Ankara ateşkese onay vererek, aslında savaşarak yok etmek istediği QSD’yi dolaylı biçimde askeri ve politik olarak tanımış oldu. Türkiye kamuoyundaki ‘kazandık’ gürültüsünün politik bir karşılığı yok. Çünkü Ankara’nın Moskova ve Tahran dengesi beklenilenden önce bozulabilir. Esad’ın “Türkiye garantör devlet olmaktan çıktı” demesi, İdlip’teki TSK gözlem noktalarının işlevini fiilen yitirdiği anlamına geldiği gibi işgalci güç muamelesi görmesidir de
Tayyip Erdoğan, Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik başlatılan operasyonun -Numan Kultulmuş’un deyimiyle savaş- 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan çok daha önemli olduğunu belirtmişti. Suriye’deki askeri ve politik gelişmeleri değerlendirilmek oldukça zor. Her yorum ve analiz birkaç saat içinde tersine dönebiliyor. Bazen yüzde 1 olan olasılık bir anda yüzde 99’un önüne çıkıyor ve belirleyici oluyor. Bu nedenle Suriye’de hızla değişen askeri, politik ve diplomatik ilişkilerin politik arka planının çok yönlü analizi tüm Ortadoğu’daki gelişmelerin anlaşılması bakımından gereklidir.
ABD, Rusya, Türkiye, İran, Şam, Kamışlı gibi politik güç merkezlerinin saat başı değişen karşılıklı hamleleri yapılan analizleri de altüst ediyor. Askeri ve politik adımların anlık değiştiği karmaşık bir sürecin içinde oluşan çatışma ve rekabet, ittifak ilişkilerini de farklılaştırıyor.
Diğer önemli bir nokta ABD’nin Ortadoğu stratejisinde bir değişikliğin olup olmadığıdır. ABD’nin Rojava-Suriye-Ortadoğu stratejisinde belirgin bir kırılma olduğu görülüyor. Trump, ABD’nin yıllara dayanan politikasını altüst ederken yerine ne koyacağını da bilmiyor. Bu durum ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının özellikle ittifak yaptığı güçler tarafından çok ciddi oranda sorgulanmasına yol açacaktır.
ABD’nin Rojava-Türkiye denkleminde kendi bölgesel çıkarları için kısa ve orta vadede bazı değişiklikler yaptığı anlaşılıyor. ABD’nin Suriye üzerinde uygulamaya çalıştığı Rojava planı, bölgesel stratejisinin bir parçasıdır. İran-Körfez denklemi, İsrail’in bölgesel stratejik çıkarları, enerji kaynakları ve belki de önümüzdeki yıllarda hızla ön plana çıkacak olan Doğu Akdeniz stratejik planı ile ABD’nin Rojava planı arasında doğrudan bir bağ vardı. ABD’nin bu planda nasıl bir değişikliğe gittiği konusunda somut bir planlama veya değişiklik henüz bilinmiyor. ABD’nin dünya çapında belirlediği bölgesel ilişkileri yeniden belirlemesi ve enerji merkezlerini gözden çıkartması gerekir. ABD’nin yansıttığı değişiklik stratejik mi yoksa bölgesel denklemin anlık bir parçası mı? Bunun emareleri henüz netleşmiş değil. Ancak Trump’ın Kuzey-Doğu Suriye’de Kürtlerle girdiği ittifakı aniden değiştirmeye yönelmesi ABD’nin Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları dahil olmak üzere Kongre, Senato gibi stratejik kurumsal yapılarının belirlediği plan dahilinde olduğunu söylemek şu an zor görünüyor.
Trump, belki de tüccarlık politikasını iyi bildiğini düşünerek, ABD’nin askeri gücünü kullanmak yerine etki alanını küresel kapitalist dünya ekonomisi üzerindeki büyük hakimiyetini kullanarak genişletme politikasına yönelmek istiyor. ABD’nin yıllara dayanan politikasını altüst ederken yerine ne koyacağını da bilmiyor.
Erdoğan’ın Suriye’nin Kuzey-Doğu bölgesine askeri bir operasyonda ısrar etmesinde Trump’ın Erdoğan’a ‘yeşil ışık’ yakmasının bir etkisi olsa da doğrudan buna bağlamanın pek mantıklı olmadığı açıktır. Böyle yorumlamak Ankara’nın savaş düzeyinde bir operasyona yönelmesinin politik ve askeri gerekçeleri anlamamaktır.
Ayrıca ABD’nin nerdeyse bütün stratejik kurumlarının Türkiye ve Erdoğan hakkında almaya başladıkları son derece ağır olan ‘yaptırım’ kararlarının hızla yasallaşması en çok Trump’ı zorda bıraktı denebilir. Kongre, Senato ve Temsilciler Meclisi’nde ezici bir çoğunlukla alınan yaptırımların özellikle Türkiye için ciddi sıkıntılar oluşturacağı açıktır. ABD’nin iç politikasında çok ciddi olarak eleştirilen Trump, operasyon öncesi Erdoğan’a gönderdiği, içinde “aptal olma, şeytanlaşma” gibi aşağılayıcı kelimeler geçen ve diplomatik kuralları altüst eden mektubunu kamuoyuna sızdırdı.
ABD, Kuzey-Doğu Suriye için aldığı kararların önemli hatalar içerdiğini görüyor ve bu nedenle askerlerini çektiği bütün bölgelere yeniden girmenin yollarını arıyor. Hem Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ile ilişkilerini yeniden üst düzeye çıkartmak hem Ankara’yı ateşkese ikna etmek için çok yoğun bir çaba içerisine girdi. Konge, Senato, Temsilciler Meclisi, Ankara üzerindeki baskıyı arttırmak için ‘yaptırım’ taslakları hazırlarken Trump, Başkan yardımcısı Pence’nin başkanlığında en üst düzeyde yetkili bir heyeti Ankara’ya gönderdi.
Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı askeri operasyon nedeniyle ABD’nin Ankara’ya savaş açmayacağı ve bunun pek mümkün olmadığı açıktır. ABD Kongresi’nde ve Temsilciler Meclisi’nde başta Erdoğan dahil olmak üzere hem Ankara’daki yönetimde görevli bazı isimler üzerinde hem de kurumsal olarak Türkiye’ye karşı bazı ekonomik yaptırımlar uygulanması kararı çıkması, hem Trump yönetimini zorda bıraktı hem de Ankara’ya kararlı bir mesaj verdi.
Pence’nin “ABD ile Türkiye 120 saat içeren bir ateşkes konusunda anlaştı” biçimindeki açıklaması, esasen Türkiye’nin ciddi bir düzeyde geri adım atacağını gösteriyor
Burada 6., 9. ve 12. maddeler ön plana çıkıyor. Anlaşmanın 6. maddesi “Türkiye ve ABD, terörle mücadele harekatlarının yalnızca terör unsurları ile bu unsurlara ait barınak, sığınak, mevzi, silah, araç ve gereci hedef alması gerektiği üzerine mutabık kalır” diyor. Bu madde QSD’yi dışta tutuyor. Çünkü hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) hem de ABD, QSD’yi ‘terörist’ olarak görmüyor.
Türkiye bunu 9. madde ile dengelemek istedi: “Her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır.”
ABD ile Türkiye arasında yapılan ateşkesin 12. maddesinde BMGK’nin Suriye’ye ilişkin 2254 numaralı karar taslağına atıf yapılması, ateşkesin arka planını oluşturuyor: BMGK 2254 Nolu Kararı şöyle diyor: “IŞİD ve El Nusra Cephesi dâhil ‘terörist’ olarak görülen gruplar dışında tutulacak. Bu gruplara yönelik ‘saldırı ve savunma eylemleri’ ABD ve Rusya öncülüğündeki hava saldırılarına devam edecek. Altı ay içinde ‘güvenilir, kapsayıcı ve mezhepsel olmayan bir yönetim’ oluşturulacak. 18 ay içinde BM gözetimi altında ‘özgür ve adil seçimler’ yapılacak. Siyasi geçiş Suriye önderliğinde olmalı.” 6. ve 12. maddeleri esasen QSD’nin, politik sürece dahil edilmesinin garanti altına alınması olarak değerlendirmek mümkündür.
Pence, ABD ile Türkiye arasında bir ateşkes anlaşması yapıldığını açıkladı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise tersine “bir ateşkes söz konusu değil” dedi. QSD Komutanı Mazlum Kobani’nin ise, ABD-Türkiye arasındaki anlaşmanın sadece Gire Spi ve Serekaniye arasındaki alanları içerdiğini belirtmesi aslında ateşkesin sınırlarını belirliyor. İlginç olan bir başka nokta da YPG’nin silahlarını teslim etmesinin istenmesidir. Bunun siyasal kazanımları ve garantisi olmadan silahların teslimi gibi bir durumun söz konusu olmayacağı bölgesel dengelerden anlamak mümkün. Ayrıca silahlar kime teslim edilecek? Muhatap BM mi olacak? ABD mi olacak? Yoksa Rusya veya Şam rejimi mi? Uluslararası güçler tarafından onaylanmış ve sınırları net olan politik bir anlaşma/sözleşme olmadan masa üzerinde alınan askeri sözleşmelerin uygulanmasının son derece zor olduğu görülüyor.
ABD’nin Türkiye üzerinde çok yönlü bir baskı oluşturarak kabul ettirdiği ‘ateşkes’ görüşmelerinin politik arka planında ne var? Öncelikli olarak ABD, Kuzey Suriye’den çekilmenin çok ciddi taktik bir hata olduğunu gördü ve yeniden pozisyon almak, çekildiği yerlere girerek Kuzey-Doğu Suriye’de yeniden hakimiyet alanı kurmak istiyor. Birbirleriyle çatışma halinde olan iki gücü yani QSD ile Türk ordusunu buluşturmak için ciddi bir çaba gösteriyor. Ayrı ABD’nin en önemli hedeflerinden biri de Ankara’yı Moskova’dan uzaklaştırmaktı ve bunu nispeten sağladı denebilir.
Trump yönetiminin Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik izlediği istikrarsız politika, Rusya’yı yeni politik-diplomatik hamlelere yönlendirdi. BMGK’de Türkiye aleyhine bir kararın çıkmasını engelleyerek Ankara’ya bir mesaj verdi. Suriye ordusunun QSD denetimindeki sınır bölgelerine gelmesini sağlayarak da bu kez Ankara’ya tersten bir cevap vermiş oldu. QSD’nin elinde olan Afrin’in Türkiye’nin denetimine girmesine onay vermişti. Ancak bu kez tersten Ankara’nın savaş açtığı QSD ile yeni bir anlaşma yaparak Suriye ordusunun sınıra gelmesini sağladı. Rusya’nın bu derin hamlesi Ankara’nın saldırılarını zorunlu olarak durdurmasını sağlayacaktır. Bu bakımdan Rusya’nın askeri, politik ve diplomatik hamleleri kendi izlediği strateji içerisinde belirli bir başarısı olduğunu söyleyebiliriz.
Rusya ile Türkiye arasındaki ilişki hiçbir dönem stratejik olmadı ve dönemsel gelişmelere bağlı şekillendi. Moskova, S-400’leri Ankara’ya vererek bağımlılık ilişkisini geliştirdi. Ancak Suriye politikasında Ankara ile Moskova’nın hiçbir ortak yönü yok. QSD’nin Rusya üzerinden Şam yönetimiyle anlaşması ve sınır bölgelerini Suriye ordusuna devretmesi kararı esasen Ankara’yı yeni bir çözümsüzlük krizine sürükleyecektir. El-Bab ve Afrin sınır bölgelerinin Şam yönetimine devredilmesi çok daha güncel bir talep haline gelecektir. Ankara’nın Rusya karşısında direnecek hali olmadığına göre İdlip’te devam eden çözülme kesintisizce devam edecek.
Rusya, QSD’nin elindeki bazı bölgelerin Suriye rejimine verilmesini sağlarken aralarındaki sözleşmeye uygun davranmadığı anlaşılıyor. Türkiye ile QSD arasında çatışma alanı olan Gire Spi ve Serekaniye arasındaki bölgeye müdahale etmemesi ve hatta Türkiye’nin bu bölgelerdeki operasyonlarına karşı önlem almaması QSD tarafından önemli bir güvensizlik yaratacağı ve yeni krizleri tetikleyeceği açıktır. ABD’nin Ankara-Kamışlı arasında ‘ateşkesi’ yeniden sağlaması ve olağanüstü gelişmelerinin önünü açması, Rusya’nın QSD ile daha resmi ve koşullara bağlanmış yeni anlaşma-sözleşme yapmasının önünü açacaktır. Rusya’nın ABD-Türkiye arasındaki anlaşmaya tepki duymasına paralel olarak atacağı adımları dikkatle izlemek gerekir. Aksi takdirde ABD’nin çekildiği yerlere girmeye karar vermesi Rusya’nın bütün planlarını bozacaktır.
Suriye, hava sahasını askeri uçuşlara yasaklamadı. Rusya’nın insani felaketi gerekçe göstererek “uçuşa yasak bölge” kararını uygulaması bütünüyle askeri ve politik denkleme göre olacaktır.
Rusya ve İran’ın etkisiyle Suriye ordusunun Türkiye sınırına gelmesi, Şam için önemli bir politik kazanımdır. Ankara’nın Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik yaptığı operasyon özellikle Şam rejiminin kendi sınırlarını yeniden kontrol altına almasına uluslararası meşruiyet sağladı.
Münbiç’e ve Kobanê sınır kapısına Şam’ın bayrağı çekildi. Afrin, El Bab, Münbiç, Kobanê, Kamışlı ve Serekaniye dahil olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde bütün sınırları Şam ordusuna verilmesinin bütün koşulları oluştu. Rusya ve İran, kısa bir süre içinde Türkiye’yi buna zorlayacaklardır.
QSD, Şam’a bağlı 5. kolordu olarak görev yapacak ve Suriye ordusunun askeri kuvvetleri olarak özellikle Afrin ve El Bab’da çok daha yoğun olarak yer alacak. Esad’ın “Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik saldırganlığı, Erdoğan rejiminin yayılmacı hırsları ve geçmiş zaman evhamlarının bir sonucu olup Ankara’ya Astana süreci çerçevesindeki garantör konumunu kaybettirdi, tüm Suriyeliler bu saldırıya karşı koymak için birleşti” açıklaması Ankara’nın artık Astana sürecinin garantör devleti olmaktan çıktığının ilanıdır. Aynıca “tüm Suriyeliler” ifadesi ile QSD’yle birleştiğini belirterek Ankara’ya bir başka mesaj vermiş oldu.
ABD-Türkiye arasındaki ateşkesin pozisyonu ve geleceği Şam’ın elde etmiş olduğu avantajı yeniden olumsuz bir noktaya getirebilir. Bu risk karşısında Şam, QSD ile kuracağı ilişkinin düzeyini ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik politikasını netleştirip hukuksal bir zemine oturtmaya zorlanabilir.
Ortaya çıkan politik koşullar hiç şüphesiz ki karşılıklı tavizleri zorunlu kılıyor. Ankara’nın bölgeye yönelik operasyonu ve ABD başta olmak üzere koalisyon güçlerinin çekilmesi QSD’yi yeri arayışlara yöneltti. QSD, Rusya üzerinden Şam ile bazı anlaşmalar yaptı. Bu anlaşmaların içeriği hakkında çok fazla bilgi olmasa da Şam rejiminin QSD’nin elinde olan bazı bölgelere girilmesine izin verildiği görülüyor. Şüphesiz anlaşmanın içeriğini tam bilmeden bir fikir yürütmek zor. Bu anlaşmanın önemli bir gücünün İran olduğunu unutmamak kaydıyla. İki hafta önceki duruma göre daha fazla taviz vermeleri gerekecek ancak bölgenin politik statüsüne ilişkin olarak, Rusya’nın ve İran’ın baskısıyla daha çok Rusya’nın kendi ülkesinde uyguladığı ‘özerk’ bölge statüsüne benzer politik bir statü Şam tarafından kabul edilebilir. Aksi takdirde askeri ve politik istikrarsızlık devam eder. Önemli olan oluşan ittifakın kalıcılığı ve belirli ilkeler üzerinden olmasıdır. Çünkü Esad rejimi güçlü değildir ve gücünü mutlak olarak tesis etmesi de zor görünüyor. Rusya ve İran desteğiyle varlığını bir yere kadar sürdürebilir. Yeni Suriye Anayasası’nın yazımından sonra iktidar dengeleri ciddi değişecektir. Şam’da iktidar olmak isteyen kim olursa olsun Rojava’ya ihtiyaç duyacaktır. Bu nedenle QSD, Suriye’nin iç politik denkleminde stratejik rolünü oynamaya devam edebilir. QSD’nin önümüzdeki süreçte Birleşmiş Milletler’deki Anayasa Komitesi’ne katılması Şam rejimi tarafından doğrudan desteklenebilir.
ABD-Türkiye arasındaki ateşkesin muhatabı doğrudan QSD’dir. Ateşkes ‘askeri’ bir kavram olmakla birlikte arka planı doğrudan politik gerekçelere dayanıyor. 5 günlük ateşkes ABD-Türkiye ve Kamışlı’ya yeni manevra alanı sağlayacaktır. Bu politikanın uygulanmasının çok kolay olmadığı açıktır. Özellikle QSD’nin yeni politik hamleler yapabilmesine olanak sağlayacak bir zaman dilimi yaratacaktır. Öncelikli olarak ABD ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi için yoğun diplomatik-politik görüşmeler yapılacaktır. Başta Fransa, İngiltere, Almanya olmak üzere AB ülkeleriyle bölgenin politik geleceği için bir kısım görüşmeler yapılması yüksek bir olasılıktır. Ancak bundan çok daha önemlisi ise Rusya ve rejimle yeniden masaya oturmak ve çok daha net bir kısım anlaşmalar yapmaktır. Burada öncelikli olarak Gire Spi (Tel Abyad) ve Serekaniye’ye (Resulayn) kadarki sınır bölgesine Rusya’nın veya rejim askerlerinin girmesinin sağlanması, uçuşa yasak bölgenin oluşturulması ve politik statü üzerinde mutlak bir uzlaşıya varılması gibi temel konularda netleşmenin sağlanması için yoğun bir diplomatik-politik görüşmelerin sonucu birçok konuda belirleyici olacaktır.
Ankara’da Kuzey-Doğu Suriye operasyonuna çok büyük bir misyon yüklendi. Askeri ve politik planlar yapıldı. Kısa sürede bölgenin hemen hemen bütünüyle kontrol altına alınacağı belirtildi. Peki Türkiye’nin bu operasyonda ısrar etmesinin nedeni neydi:
Birincisi, Kuzey-Doğu Suriye’de oluşacak özerk yapıyı stratejik olarak bir tehlike olarak görüyor. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de eğer ‘özerk’ bir bölge oluşursa mutlak olarak sıranın Türkiye’ye geleceğini düşünüyor. Bu nedenle devlet, fiilen özerkleşen bölgenin anayasal resmiyet kazanmadan askeri ve daha sonra politik tasfiyesi için karar aldı. İkincisi, sıklıkla dile getirilen demografik yapının değiştirilmesi sorunudur. Kürt-Arap nüfusu arasındaki dengeyi değiştirme planı olsa da esasen Arapların yoğun olduğu bölgelere girip Afrin-Kobanê-Kamışlı arasında kontrollü bölgeler yaratarak Kürtlerin bölgesel örgütlenmesini etkisizleştirmeyi hedeflediler. Üçüncüsü ise AKP iktidarının iç politikadaki ciddi sıkışmışlığıdır. Kamuoyu yoklamaları AKP’nin oy oranının yüzde 30’lara düştüğünü gösteriyor. MHP-AKP ittifakının toplamı oyunun da yüzde 45 civarında olduğu söyleniyor. Yani Erdoğan’ın iktidarı kaybetme olasılığı oldukça yüksek görünüyor. Erdoğan, savaşa yönelerek içte milliyetçi dalgayı yükselterek kendi toplumsal tabanını yeniden güçlendirmeyi amaçladı.
Türkiye’nin operasyon ısrarı karşısında, NATO, ABD, hatta Rusya gibi bölgede etkili olan küresel güçler kısa zamanda sonuç alacak askeri hamlelere dolaylı olarak sessiz kalacaklarını belirtiler. Ancak ortaya çıkan tablo bunun tersi oldu. Bölgeye çok önemli bir askeri güç yığan Ankara, ciddiye alınabilir, sürdürülebilir bir başarı elde edemedi. Askeri operasyonun merkezinde olan Gire Spi ve Serekaniye’yi kontrol edemediler. Savaş alanına sürülen ÖSO güçleri önemli kayıplar vermeye başladı. Böylelikle kısa sürede askeri kontrolü sağlayarak uluslararası güçler karşısında avantajlı olarak çıkmayı başaramadılar.
Küresel dünyanın nerdeyse tamamı Türkiye’nin bölgeye yönelik operasyonuna ciddi bir tepki verdi. Yalnızlaşan bir Türkiye gerçeği ortaya çıktı. AB, Kanada, İngiltere gibi dünyanın önde gelen birçok ülkesinde Ankara’ya yönelik askeri ve ekonomik yaptırım kararı alındı. ABD’nin ekonomik yaptırım için attığı adımların Ankara için çok daha ciddi sıkıntılara yol açacağı biliniyordu. Trump’ın diplomatik kuralların tamamen dışına çıkan, tehdit içeren mektubu işin ciddiyeti bakımından bir fikir veriyordu.
Ankara, belirlenen sürede askeri olarak ciddi bir sonuç elde edemedi. Kalıcı uluslararası bir yaptırım ile karşı karşıya kalabilme olasılığı artan Ankara ekonomik olarak çöküş riski taşıyordu. ABD’nin yoğun baskısıyla yeniden bir ateşkes yapıldı. Pence’nin başkanlığında gelen ABD heyeti ile yapılan ateşkes, esasen ABD’nin politikalarına uygun atılan bir adımdır. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “istediğimizi aldık” açıklamasının tersi gelişmelerin olduğunu söyleyebiliriz. Operasyon öncesinde oluşturulan “Güvenli Bölge” kararlarına benzer kararlar çıktı denebilir, Ankara sadece 9. madde eklemesini yaptırabilmiş.
Ankara ateşkesi kabul ederek hiç şüphesiz ki kendisine diplomatik-politik manevra alanı açtı. Özellikle ekonomik yaptırımların uygulanması ertelendi. Özellikle Erdoğan’ın da dahil olduğu birçok kişinin mal varlığının araştırılması askıya alındı. Ancak, bu kararlarda esasen 5 günlük ateşkesin uygulanması süreci belirleyici olacaktır. Ankara ateşkese onay vererek, aslında savaşarak yok etmek istediği QSD’yi dolaylı biçimde askeri ve politik olarak tanımış oldu. Türkiye kamuoyundaki ‘kazandık’ gürültüsünün politik bir karşılığı yok. Çünkü Ankara’nın Moskova ve Tahran dengesi beklenilenden önce bozulabilir. Esad’ın “Türkiye garantör devlet olmaktan çıktı” demesi, İdlip’teki TSK gözlem noktalarının işlevini fiilen yitirdiği anlamına geldiği gibi işgalci güç muamelesi görmesidir de.
Türkiye, önemli askeri bir güç, NATO içerisinde belirgin bir etki gücü var. Ancak Suriye politikasındaki başarısızlığıyla elindeki avantajları önemli oranda kaybetti denebilir. Örneğin 10 gündür büyük bir askeri güçle yürüttüğü savaşta ciddiye alınabilir bir askeri sonuç elde edemedi. Bölgenin kriz yaratan ülkesi konumuna geldi. Kuzey Doğu Suriye’deki kriz, Doğu Akdeniz’de kaybetmesinin de önünü açtı. Kürtleri tasfiyede ısrar eden Ankara, kendisinin tasfiye edilmeye başladığını anlamıyor. Özellikle AB’nin askeri ve ekonomik yaptırımlarının arka planı Doğu Akdeniz’dir.
Ankara, bölgedeki gelişmeleri objektif okumaktan oldukça yoksundur. Kürt askeri ve politik güçlerinin merkezinde olduğu savaşta bir sonuç elde etme şansı bulunuyor. Ancak burası Türkiye ve yeni sürprizler yaşanabilir. Askeri-politik krizin merkezinde olan Ankara, Öcalan üzerinden yeni bir çözüm süreci başlatabilir. Ancak bu çözüm süreci bu kez Kuzey-Doğu Suriye üzerinde olabilir. Uluslararası alanda askeri-ekonomik ve politik olarak sıkışan AKP, çıkışı ‘yeni’ bir çözüm süreciyle elde edebilir. Burası Türkiye, her şey olabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.