Suriye operasyonu: IŞİD’cileri almaya geldik!

Demokratik Suriye Güçleri’nin kamplarında tutulan ve sayıları 10 bini aşan IŞİD’lilerin sorumluluğunun Türkiye’ye verilmesi demek, Suriye cihadına gönderilen cihatçıların tamamının artık Türkiye’nin kontrolünde olması demektir. “Sınırlarımızda ulusal güvenliğimize yönelik tehditler var” diyerek AKP’nin arkasında dizilen herkesin şapkayı önüne koyup artık kendine şu soruyu sorması gerekiyor: Sınırlarımızda yığılan cihatçı potansiyele bu operasyonla birlikte IŞİD de eklenince sınırlarımız artık daha mı güvenli olacak?

Suriye operasyonu: IŞİD’cileri almaya geldik!

Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusunda başlattığı “Barış Pınarı Operasyonu” aniden ortaya çıkan bir gelişme değildir. Bu coğrafyadaki her hamlenin arka planında bir tetikleyici sebep olduğunu görmek gerekir. Bugün dünya gündeminde birinci sıraya oturan bu operasyonun altyapısını ABD ile Türkiye arasındaki “güvenli bölge” mutabakatının oluşturduğu açıktır. Ve bu sürecin de tetikleyici sebeplerini S-400’lerin sevkiyatından itibaren ele almak gerekir. S-400’lerden dolayı Washington’dan Türkiye’ye yaptırım uygulama sesleri yükselmişken, Trump’ın “ABD, Türkiye’ye adil davranmadı” çıkışı hemen etkisini gösterdi ve Türkiye’ye yaptırım yerine adeta ödül gibi bir teklif sunuldu. Bu ödülün adı; Fırat’ın doğusunda tampon bölge!.. Trump’ın kapı araladığı “Türkiye’ye adil davranma” konusunda atılan güvenli bölge adımı, şimdiki fiili müdahaleye kadar geldi.

Güvenli bölge: Tarafların beklentileri ve ABD’nin “enerji koridoru” hayalleri

ABD’nin sadece Fırat’ın doğusuna odaklanması ve Kürtlerin pozisyonu üzerinden bölgede varlık göstermeye başlamasından bu yana Türkiye için tampon bölge hayalleri Fırat’ın batısıyla sınırlı kaldı. Ancak Trump’ın Fırat’ın doğusu için Türkiye’ye “güvenli bölge ortaklığı” sunmasıyla birlikte denklem yeniden kuruldu. Burada Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak için böyle bir adımın atıldığını söylemek mümkün. Ama peşinen dikkat çekilmesi gereken iki önemli husus şudur; birincisi, ABD “Türkiye’nin Kürtlerle ilgili ulusal güvenlik kaygısını gidermeyi garantilemek” adına vaatlerde bulunurken, adeta bir “sahip” edasıyla hem Kürtler hem de Suriye’nin toprakları üzerinden tek başına pazarlık yürütüyor. Yani Suriyelilerin toprağını pazarlıyor. İkincisi, Türkiye’ye teklif edilen ‘güvenli bölge’ hamlesinin temelinde tek başına S-400’lerin olmadığını sahadaki gelişmelerden anlamak mümkün. Bir yandan ABD’nin de onay verdiği Türkiye’nin Suriye topraklarındaki varlığı, İdlip’teki gelişmeler nedeniyle kırılganlaşmaya başladı. Diğer yandan ABD’nin Suriye’de bulunmasının asıl sebebinin İran olduğunu bilmeyen kalmadı. Özellikle sadece Fırat’ın doğusuna odaklanmasının ve Rakka ve Deyrizor’dan sonra Albukemal’e kadar Irak-Suriye sınırını tutmayı hedeflemesinin temelinde petrol kaynakları da olmakla birlikte, esas amaç İran’ın Suriye’ye uzanan kolunu kesmektir. Tam da bu sıralarda Irak ile Suriye arasındaki Albukemal sınır kapısının açılması için çalışmalar başlatılmıştı. Bu gelişmelere eş zamanlı olarak ABD ile Türkiye arasında “güvenli bölge” müzakereleri başladı. Suriye’nin kuzey doğusunda ABD-Türkiye ortak devriye programı başladı, lakin bu arada Albukemal sınır kapısı da fiilen 2 Ekim’de açıldı. Buna eşlik eden birçok gelişme oldu. Örneğin çok sayıda sosyal medya kullanıcısı, sınır kapısının açıldığı gün Irak’ta protestoların başlamasını bir tesadüf olarak görmüyor. Buna Türkiye’nin sınırdaki operasyon hazırlıkları ve ardından sevkiyatı da eşlik etti. Güzel güzel birlikte devriye gezilirken, Kürtler de ABD arabuluculuğunda Türkiye ile anlaşmışken, aniden ortaya çıkan bu operasyon kararını Suriye-Irak arasındaki ticaret yolunun açılmasıyla ilişkilendirenler oldu. Nedenine gelince; ABD’nin bu coğrafyadaki varlığının iki temel çıkara dayandığını bilmeyen yoktur. Birincisi: İsrail’in güvenliği ile ilgili kaygı ve İran nüfuzunu geriletmek… Bu yüzden Irak-Suriye sınırlarını kontrol ederek İran’ın Suriye’ye ve dolayısıyla Doğu Akdeniz’e uzanmasını önlemek.

İkincisi: Fırat’ın doğusundan başlayıp kuzey Suriye sınırları boyunca uzanan bir enerji koridoru oluşturmak. Bu da ABD’nin güvenli bölgeden ne beklediğini açıklayan bir hedeftir.

Kürt birlikleri çekerek Türkiye’ye sınır hattında bir koridor açma ve buraya TSK öncülüğündeki muhalif grupları yerleştirme izni verdiği tahmin ediliyor. Ama bu da Kürt birlikler ile muhalif grupların temasını kesecek olan ABD askerlerinin bu bölgede sonsuza kadar kalması anlamına gelir. Oysa Trump her fırsatta askerlerini çekeceğini söylerken, aslında bu konuda gayet ciddiydi. Çünkü bölgede ABD askerlerinin varlığının bütçeye maliyeti hesaplanıyor sürekli… Bunun yerine bölgede hem ABD’nin çıkarlarını koruyacak hem de maliyetini üstlenecek gönüllü müttefikler var, Suudi Arabistan gibi. Örneğin bir yandan Türk ve Kürt müttefiklerini “güvenli enerji koridoru” projesi üzerinde ortaklaştırma hedefi var. Diğer yandan sözde bölgenin istikrarını koruması için Irak sınırlarında konuşlandırılacak olan Suudi Arabistan öncülüğündeki bir Arap koalisyonuna, “bütün maliyeti yükleme” stratejisi, ABD’nin ajandasında var olan bir şeydir. Ancak şu an için ABD’nin yine Kürtler üzerinden bir ara formülü olduğu görülüyor.

“Güveli koridor hattında hangi Kürtler tercih ediliyor? 

Esas kriz, Türkiye’nin onaylamadığı Kürtlerle sınır komşusu olma meselesinde düğümleniyor. O yüzden güvenli bölge oluşturulduğunda ABD Kürt güçlerini sınırdan çekip onların boşalttıkları alana kendi birliklerini konuşlandırdı. Çünkü sevkiyatın olacağı biliniyordu ve TSK destekli Suriyeli muhalif güçler ile Kürt güçlerinin karşılaşmasını engelleme amacı güdüldü. Fakat ABD, TSK ile birlikte ortak devriye için doldurduğu bu alanı da boşalttı. Peki sınırı çizilmiş de olsa, bu operasyonla birlikte yine TSK öncülüğündeki Suriye Milli Ordusu ile Kürt birliklerinin karşı karşıya gelmeleri söz konusu olmayacak mı?  Öyle görünüyor ki ABD, epey zamandır bunun önlemini almaya yönelik çalışmalar yürütüyordu. Şöyle ki;

Uzun zamandır bölgede sürüp giden PYD ile Barzanici Kürt Ulusal Konseyi-ENKS arasındaki çatışmaya son zamanlarda ABD müdahil oldu, iki taraf arasında arabuluculuk yapmaya başladı. ENKS Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Kamiran Haco ve İbrahim Biro’dan oluşan bir heyet, Washington’da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile üç gün devam eden bir dizi görüşme gerçekleştirdi.  Komite başkanı İbrahim Biro’nun bu görüşmelere dair şu açıklaması dikkat çekiciydi: “Washington Rojava’da ENKS ve diğer bileşenlerin de yeni yönetiminde olmasını istiyor. Roj Peşmergenin dönüşünü de konuştuk. ABD, Peşmergenin dönebilmesi için ENKS ve PYD arasında önce siyasi bir anlaşmanın olmasını istiyor. Özellikle Türkiye PYD’nin bölgede tek güç olarak kalmasını istemiyor.”[1] Ayrıca Sputnik’e konuşan İbrahim Biro, ABD’li yetkililerin kendilerine sınırdan çekilen YPG’nin yerine Türkiye ile ortak askeri üs kuracaklarını açıkladığını söyledi.[2] Yani buradan şu sonucu çıkarmak mümkün; ABD, TSK öncülüğündeki “güvenli bölge” koridorunun diğer hattına Türkiye’nin onayladığı Kürtleri yerleştirerek bu krizi çözmeyi hedefliyor. Eğer anlaşma bu yöndeyse, o zaman ABD’nin kurduğu SDG içindeki YPG ağırlığının yerini ENKS/Roj Peşmergelerinin alması mı sağlanacak? Bu durumda YPG ağırlığı Rakka tarafına mı kaydırılacak? ABD arabuluculuğundaki bu görüşmeler trafiği, mutabakatın bu yönde olduğuna işaret ediyor belki ancak, bunun başarılmasının çok kolay olmadığı ortadadır. Zira ENKS/PYD gerilimi, bir arabuluculuk girişimi ile çözülebilecek bir şey değil. O zaman bunu kabul etmeyen Kürt güçlerine yönelik bir “burun sürtme” hamlesi olarak Türkiye’nin bu operasyonuna yol verildiği anlamı da çıkarılabilir.

Operasyonun temeli “güvenli bölge” müzakerelerinde atıldı

Aslında tarafların her birinin farklı bir güvenli bölge beklentisi olduğunu söyledik. Kürt birliklerin talep ettikleri güvenli bölgenin anlamı, esas olarak Türkiye’den doğru yükselen saldırı tehditlerine karşı ABD’den istedikleri güvencedir. Türkiye’nin beklentisi ise, eski tampon bölge hayallerinin devamı olarak kuzey Suriye hattında 30-35 km derinliğinde bir bölgeyi kontrol etmektir. Güvenli bölgenin genişliği ve derinliği dışında ABD ile Türkiye arasında bir mutabakat sağlanmıştı. Fakat aynı zamanda “güvenli bölge” müzakereleri sırasında bu operasyonun alt yapısının oluşturulduğunu da tahmin etmek zor değildir. Çünkü Türkiye ile SDG arasında arabuluculuk yapan ABD, “hem Türkleri hem de Kürtleri yanında tutma” niyetini dile getirmişti ve aslında bu niyet ifade edilirken, satır aralarında “kontrollü operasyon” konusunda da bir mutabakat olduğu sinyali verilmişti. 13 Ağustos’ta Haseke’de güvenli bölgeyi konuşmak üzere SDG ile Uluslararası Koalisyon komutanları bir toplantı gerçekleştirdiler. Toplantıda ABD’li komutan, “Güvenlik mekanizması, müttefiklerimizi koordinasyon sağlanmadan gerçekleştirilecek saldırılara karşı korumak için oluşturulacak”[3] demişti. Bu ifadeden kolayca, “ABD ile koordine edilmeyen saldırılara izin verilmeyeceği, ama koordineli saldırılar da olabileceği” anlamı çıkarıldı aslında…

Operasyon kapılarını Trump açtı, Putin izledi…

Güvenli bölge tartışmalarının yeniden alevlendiği Şubat ayında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, Adana anlaşmasını hatırlatarak, Rusya’nın tampon bölgenin gerçekleştirilmesinde işbirliğine hazır olduğu yönünde bir açıklaması olmuştu.[4] Şu yakın zamandaki güvenli bölge tartışmaları ve Türkiye-ABD yakınlaşması akla şu soruyu getirdi: ABD ile bu tampon bölge ortaklığı Türkiye’yi Soçi ekseninden uzaklaştırır mı? Bu olasılık karşısında Rusya’nın “naif” tepkisi gecikti. Aslında 27 Ağustos Moskova dönüşünde açıklama yapan Tayyip Erdoğan, “Fırat’ın doğusunun PYD-YPG’den temizlenmesi için de önemli adımlar atıyoruz. Güvenli bölge çerçevesi içinde ortak harekât merkezi kuruldu ve ortak devriyeler yakında başlayacak” demişti. Yani Moskova’dan henüz dönerken yapılan bu açıklamaya bakılırsa, bu güvenli bölge konusunun Moskova’da konuşulmamış olması düşünülemez. Rusya operasyon başladıktan sonra da aynı “temkinliliği” sürdürdü, tıpkı Afrin sürecinde ABD’nin yaptığı gibi. Hatırlanacağı üzere Afrin operasyonuna yeşil ışık yakan Rusya, kenardan seyreden ise ABD idi. Şu anda bunun tam tersi bir durum söz konusu. Bu kez doğrudan operasyona kapı aralayan Trump oldu. Hatta kapıyı açmakla yetinmeyip, tutarsız ve kimi zaman kendini çürüten çıkışlarıyla bu operasyonu adeta sosyal medya üzerinden yönettiğini söylemek abartı sayılmaz. Ve bu süreçte dünya ülkelerinin tepkisiz kaldığını da söylemek mümkün.

Şu anda bütün dünyanın bu operasyona karşı olduğu, Türkiye’nin tamamen yalnızlaştırıldığı söyleniyor. Ama başlangıçtaki refleks ile şimdiki tepkiler aynı değildir. Trump bu operasyona açıktan vize verdi ve herkes, hatta Birleşmiş Milletler bile seyirci kaldı. BM Genel Sekreter Yardımcısı Panos Moumtzis Türkiye’nin BM’ye insani konularda gerekli güvenceleri verdiğini belirterek, “Türkiye ile çok yakın koordinasyona hazırız” demekle yetindi. Yani aslında BM onayladı… Bu sessiz bekleyiş sürerken, ilk tepkiyi veren İran oldu. Ardından Rusya naif tepkiler verdi, Suriye hükümeti de zaten Türkiye’den gelen her hamleyi işgal olarak tanımlıyor ve yine aynı tanımlamayla karşı çıktı. Ancak ABD içinden yükselen muhalif sesler ve Trump’ın kâh operasyona meşruluk katan ve hatta yön veren, kâh muhalefet edip tehditler savuran Twitter paylaşımları, operasyonu durdurmaya yönelik değil, sınırlarını belirlemeye -daha doğrusu sınırları çizilmiş bir operasyon olduğu yönündeki hatırlatmalara- yönelikti. Çünkü “ABD ile sağlanan uzlaşmaya göre, operasyon ABD askerinin çekildiği derinliğe kadar sürdürülecek.”[5] Ancak operasyona yol vermek için birliklerini çeken ABD’nin, askerlerini hangi derinliğe kadar çektiğini ne ABD ne de sahadaki güçler açıkladılar. “Türkiye, Kürtlere saldırırsa ekonomilerini mahvederim” diye paylaşımda bulunan Trump, daha sonra “sınırı aşarlarsa” ifadesini kullandı. Bu sınırlar nerede bitiyor? Belli ki bunu güvenli bölge için masaya oturan üç taraftan sadece “bilmesi gerekenler” biliyor!..

Şimdi sınırlarımız daha mı güvenli olacak?

Bu harekatın sınırları bilinmiyor fakat bilinen bir şey var ki bir savaşa kolay girilir belki, ama öyle kolay çıkılmaz. Hele ki Suriye’de boğazına kadar iflasın içine saplanmış bir taraf olarak Türkiye için her yeni savaş hamlesi, yeni bir iflas demektir. AKP’nin bugüne kadar Suriye’yi cehenneme çeviren bütün cihatçı grupların garantörlüğünü üstlenmesiyle birlikte sınırlarımızda zaten bir cihatçı yığınak oluşmuş durumda. Şu anda eğer Trump ele vermeseydi, AKP’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik bu operasyon iznini koparmanın karşılığında bölgedeki IŞİD’lilerin sorumluluğunu üstlendiğini bilemeyecektik. Demokratik Suriye Güçleri’nin kamplarında tutulan ve sayıları 10 bini aşan IŞİD’lilerin sorumluluğunun Türkiye’ye verilmesi demek, Suriye cihadına gönderilen cihatçıların tamamının artık Türkiye’nin kontrolünde olması demektir. Türkiye’nin garantörlüğüne girenlerden, aralarında IŞİD’li olup saç-sakal keserek üniforma değiştirenler de vardı beki ama şu an itibariyle bu potaya resmen IŞİD de ekleniyor. “Sınırlarımızda ulusal güvenliğimize yönelik tehditler var” diyerek AKP’nin arkasında dizilen herkesin şapkayı önüne koyup artık kendine şu soruyu sorması gerekiyor: Sınırlarımızda yığılan cihatçı potansiyele bu operasyonla birlikte IŞİD de ekleniyor. Şimdi sınırlarımız artık daha mı güvenli olacak?

Dipnotlar:

[1] https://www.independentturkish.com/node/65561/d%C3%BCnya/%E2%80%9Cabd-rojava-b%C3%B6lgesinin-idari-y%C3%B6netimini-yenileyecek%E2%80%9D

[2] https://tr.sputniknews.com/columnists/201909031040077162-enks-ypgnin-geri-cekildigi-bolgelerde-turkiye-ile-abd-ortak-askeri-us-kuracak/

[3] https://npasyria.com/blog.php?id_blog=3288&sub_blog=10&name_blog=%D8%A7%D9%84%D8%AA%D8%AD%D8%A7%D9%84%D9%81%20%D8%A7%D9%84%D8%AF%D9%88%D9%84%D9%8A:%20%20%D8%A3%D9%8A%20%D9%87%D8%AC%D9%88%D9%85%20%D8%B9%D8%B3%D9%83%D8%B1%D9%8A%20%D8%B9%D9%84%D9%89%20%D8%B4%D9%85%D8%A7%D9%84%20%D9%88%D8%B4%D8%B1%D9%82%D9%8A%20%D8%B3%D9%88%D8%B1%D9%8A%D8%A7%20%D8%B3%D9%8A%D8%A4%D8%AB%D8%B1%20%D8%B9%D9%84%D9%89%20%D8%A7%D9%84%D8%A7%D8%AA%D9%81%D8%A7%D9%82%D8%A7%D8%AA%20%D9%85%D8%B9%20%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A7

[4] https://www.alalamtv.net/news/4079251/%D9%87%D9%84-%D8%AA%D8%A8%D8%B9%D8%AF-%D8%A7%D9%84%D9%85%D9%86%D8%B7%D9%82%D8%A9-%D8%A7%D9%84%D8%B9%D8%A7%D8%B2%D9%84%D8%A9-%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A7-%D8%B9%D9%86-%D9%85%D8%AD%D9%88%D8%B1-%D8%B3%D9%88%D8%AA%D8%B4%D9%8A

[5] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49967986


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur