İktidar, Kürt seçmen kitlesinde ‘legal’ siyasetin dışında kalma veya bundan sonra müdahil olmama eğilimini derinleştirecek her yöntemi kullanacaktır. Bu bakımdan gündelik politikada Kürt seçmeni için haklı görünen tepki, sağlıklı ve derinlikli düşünüldüğünde AKP-MHP ittifakına dayanan iktidarın işini kolaylaştıracaktır
AKP-MHP iktidarı başarısızlığının faturasını Kürtlere yönelik çok yönlü bir saldırı politikasıyla kapatmaya çalışıyor. Küresel ve bölgesel çapta izlediği stratejilerin önemli oranda başarısız olmasının yanında içerde de ekonomik krizin yarattığı ciddi toplumsal sorunlar iktidar güçlerine yönelik tepkiye dönüşüyor. Çözümsüzlük içinde debelenen AKP-MHP iktidarı, toplumsal desteğini koruyabilmek için Kürt politik hareketine karşı çok yönlü bir tasfiyeye yöneliyor.
Askeri operasyonların kesintisizce devam etmesine, Kürt illerinde toplum üzerinde artan sınırsız psikolojik ve fiziki saldırılara rağmen, devlet seçimlerde istediği sonucu alamadı. HDP, oylarında kısmi bir gerileme olsa da gücünü önemli oranda korudu. Yerel seçimlerde stratejik illerde belediye başkanlıklarını aldı. Kimi il ve ilçeleri kaybetmesi ise devletin başarısından çok HDP’nin izlediği yanlış stratejiden kaynaklandı.
Devletin HDP’ye yönelik politik tasfiye operasyonuna karşı kimi tepkiler olduğu görülüyor. Çok yönlü tartışılan önerilerden biri Sırrı Sakık’ın “HDP’nin elinde olan ve halen kayyım atanmayan bütün belediye başkanlarının istifa ederek politik bir tepki göstermesi” görüşüydü. İkincisi ise Demirtaş’ın avukatı Mahsuni Karaman’ın beyan ettiği “HDP milletvekillerinin topluca istifa ederek ülkeyi ‘erken genel seçime’ zorlamaları” görüşü.
Kürt seçmen kitlesinin önemli bir kesiminde oluşan bu tür duyguların politik bir tercih olarak kullanılması pekâlâ mümkündür. Ancak, bunların duygusal tepkilerden çok hem uluslararası ve bölgesel gelişmelerin hem de iç politikayı etkileyecek olağanüstü gelişmelerin doğru analiz edilmesiyle ortaya konulması gerekir. Aksi taktirde duygusal politik refleksler yanlış sonuçlar doğurur.
Gülen Cemaati merkezli 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra iktidardaki güç dengeleri ciddi oranda değişti. Darbe girişiminin başarısızlığından sonra uluslararası alanda güçlü bir konuma gelmesi gereken AKP iktidarı, diplomatik ilişkilerde önemli gerilemeler yaşadı. ABD ile ilişkilerinde ciddi sorunlar oluştu. NATO üyesi olarak NATO’nun askeri konseptinin dışında hareket etmeye başladı. S-400 ile başlayan krizin ardından Ankara’nın Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı askeri operasyon nedeniyle ABD sert yaptırımlar kararı için düğmeye bastı. Erdoğan’ın 13 Kasım 2019’da Washington’a yaptığı ziyarette bunlar çok açık olarak dile getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD tarihinde bir ilkle karşılaştı. 5 kıdemli senatör karşısına çıktı. Adeta sorgulandı. Temsilciler Meclisi’nde çıkan yaptırım kararlarının Senato’da oylanacağını tehdidinde bulunuldu.
AB ile başlayan politik sorunlar tam bir krize dönüştü ve ticari ilişkilere yansıdı. Doğu Akdeniz bölgesinde tespit edilen doğalgaz rezervleri üzerinden başlayan rekabet, Türkiye’ye karşı ekonomik ambargo kararıyla devam etti. Türkiye’nin ihracatının nerdeyse yüzde 60’ının AB ülkeleriyle olduğu düşünüldüğünde ambargonun ne gibi sonuçlar doğuracağı açıktır. Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’ye askeri operasyonu nedeniyle birçok ülke silah satışını askıya aldı.
Türkiye’nin geçmişte politik olarak nispi bir etkinliğinin, dahası saygınlığının olduğu Arap dünyası ile ilişkileri de önemli oranda bozuldu. Özellikle enerji zengini Körfez ülkeleri AKP-MHP iktidarına karşı belirgin bir tutum aldılar. Ankara’nın Suriye operasyonunu ‘işgal’ olarak görüp Suriye’nin askıya alınan Arap Birliği üyeliğini yeniden tanıma yoluna girdiler.
Rusya hiçbir dönem Türkiye ile olan ilişkilerine stratejik yaklaşmadı. Moskova’nın Ankara ile geliştirdiği politik-diplomatik ilişkiler taktiksel-dönemsel olup stratejik bir ittifak değildir. Suriye politikası bunun çok açık bir örneğidir.
Bölgesel bir güç olmak isteyen İran’ın Türkiye politikası da Rusya gibi dönemsel olup stratejik bir zemin üzerinde gelişmiyor. Bu bakımdan İran’ın, stratejik olarak Ankara’nın başarısızlığına yönelik izlediği siyasetten vazgeçmeyeceği açıktır.
AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar ortaklığının izlediği Suriye ve Doğu Akdeniz stratejisi önemli oranda başarısız oldu. Son Kuzey-Doğu Suriye operasyonunda görüldüğü üzere Ankara tahmin edilenin çok üstünde uluslararası bir tepkiyle karşılaştı. Suriye’deki askeri ve politik denklemi kendi lehine dönüştürmek üzere Kuzey-Doğu Suriye’yi bütünüyle kontrol altına almak için başlatılan ‘Barış Pınarı’ operasyonu kamuoyunda yansıtıldığının aksine başarısız kaldı. 450 km uzunluğundan 30 km derinliğindeki alanı kontrol etmek için başlatılan operasyon dar bir alana sıkışıp kaldı. İdlip, Afrin ve El Bab’da ciddi sorunlar yaşayan Ankara bu kez ‘Barış Pınarı’ ile mevcut sorunları daha da ağırlaştırdı. El Bağdadi’nin Türkiye sınırına yakın bir yerde öldürülmesinden sonra ailesinden 32 kişinin Türkiye’de yaşadığı ortaya çıktı. Net olan şu: Suriye’ye yönelik askeri ve politik stratejinin başarısız olmasının ötesinde bölgedeki faturanın Ankara’daki iktidara kesileceğine dair çok sayıda veri var.
AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar gücü, iç politikada da ciddi açmazlarla karşı karşıya bulunuyor. Albayrak’ın ekonomi alanındaki eleştirilerin ‘terör faaliyeti’ olarak görüleceğine dair yaptığı açıklama esasen devletin artık çözüm gücünün kalmadığını gösteriyor. Ekonomik sorunların yarattığı toplumsal travmaların olumsuz yansımalarının tahmin edilenden de sarsıcı olacağı açıktır. Örneğin son günlerde yaşanmaya başlanan toplu intiharlar karşı karşıya olduğumuz sorunların boyutu bakımından bize bir fikir veriyor.
Uluslararası ilişkilerde ‘değerli’ yalnızlık içerisinde politik ve diplomatik olarak ciddi sorunlar yaşayan, Ortadoğu stratejisinde önemli oranda başarısız kalan, iç politikada ise ekonomik ve sosyal meselelerde çözümsüz kalan AKP-MHP iktidar gücü, Kürtlere yönelik tasfiye politikasını çok yönlü uygulamaya koyarak özellikle Türk toplumunun milliyetçi-politik reflekslerini harekete geçirmek istiyor. Geçmişte olduğu gibi HDP’li belediye başkanlarını görevden alarak, HDP yöneticilerini tutuklayarak, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak için onlarca dosya hazırlayarak, Demirtaş ve Zeydan’ı hukuksuz bir şekilde adeta ‘rehin’ tutarak politik tasfiyeyi kesintisizce devam ettiriyor. Esasen ‘Barış Pınarı’ operasyonunda istediği sonucu alamayan iktidar, sistem içi siyaset yapan HDP’ye yönelik gerçekleştirilen operasyonlarla milliyetçi dalgayı yükseltmek istiyor.
İktidar, HDP’ye yönelik başlattığı operasyonlarla özellikle Kürt kökenli seçmen kitlesini psikolojik olarak baskı altına almak ve başarma/kazanma algısını kırmak istiyor. Kabul ettirmeye çalıştıkları şu: “Seçimlerle bir sonuç elde edilmez ve böylelikle seçimlerde oy kullanılması anlamsız ve gereksizdir.” Böylelikle Kürtlerin politik olarak seçim süreçlerinin dışında kalmasını istiyorlar. Belediyelere yönelik başlatılan operasyonlarla da Kürt kökenli seçmen kitlesinde “seçimlere katılmama ve oy kullanmama” eğilimini pekiştirmeye çalışıyorlar.
Ekonomik, politik ve sosyal olarak tıkanan iktidar, mevcut statükoyu sürdürebilecek bir durumda değil. Çok yönlü gelişen krizin önümüzdeki bir yıl içerisinde ciddi gelişmelere yol açacağını tahmin etmek zor değil. Davutoğlu’nun ve Babacan’ın parti kurma çalışmaları son aşamaya gelmiş bulunuyor. AKP’nin oy oranı da hızla düşmeye başladı. MHP-AKP oylarının toplamı Erdoğan’ı yeniden cumhurbaşkanı yapamayacak gibi görünüyor. Politik gelişmeler dikkate alındığında erken genel seçim olasılığı oldukça yüksek. İttifaklar ve güç dengeleri dikkate alındığında HDP, önümüzdeki sürecin kilit partisi olarak önemli bir rol üstlenecektir. Açık olan şu: HDP seçmeninin kararı dengeleri belirleyecektir. AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar gücü, HDP’nin politik ilişkilerin dışına iterek özellikle Kürt seçmen kitlesinin örgütlü bir güç olarak hareket etmesini engellemeye çalışıyor. Bunun başarılması durumunda önümüzdeki süreçte oluşan yeni politik denklemin belirlenmesinde HDP ciddi bir rol üstlenmeyecektir.
İktidar, Kürt seçmen kitlesinde ‘legal’ siyasetin dışında kalma veya bundan sonra müdahil olmama eğilimini derinleştirecek her yöntemi kullanacaktır. Bu bakımdan gündelik politikada Kürt seçmeni için haklı görünen tepki, sağlıklı ve derinlikli düşünüldüğünde AKP-MHP ittifakına dayanan iktidarın işini kolaylaştıracaktır.
HDP, bütün baskılara ve saldırılara rağmen ne belediyeleri ne de parlamentoyu terk etmelidir. Belediyelere kayyum atanabilir, belki de tek bir belediye bırakmayacak düzeyde hepsine atama yapacaklardır. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırıp bir kısmını tutuklayabilirler. Bütün bu olumsuzluklara rağmen her iki alanın terk edilmemesi gerekir. Önümüzdeki dönemde politik dengelerin ve ittifakların çok yönlü değişeceği ve erken genel seçimle yeni bir hükümetin kurulma olasılığının oldukça yüksek olduğu bir süreç başlayacak. Kürt sorunun çözümü için zorunlu ve kaçınılmaz olarak ‘yeni’ bir yol haritası gündeme gelecektir. Devlet bundan kaçınamaz, bugünkü süreç aşıldığında başka yolu da kalmayacaktır. HDP, bu sürecin mutlak olarak bir öznesi olacaksa ve hatta oluşan yeni dengelerde olası bir hükümetin merkezinde yer alması pekâlâ mümkündür.
Duygusal değerlendirmeler önümüzdeki politik sürecin belirlenmesinde merkez bir güç olmayı engeller. Türkiye çok yönlü gelişmelere açıktır. Bugünkü olumsuz tablonun tersine dönmesi sanıldığı gibi zor olmayacaktır. Bu nedenle parlamentodan çekilmek taktiksel olsa dahi yanlıştır. Bu parlamentoya olağanüstü bir rol biçmek değildir. Her sorunun çözümünün parlamento olduğu anlamına gelmez. Ama 6 milyon oy almış bir politik gücün, zorunlu olarak gündeme gelecek olan politik değişiklikleri belirlemede önemli bir rol üstleneceği veya üstlenmesi gerektiği açıktır. Doğru ve etkili politikalarla demokratik muhalefeti güçlendirebilecek olanaklar mevcuttur.
Uluslararası güçlerin Kuzey-Doğu Suriye ve Doğu Akdeniz dahil olmak üzere bölgesel dengeleri belirlemede ortaya koymaya başladıkları plan Türkiye’nin iç dinamiklerini tahminimizden fazla etkileyecektir. HDP, önümüzdeki değişim sürecin öznesi olmadığı takdirde sistem kendi iç dinamikleriyle yeni bir yol belirler.
Duygusal ve tepkisel değil stratejik düşünme zamanıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.