“Bir isyanı önceden bastırmak için şiddetli şekilde hareket etmemek gerek. Hitlervari yöntemler artık aşıldı. Kolektif bir koşullandırma yeterli”
Gunther Anders (1902-1992) Alman, Avusturyalı düşünür, filozof, gazeteci, denemeci ve şair bir kişiliğe sahip olup 1902 yılında Almanya’nın Breslau kentinde doğup 1992 yılında Viyana’da vefat etmiştir. Husserl ve Heidegger’in öğrencisi olup Hannah Arendt’in ilk eşidir. Teknolojiyi eleştirir, nükleer karşıtıdır ve kitle iletişim araçlarının duygusal ve etik varlığımız üzerindeki etkilerini incelemiştir.
“İnsanlığın kullanımdan düşmesi” adlı iki ciltlik eserinden aşağıdaki kısa bölümü[1] ele alarak ülkemizde AKP iktidarının uyguladığı politikayla karşılaştırmaya çalışalım.
İnsan yaşadığı bu dünyada savaşlarla, salgın hastalıklarla, açlıkla, kölelikle, ırk ayrımıyla ve hoşgörüsüzlüğün farklı sonuçlarıyla karşı karşıya geldi ve mücadeleyi örgütleyerek üstesinden gelebildi ama bu tüm sorunların sona erdiğini ifade etmiyor. Her dönemde aynı sorunlarla karşılaştığımız gibi kadın cinayetleri, çocuk yaşta evlilikler / çocuk istismarı, yeni köle emeği biçimleri, çöp yığınları, iklim değişikliği, iğrenç popülizm ve daha birçok sorun çözülmeyi bekliyor. İnsanoğlu ya da daha doğrusu emek dünyayı ve insanı sömüren sınıf karşısında kolektif çalışmak ve sürekli mücadele etmek zorunda. Her an tetikte olup mücadelenin sürekliliğini sağlamak zorunludur.
“Bir isyanı önceden bastırmak için şiddetli şekilde hareket etmemek gerek. Hitlervari yöntemler artık aşıldı. Kolektif bir koşullandırma yeterli.”
Evet 17 yıldır kolektif koşullandırma yani İslam-Türk sentezi adına insanların beynine giriliyor, kendilerinin de pek inanmadığı ya da uygulamadığı dinsel gösterişle ortalıkta cirit atılıyor, insanı dininden soğutan şarlatanlar medya iletişim araçlarında saçmalıklarını sürdürüyor. Koşullandırma; insanı, vatandaşı kullanımdan düşürüp sormayan, sorgulamayan, itaat eden, dogmalara körü körüne bağlı kalmayı sağlayan kul yaratmak. Koşullandırma size yaşamsal sorunları, sömürüyü unutturuyor. Her gün iki işçinin ya da kadının yaşamına son verildiğini unutturuyor.
“[Koşullandırma] güçlü olursa isyan düşüncesi insanın aklına gelmez. İdeal olan doğuştan gelen yeteneklerini sınırlayarak insanları doğduktan sonra biçimlendirmek, sonra da şiddetli şekilde eğitimi azaltarak koşullandırmayı sürdürmek ve kişiyi mesleki bir işe yönlendirmek. Eğitilmemiş kişi sınırlı bir düşünce ufkuna sahip olur. Düşüncesi vasat meşguliyetlere odaklandıkça, isyan edemez.”
2000’li yıllarda doğan çocuklar bugün 19-20 yaşında. Hangi eğitimi aldılar? İlkokuldan başlayarak imam-hatiplere kadar kendi görüşlerine uygun dinsel eğitimi vermeye çalıştılar. Üniversiteler ise nitelikten yoksun. Her ile üniversite açmakla eğitimin niteliği kayboldu. Bugünkü üniversiteler insan eğitimi açısından hala Köy Enstitülerinin eğitim düzeyine ulaşamadı. İnsanlar güvencesiz işlere asgari ücretle yönlendirilip sadece geçim derdi sarmalı içine sokuldular. Ufku daralan insanın aklı da daralır. Eğitilmiş insanların ufku sınırsız olacağından sayılarını azaltma amacını açıkladılar. Eğitimi zayıflayan insan da zayıflar. Güçlü, sesi çıkan insanlar değil itaat eden insanlar isteniyor.
“Eğitime erişim zorlaştırılır ve giderek seçkinci olması sağlanır. Halk ile bilim arasında uçurum artar, halka yönelik bozguncu içerikli bilgi uyuşturulur. Özellikle felsefe okutulmaz. Burada da doğrudan şiddet değil ikna yolu kullanılmalıdır; yoğun ve sürekli şekilde, TV yoluyla duyguları ya da içgüdüleri okşayan eğlenceler yayımlanmalıdır. İnsanların aklı uyduruk şeylerle, oyunlarla meşgul edilmelidir. İnsanların ilgisinin ilk basamağına seks konulmalıdır. Toplumsal uyuşturucu olarak bundan iyisi yoktur.”
Zaten yeterince bilimden uzak olan insanımız okumayı unuttu. Olanakları ölçüsünde kimi çocuklar özel okullara, yurt dışı okullarına kaçmaya başlarken halkın çoğunluğu içeriği değiştirilen saçma sapan kitaplarla eğitilmeye başladı. İnsanların ufku fazla açılmasın diye felsefeyi kaldırdık. İkna yolları yandaş medyanın eline verildi. Aşk dizileri, zengin kız, fakir oğlan dizleri, evlilik programları, kaybedilen insanları bulmaya yönelik “insani” diziler, “survivor” uyuşturucu izlenceleri, tarihi geçmişi yalan yanlış anlatan dizilerle zihinler meşgul edilmeye başladı ve devam ediyor. Kadın ve çocuklara yönelik cinsel istismar çoğalıyor ama iktidar üzerine gitmiyor. Çünkü halkın aklını epeyce oyalıyor. İsyan etmeyi geciktiriyor. Pilav üstü döner gibi din üstü bilimle insanların beyni yıkanıyor.
“Genellikle, var olmanın ciddiyetini uzaklaştırmak, fazla değerli şeyleri gülünç hale getirmek gerekir ve uçarılığın methiyesi düzülür, öyle ki reklamın sarhoşluğu mutluluğun ölçüsü, özgürlüğün modeli olur. Koşullandırma kendiliğinden öyle bir bütünleşme yaratır ki bir tek korku -ki bu da beslenmeli- sistemden dışlanmak olmalı, yani mutluluğun gerekli koşullarına erişememek olmalı.”
Bilinen şeydir reklamın uyuşturuculuğu, kandırıcılığı. Yandaş medyanın reklamlarıyla insanların kolaylıkla her şeye erişebilecekleri, satın alabilecekleri anlatılır. Tüketici olmaları unutturulmamalıdır. Satın alma gücü yoksa kredi almalı, harcamalı ve özgür olmalıdır. Yoksa sistem kendisini dışlayacaktır. Dışlandıkça korkuya kapılır. Gözü doyurmak insana karnını doyurmayı unutturur. Korkuyu da.
“Bu şekilde üretilen kitle insanı olduğu gibi ele alınır: Koyun yerine koyulur ve sürü nasıl gözetlenirse o da gözetlenmelidir. Bilincini uyutacak her şey toplumsal olarak iyidir ve bilincini uyandıracak her şey komikleştirilmeli, gizlenmeli, mücadele edilmelidir. Sistemi söz konusu eden her öğreti bozguncu ve terörist olarak gösterilmelidir ve bu öğretiyi destekleyenler de aynı şekilde bozguncu ve terörist olarak gösterilmelidir. Bununla birlikte, bozguncu birini yoldan çıkarmak kolaydır; biraz para, biraz iktidar önermek yeterlidir.”
Koyunlaştırıldığımız, sürü haline geldiğimiz kesin. Buna karşı çıkanların susturulduğu, terörist olarak ele alındığı da kesin. Bilinci uyandıracak konulardan kaçılıyor ve ülke sorunları yerine kimi kez “dış mihraklar” kimi kez de komşuyla savaşla “milli hisler” ön plana çıkarılıyor. İnsanların sözleri alaya alınıyor, dalga geçiliyor. Toplumu koruyanların bir tek onlar olduğu vurgusu farklı yollardan yapılıyor. İnsanların nasıl yandaş, fırsatçı olduğunu ve yapıldığını bu iktidar bize kesinlikle göstermektedir. Aynı insanlar iktidar değişince aynı rolleri üstlenecektir.
Ekonomide bağımlılık, emeğin sömürülmesi ve çalışma koşullarında, adalet ve sağlık sisteminde, özgürlükler konusunda, çevrenin tahribatında, yolsuzluklar konusunda, kamu mallarının peşkeş çekilmesinde ve daha birçok konuda iktidarın bu ülkeyi nereye getirdiğini her gün görüyor ve okuyoruz.
Son olarak şu soruyu sorarak konuya son verelim:
Ata’sına sevgi ve saygısını göstermek için durup durmaksızın yıllardır usanmadan milyonlarca kişi Anıtkabir’e giderken neden aynı kalabalık sokaklara inip isteklerini, öfkesini göstermez? Atatürk’ün bize sağladığı bağımsızlığın, özgürlüğün giderek kaybolduğunu göre göre neden bunu Anıtkabir’in dışında ifade etmez?
Kul değil vatandaş olmak istiyorsak sesimizi çıkarmalıyız.
Dipnot:
[1] Koyu yazılı bölümler 1libertaire.free.fr/GAnders33.html’de bulunan Fransızcasından alınarak çevrilmiştir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.