Sözüm ona “savaşı bitirmek için” uygulanan yaptırımların esas amacı ülkeleri felakete sürüklemek ve kolayca teslim almak. Açık savaşın yanında uygulanan bu ambargolar, bir ülkenin tamamını hedef alan bir sivil bombardımandan başka bir şey değil
Diktatörlerin yaptırımlar karşısında halklarına yönelik daha çok baskı uyguladıkları herkes tarafından biliniyor. Buna rağmen batı ülkeleri savaşa alternatif olarak sundukları bu yönteme sürekli başvurarak milyonlarca insanı halihazırda yaşadıkları koşullardan çok daha kötüsüne mahkûm ediyor. Bu yöntemin atılan bombalardan, yakılan şehirlerden, yerle bir edilen üretim alanlarından daha çok yıpratıcı olduğu ve ölümlerin sessizce geldiği bilinmesine rağmen hem yaptırım uygulayanın kendi halkını ikna etmek hem de kendi isteklerini karşı tarafa dayatmak açısından insancıl yöntem olarak lanse ediliyor.
Tarihe geçen ilk yaptırım Milattan Önce 433 yılında Atinalı Perikles’in verdiği bir karar ile Megara halkına uygulanıyor. Şehir surlarına dayanan ordusuz, silahsız, kuşatmasız, savaş gemisiz bir savaş binlerce insanın Megara’da sessizce ölümüne sebep oluyor. Aristoteles bu olayı “Açlıktan yavaş yavaş ölme” olarak yazıyor. Perikles’in verdiği karar kendi ülkesi sınırları içerisinde Megara esnafının alışveriş yapmasını yasaklaması idi. Megara ekonomisinin çökmesi sadece bir kış sürmüş ve insanlar ölüme mahkûm edilmişlerdi. Perikles’in KHK’si bir ilkti ama son olmadı. 2400 yıl sonra savaşmanın bu yöne kaydırılmasının ne kadar etkili olduğuna yüzlerce kez şahit olduk.
Batı ülkelerinde politikacılar kendi yetersizliklerini ya da yaptıkları hataları sümen altı etmek için her fırsatı kullanarak birilerine yaptırım yapma çağrısında bulunuyorlar. Bir yandan kendi toplumunda bunun barışçıl bir yöntem olduğu kanısını uyandırmak öte yandan yaptırım koyulan ülkelerin boyun eğmesini sağlamak istiyorlar.
Bütün bunlar sadece birkaç politikacının istedi diye yapılmıyor. İlk yaptırımcı sayılan Perikles’ten 2400 sene sonra çıkarılan yaptırımlar birbirini izliyor. ABD 8000’in üzerinde yaptırım kararı aldı. Sadece son dört yılda 2000’den fazla yaptırım uygulandı. Avrupa Birliği’nin ise aktüel 30 adet yaptırımı var.[1]
Sokakta herhangi bir Avrupa Birliği vatandaşına bu ülkelerin hangileri olduğunu sorsanız, size beş tanesini sayamaz. Bu kişinin o ülkelerde açlıktan, ilaçsızlıktan ölen insanlardan haberinin bile olmaması kimseyi şaşırtmaz sanırım.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Çin, Fransa, Rusya, İngiltere ve ABD, (geçici üyeleri saymazsak) son on yılda 150’nin üzerinde yaptırım kararı aldı. 1990 ve 1999 arasında ise bu sayı sadece beş idi.[2]
Rusya’nın ve Çin’in bazı yaptırımlar veto etmesi üzerine ABD askeri, ekonomik gücüne dayanarak yaptırımlarda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni devre dışı bırakarak kendi yolunu seçti. Avrupa Birliği bütün bu yaptırımları destekledi, uyguladı. Dolar’ın dünya ticaretindeki gücü ABD’nin elindeki en büyük koz oldu.
Son yıllarda yaptırımlara eklenen bir unsur da ticaret yolların bloke edilmesi oldu. Aslında savaşa sebep olabilecek bir askeri hareket olan bu karar, batı toplumuna diplomatik bir zorunluluk kararı diye satılıyor ve son alternatifin savaş olduğu anlatılıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve daimi olmayan emperyalizmin kukla devletlerinin aldığı yaptırım kararlar ülkelerdeki diktatörleri ya da siyasi yönetimi değil tüm toplumu kısa sürede felakete sürüklemeyi hedefliyor.
Bu yaptırımlar Nagasaki ve Hiroshima’ya atılan bombalardan fazla insan hayatına mal oldu.
Yaptırım uygulanan ülkelere sadece silah ve sanayi maddelerinin değil toplumun en acil gereksinmelerinin girişi de engelleniyor. Tarımsal aletlerden gıda ürünlerine, ilaç ve diğer sağlık maddelerine kadar her şeye ambargo koyuluyor. Süt tozunun, bebek gıda maddelerinin alınmasını engelleyen kararlar binlerce çocuğun daha bir yaşına varmadan ölmesine sebep oluyor. Bir ülkede ekonomi yerle bir olurken suçlusu bu yönetimleri seçmiş insanlar olarak lanse ediliyor. Irak’ın Kuveyt’e girmesinden sonra koyulan ambargonun en çok çocukları etkilediğini yine Birleşmiş Milletler’in başka bir komisyonu tespit ediyor. 500 bin çocuğun ölümü acı gerçeği gözler önüne seriyor. (Kinderhilfswerk UNICEF 1999)[3]
Columbia Üniversitesi’nden Prof. Richard M. Garfield “Teorik olarak gıda maddeleri ve ilaçlar ısmarlanabilirdi ama pratikte ödeme şansı olmadığı için yapılamadı” diyor. Neden yapılamadı, ülkelerin tüm banka hesaplarına el koyulunca yapılamıyor da ondan.
Bugünkü yaptırımlarda gıda maddelerinin ve ilaçların yaptırım listelerinde olmaması Avrupalı seçmeni rahatlıyor ama ödeme yollarının tıkanması ya da bürokratik engellemeler nedeniyle gıda ve ilaç alımında sorunlar yaşanıyor.
Avrupalı politikacılar her fırsatta övünerek Suriye’ye 400 üzerinde ambargonun koyulduğunu ilan ediyorlar. Sözüm ona “savaşı bitirmek için” uygulanan yaptırımların esas amacı ülkeyi felakete sürüklemek ve kolayca teslim almak. Açık savaşın yanında uygulanan bu ambargolar, ülkenin tamamını hedef alan bir sivil bombardımandan başka bir şey değil.
Ülkelere uygulanan yaptırımların yanı sıra kişilere uygulanan özel yaptırımlar var. Politikacılar, güvenlik görevlileri, sanayiciler vs.
Suriye, Venezüella, Rusya, İran ve Kuzey Kore’nin ve diğer yaptırım gören ülkelerin dondurulmuş merkez bankası hesaplarına ve onlarca banka hesabında yatan paralara ulaşamaması, bu ülkelerde ekonomik sorunlara sebep olurken esas ceremeyi haklar çekiyor çekmeye devam ediyor.
Dünya Sağlık Örgütü gıda maddeleri ve ilaç kıtlığında Suriye’deki insani felakette Avrupa Birliği’ni suç ortağı gösteriyor. Birçok yardım kuruluşu bağış toplamak için hesap açacakları bir banka bulamadıklarından yakınıyorlar.[4]
Venezüella’ya uygulanan ambargoların haddi hesabı yok, bu konuda çok yazıldığı için konuya girmeyeceğim ama değinmek istediğim bir konu var. Ölümler genellikle hasta insanları vurdu. Gerekli ilaçların ve tıbbi malzemenin ithal edilememesi, gıda maddelerindeki kıtlık 40 bin insanın ölümüne sebep oldu. [Centre for Economic and Policy Research (CEPR)]
Yaptırım savaşının en çirkin yüzünü Yemen’de görüyoruz. 2015’ten beri devam savaş binlerce Yemen vatandaşının hayatına mal oldu. Birleşmiş Milletler hayatını kaybedenlerin sayısını 7 bin civarında verirken bağımsız kaynaklar bu rakamın 70 bin üzerinde olduğunu belirtiyor. Ayrıca bilinmesi gereken bir şey de bu sayının sadece bombalamalarla yaşanmadığı. Ablukaya alınan Yemen’e hiçbir yardım ulaşamıyor. Hiçbir geminin limanlara sokulmadığı ülkede açlıktan ve ilaçsızlıktan ölenlerin sayısı halen tam olarak bilinemiyor.
Uluslararası yardım örgütü Save the Children’ın tahminlerine göre Yemen’de 2015’ten beri süren savaşta yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybeden çocukların sayısının yaklaşık 85 binin üzerinde olabileceğine dikkat çekiliyor. Yaptırımlar sonucu 2 milyona yakın insanın çeşitli salgın hastalıklarla boğuştuğu ve en zayıf olanların yani çocukların kayda dahi geçmeden öldükleri tahmin ediliyor.
Dünyaya Şii-Sünni çatışması olarak pazarlanan bu savaş tüm şiddetine ve insani felakete rağmen batı toplumlarında herhangi bir hareketliliğe sebep olamıyor.
Suudilerin yıllarca çile çektirdiği Yemen halkı büyük kayıplara rağmen Arap NATO’su olarak anılan, Suudilerin başını çektiği birliğin yaptırımlarına direnmeye devam etti. Son olarak geliştirdikleri füzelerle Suudi Arabistan’ın petrol sahalarını vurunca, Suudiler telaşa kapıldı. Batı, İran’ı suçlayıp yeni yaptırımlar dayatırken Husiler 17 Ağustos’taki birinci saldırılarına 14 Eylül’de ikincisini eklediler. Saldırıları üstlenirken tekrar vururuz diye tehdit etmeyi de ihmal etmediler.[5]
Libya tüm yaptırımlara rağmen ABD ve AB ile ilişkilerini sıcak tutarak yaşamayı başardı. Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra parçalanan ülkede değişik gruplara farklı yaptırımlar uygulandı. Bazıları ambargo altına alınırken diğerleri açık destek aldı.
Yaptırımlara boyun eğmeme rekoru tabii ki Küba’ya ait. 1960 yılından bugüne ambargoya karşı dayanan ve karşıdevrime müsaade etmeyen Küba’nın bu rekoru sanırım hiçbir ülke tarafından kırılamayacak. Avrupa devletleri ABD’nin her ambargosunu desteklediği gibi Küba’da da kaideyi bozmadı ve halen desteğe devam ediyorlar.
Tüm bu yaptırımlara, tehditlere ve hatta askeri müdahalelere rağmen emperyalizmin kendi halklarından aldığı destekle bile başarılı olamadığı aşikâr. Bugüne dek kendi krizlerini dünya halklarının sırtından çözmeye çalışmış olsalar da, her seferinde yeni bir krizle karşılaşıyorlar.
Dipnotlar:
[1] https://www.bafa.de/DE/Aussenwirtschaft/Ausfuhrkontrolle/Embargos/embargos_node.html
[2] https://crp-infotec.de/uno-sicherheitsrat-mitglieder-2018/
[3] https://data.unicef.org/resources/resource-type/datasets/
[4] http://www.euro.who.int/de/health-topics/emergencies/pages/news/news/2019/4/new-report-released-on-whos-response-to-the-syrian-humanitarian-crisis-within-and-from-turkey
[5] http://freiesicht.org/2019/langstrecken-angriff-auf-saudisches-oelfeld-beendet-krieg-gegen-jeme/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.