yol arkadaşlarıyla olan ilişkileri de trajikomik bir anlatımla seyirciye taşınıyor.
Rap müziğin isyankar hali ile askerliğin itaatkar olma durumu, oyunda bir tür çatışma ve birleşme zemini de buluyor. Aslında Kader Can herkesin kendini bir biçimiyle bulabileceği sıradan bir yaşam kesiti gibi…
Kader Can bizi İstanbul’un bir semtinden alıp Ankara’da bir askerlik şubesinde ve sokaklarında dolaştırdıktan sonra yeniden İstanbul’a bırakıyor. Kadıköy Theatron’un yeni sahnesinde izlediğimiz oyundan çıktığımızda etkilenmiş ve belki de birçok seyirci gibi tekrar izlemek isteğiyle ayrılmıştık. Söyleşi günü bu kez Baba Sahne’de buluşup Murat Mahmutyazıcıoğlu ve Deniz Karaoğlu ile sohbetimize başladık.
“Mamak’tayım bölükteyim, olmaktan korktuğum yerdeyim…”
“Can uzakta, Can sınırda, Can şimdi acımasız topraklarda…”
Oyunun başlama süreci ile başlamak istiyorum?
Murat Mahmutyazıcıoğlu: Ben, “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” oyunundan sonra yine anlatı tarzında tek kişilik bir oyun yazmak istiyordum. Askerlik anılarımla ilgili uzun bir yazı yazmış bir atölyede. Orada gerçekte benim karşılaştığım askerde rap seven bir arkadaşım vardı. Ondan esinlenerek bambaşka bir karakter yaratıp Kader Can’ın hikâyesini yazdım geçen yaz. Ama iki senedir kafamda olan bir hikâyeydi bu. Yazım işlemleri bitince Deniz’e okuttum, çok beğendi. Beraber üç ay prova yaptık ve bugün 57. oyunumuzu oynuyoruz. Bir senedir de oynamaya devam ediyoruz.
Oyunda yaşanmışlıklar da var mı peki?
Murat: Bir takım izler var sadece. Çoğu kurmaca ama bazı yaşanan anlar yol gösterici oldu ve oradan esinlenerek karakterleri oluşturdum. Birebir gerçek değil ama gerçeğin izleri var diyelim.
Rap seven karakter ile bağınız nasıldı peki askerde?
Murat: O rap dinliyordu hep. Sagopa vs. severdim onunla başka bir bağım vardı. O yüzden oyundaki gözlük, poşet benim… Kader Can belki biraz o. Askerden sonra da hiç görüşmedik aslında. Mesela askerden sonra oradaki arkadaşlarım ile görüşmeme durumunu oyuna da yansıttık… Biraz kafamı da kurcalıyordu bu durum neden görüşmedik ki diye. Ama herkes kendi bölüğüne yaşamda da geri dönüyor aslında askerden sonra.
Bir yandan rapin isyankâr hali ile askerliğin itaatkâr hali tezatlığın da bir arada geldiği oyun…
Evet, yontularak çıkıyor gibi aslında. Kader Can’da yontularak yaşayanlardan diyebilirim… Oyun sırasında mı tek kişiliğe döndü peki oyunun kurgusu. Bir yandan da 90 dakika boyunca tek bir oyuncunun tüm performansları gerçekleştirdiği muhteşem bir atmosfer aslında…
Deniz Karaoğlu: Murat bana metni getirdiğinde sonunda “Tek kişilik mi acaba?” diye bir not vardı metinde. Ben de bu şekilde öğrendim.
Murat: Ben daha önce tek kişilik bir oyun yazmamıştım. Oyuncudan da böyle bir enerji alınca biçim olarak tek kişiliğe karar verdik. İlk başladığımız yere geri döndük ve tek kişilik kurguladık.
Bir erkeğin hayatında neyi ifade ediyor askerlik? Askerlik baskısı da aslında?
Deniz: Hayatta sanki yapmamız gereken şeyler var gibi aslında. Hadi oğlum kızım yaşın geldi, işin evin de var evlen gibi… Askerlik de erkekler için bir tür zamanı geldiğinde yapmak zorunda hissettirilen bir şey aslında. Bu devlet tarafından zorunlu tutuluyor. Tabii herhalde askere gitmek her erkek için de meseledir. Gittin mi, nerede yaptın vs.
Kadınlar için çocuk ve evlilik baskısı, erkekler için de askerlik. Zorunluluk vurgusu, birçok sorgulama yaşanması…
Murat: Herkes için farklı bir dönüşüm aslında askerlik. Mesela benim için ne yapmak istediğime tam olarak karar verip çıktığım bir yer oldu. Ben orada, “Tamam ben tiyatro yapmak istiyorum” dedim. Çünkü öyle bir zorunluluğun içine girince hayat bundan sonra yepyeni bir hayat başlayacak ve ben artık zorunlu olan hiçbir şeyi yapmak istemiyorum dedim. Bu duyguyla çıkar çıkmaz da sadece tiyatro yapmaya başladım. Öncesinde İç Mimarlık ile beraber götürüyordum mesleği. Ama bende öyle bir dönüşüme yol açtı. Ama dediğim gibi o kadar devlete ait bir kurum olduğu için belki evlilik ve diğer konular belli bir hayat görüşüne sahipsen ertelenebilir zorunluluk halinden çıkabiliyor. Ama askere gitmemek başlı başına politik bir durum. Vicdani ret…
Muhalif olsan bile çoğu kişi bunu yapamıyor çünkü kocaman bir devleti karşına almayı göze alamıyorsun. Bu yüzden de askerlik birçok insan için zor geçer. Unutmak istenilen bir anıdır hatta… Neyse ki ben günlük yazmıştım, o sıkıntıları atlatmak adına. Sonrasında da hiç okumadım. Atölye için uzun yazıyı yazana kadar. Sonra da bunu bir oyunlaştırmam gerek. Bunu yazmak zorunda hissettiğim anda da Kader Can’ın hikâyesini yazdım…
Özellikle de askerlik kötüdür gibi bir mottodan yola çıkarak değil de böyle bir durumun gerçekliğini sunduk. Ve hiç tanımadığımız bir çocuk o çarkın içinde budana budana bu hale geldi ve “Bakalım şimdi ne yapacak?” dedi herkes.
Sokaktaki birçok insana baktığımızda ne yaptığını görüyoruz aslında. Büyük kalabalığın içine karışıyor işte…
Bazen insan için terapi hali gibi de oluyor. O sıkışma durumunu bir işe dönüştürme hali, böyle bir rahatlama hissettin mi?
Murat: Hissetmedim aslında. Tam tersi onlarla yüzleşmek, hesaplaşmak beni rahatsız etti. O yüzden anlatmak istedim, aramadığım çocuktan esinlendiğim hikâyeyi anlatmak istediğim gönül borcu gibi bir şey bir yandan da. Askerlikle vicdani ret ile ilgili birçok kitap vs. var. Ben de askerliğin zorunlu olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama bunun gerçekleşmesi de zor. Hepimiz gidiyoruz, çok az bir azınlık hariç ve böyle bir şeyler de yaşıyoruz demiş olduk.
85 dakika boyunca farklı karakterleri oynamak, hızlı geçişler beni çok etkiledi. Eminim çok zordur sürekli farklı karakterler arasında geçişler yapmak. Siz ne hissettiniz oyunun hazırlık sürecinde ve sonrasında?
Murat: Üç ay yoğun bir çalışma dönemi geçirdik. Bu karakterden karaktere geçiş, bütün metnin canlandırılması tüm bunları bilmiyorduk. Tek bir küpün üstünde de oynama gibi bir fikir yoktu. Çok sıkıcı olabileceğini de düşündük.
Sahnenin başka yerlerinde de denemeler yaptık. Gizem Bilgen, Murat ile ben Şahika Tekand Stüdyo oyuncularından tanışıyoruz ve mezunuz. Gizem de müthiş bir dansçıdır geldi ve bizim kafamızı açtı. Karakter geçişleri, küpün üstünde yer değiştirmek konusunda. Yaptıkça güzelleşti, keyfini aldım ve inceleştirmeye başladık.
Karakterler arasında geçiş yaparken onların taklidi gibi de değildin.
Deniz: Bu en başta verdiğimiz bir karardı aslında. Kadını, anneyi, özellikle onu tipleştirmek figürleştirmek istemedik ki bir yere indirgenmesin diye. Seste farklılığa gitmedik yalnızca tavırda ve bakışta bir oynama yaptık ki karikatürize etmeyelim diye. Bunu söylemeniz çok mutlu etti, teşekkür ederim.
Dekor olarak da sadece küp var sahnede. Özel bir tercih midir bu?
Murat: Böyle bir oyuncuyla çalışınca başka bir dekora ihtiyaç duymadık. (Herkes gülüyor) Bu bir tercih hatta zorunluluktan doğan bir biçim aslında. Yaratıcı olmaya zorluyor, her şeyi oyuncunun seyirci ile kurduğu ilişki ile kurduk.
Deniz: Bir yandan da pratik olsun ve oyunu her yerde oynayalım da istiyoruz aslında. Türkiye’nin farklı noktalarında bu oyunu oynamak istiyoruz.
Murat: Ben Deniz ve Gizem’le hatta diğer ekiptekilerle samimi bir şey kurmaya başladık. Kendi hikâyemize koyabileceğimiz, Bam’ın farklı bir bakışı olsun istedik. Bir yandan da seyirci keyifli şekilde oyunu izlesin de istedik. Tek kişilik oyun böyle de oynanabilir dedik. Bundan sonra da bunun peşinde olacağız. Herkesi de oyunlarımıza bekleriz.
Peki yakın zamanda yeni bir oyun var mı?
Murat: Yazıyoruz hatta yeni bir oyun. Izdırap korosu adlı bir oyun yazıyorum. İKSV’den Gülriz Sururi ve Engin Cezar teşvik ödülü aldık. Yeni sezonda yapacağız oyunu ya da sezon sonunda. Bu oyun da 2 kişilik olacak. Bu sefer bir apartman hikâyesi olacak.
Gözlükle olan diyaloğunda “Öldürmeden sevemiyor musun?” sorusu bence çok kritikti. Ve onun ardından da sorgulamaların başlaması. Ona dair ne söylemek istersiniz?
Murat: O replik ikinci ya da üçüncü oyundan sonra eklendi. Orada bir kırılma oluyordu ama bir sözle pekiştirmek gerekiyordu. Bu söz de Deniz’in oyuna hediyesi. Benim de en sevdiğim sözlerden biri. Bütün bu şiddetin, savaşın özeti aslında “öldürmeden sevemiyor musun?” Bir şeyi sürekli ülke ile ilgili manevi maddi değerleri sevmek zorundaymışız gibi bir pompalama da var. Ama birilerini ötekileştirmeden de sevebiliriz. Oyunun en güçlü cümlelerinden biri.
Deniz: Oyunu çıkardık ve prova sürecinden sonra dostlarımıza izlettik. Oyun içinde kaybolduğun bir süreçte metnin anlatmak istediği şeyi vurucu bir cümle ile vermek gerekiyordu. Kader Can bir şeyler söyleyip durdu, Gözlük poşet tam cevabını vermemişti. Başka şeyler konuşuyordu ve böylece bir şey çıktık. Oyun bu sezonda da oynamaya devam edecek. Yakın zamanda İzmir Festivali’ne gideceğiz. Seyircilerimiz bizi izlemeye devam etsinler…
Yakın zamanda nerelerde oynayacaksınız? Seyircilerimiz size nasıl ulaşabilirler?
Oyunumuz 5 Aralık’ta DasDas Sahne, 7 ve 29 Aralık’ta Kadıköy Boa Sahne, 12 Aralık’ta İzmir Taksav Tiyatro Festivali’nde olacak. Seyircilerimiz oyun programına Bamİstanbul sosyal medya hesaplarından ve bamistanbul.com’dan ulaşabilirler.
Söyleşi: Işgın Renkligül – Gül Gündüz
Fotoğraf: Ozan Cırık