Suriye savaşına en başından itibaren açıkça karşı tutum alan tek kesimin sosyalistler olduğu not edilmeli. İlk andan itibaren bu savaşın haksız bir savaş olduğunu, Saray’a güç verme savaşı olduğunu, emperyalistler ve işbirlikçilerinin çıkarları ile bölge halklarının çıkarlarının ayrı olduğunu, Kürt ve Arap halklarına düşmanlık yapanların karşısında halkların kardeşliği için mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen hep sosyalistler oldu
Erdoğan 9 Ekim günü Twitter hesabından Suriye’ye askeri müdahalenin başladığını duyurdu. “Amacımız güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve bölgeye barış ve huzuru getirmektir” dedi. Ve ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların bu bölgeye yerleştirileceğini de eklemeyi ihmal etmedi. Malum iki hafta önce BM toplantısında yaptığı konuşmanın can alıcı noktası “güvenli bölge”de yapılacak inşaat faaliyetlerine dairdi. Savaşın adı “barış pınarı” konuldu. Tıpkı 19 Aralık’ta 28 tutuklunun katledildiği cezaevi operasyonuna “hayata dönüş” adının verilmesi gibi.
Peki, hangi güvenlik tehdidi bu savaşı başlattı? Türkiye tarafında yaşayan ve sınırın öte yakasıyla akraba olan halkların üzerine karşı taraftan bombalar mı atıldı? Yoksa IŞİD’lilerin meydanlarımızda bomba patlattığı dönemde miyiz? Bir soru daha; Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıları, Suriye’nin kuzeyinde yaşayan yüzbinlerce Suriyeliyi göç ettirerek ve öldürerek mi, yapılacak 120 metrekarelik TOKİ evlerine yerleştireceksiniz? Günlerdir propaganda yayınlarıyla maniple edilen insanlara soracak ve anlatılacak daha çok şey var. Bu savaşın güvenlik gerekçeleriyle değil sarayı kurtarma amacıyla yapıldığını ayan beyan ortaya sermek lazım.
Erdoğan iktidarının sıkıştığında savaşı bir çıkış yolu olarak kullanması daha önce de görüldü. En son Haziran 2018 genel seçimlerinden önce Afrin’de… Bu defa savaş kartı önümüzde belirlenmiş bir seçim tarihi yokken oynanıyor. “Neden?” sorusunu sormak savaşın kimin yararına olduğunu da ortaya çıkaracaktır. Suriye saldırısının ilk bakışta ülke içinde Erdoğan’ın zayıflayan otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla yapıldığını söylemek mümkün. Ancak Suriye gibi, dünyanın iki büyük emperyalist gücünün ve bölgenin en büyük yerel siyasi güçlerinden beri İran’ın aktör olduğu bir coğrafyada savaşı sadece iç siyasetin ihtiyaçlarıyla açıklamak yeterli olmaz.
Erdoğan’ın “Şam’a gideceğiz, Emevi camisinde namaz kılacağız” sözlerinin üzerinden 7 yıl geçti. Bugün AKP, Suriye’nin kuzeyindeki bazı bölgelerde beslediği İslamcı gruplarla birlikte varlığını sürdürüyor. Cihatçılarla kurulan işbirliği Türkiye halkına Reyhanlı’dan İstanbul’a patlayan bombalar olarak geri döndü. Cihatçıların Suriye’de yakarak öldürdüğü askerler oldu. Suriye, AKP iktidarı için bir bataklığa döndü. Eylül ayı içerisinde Suriye Anayasası hazırlama komisyonunun belirlenmesiyle Kürt özerk bölgesinin ne olacağı henüz çözülememiş olsa da Suriye’de yeni bir aşamaya gelindi. Erdoğan ve ekibi açısından Suriye’de iddialarını koruyabilmek ancak sahada askeri varlığa sahip olmakla mümkün. Ancak asıl sıkışma İdlip’te. Erdoğan Rusya’ya verdiği İdlip’i cihatçılardan temizleme taahhüdünü yerine getiremedi. Rusya destekli Suriye ordusunun operasyonları ile birlikte yeni bir cihatçı ve sığınmacı göçü tehdidi kapıya dayanmış durumda. Bu koşullarda Erdoğan, ABD ve Rusya’dan aldığı sınırlı onayla iç politikada da etkisi tartışılmaz olan Fırat’ın doğusu hamlesini, yani Kürtlere karşı savaş yolunu tercih etti.
Savaşın Türkiye içindeki etkisi elbette daha fazla. Yerel seçim yenilgisi Erdoğan karşıtlarına güç verirken, AKP içerisinde de ayrılıkları hızlandırmıştı. Üstüne ekonomik krizin halkın yaşamına yansımaları, şirketleri kurtarmak için üst üste yapılan zamlar eklenmişti. Halktaki hoşnutsuzluk her geçen gün artıyordu. Muhalefeti bölmek için HDP’li belediyelere atanan kayyumlar da beklenen sonucu yaratmamıştı. Erdoğan savaş başlar başlamaz yaptığı iki konuşmayla amacını açığa vurdu. Birincisi bir yılda bir milyon üye kaybı yaşayan AKP’yi güçlendirmek için yaptığı bir milyon üye çağrısı; ki bu çağrıyla asıl olarak Babacan ve Davutoğlu’nun parti çalışmalarının ertelenmesini hedefliyor. İkincisi Millet İttifakı’nın parçalanmasının “çok çok önemli” olduğunu söylemesi. Bu politikanın devamı da geldi: Savaşa savaş demek yasaklandı. RTÜK savaş karşıtı yayınlar “susturulmaktadır” açıklaması yaptı. Mecliste sınır ötesi operasyon tezkeresine evet diyen eller kalktı.
CHP’nin savaş karşısında aldığı tutum şaşırtıcı değil. Şaşırtmadı ama zaten CHP böyle deyip geçilemez. Kılıçdaroğlu’nun “içimiz yana yana evet diyeceğiz” cümlesi bile, AKP’nin daha önce defalarca yaptığı benzer hamleler karşısında, devlet aklından öteye gidemeyen ve sonunda iktidarın değirmenine su taşıyan CHP politikasının özeti. Bu tutum sadece CHP’yi bağlamıyor, savaş karşısında oluşabilecek muhalefetin de önünü kesiyor. Millet İttifakı, kendini korumanın yolunu Saray’ı kurtarma savaşına onay vermekte bulmuş. Ancak bu tutumların çok su kaldıracağını, koşullar değiştikçe farklılaşacağını bilelim.
Eğer Suriye savaşı bir iç politika hamlesiyse elbette muhtemel bir gelişme de olası bir başarının üstüne erken seçimin gelmesi olacaktır. Ve tabii bu süreçte HDP’nin kapatılması, HDP’siz bir seçim süreciyle mecliste üçte iki çoğunluğun alınması… Ancak hiçbir şey bu kadar doğrusal ilerlemediği gibi Suriye’deki gelişmeler de Erdoğan’ın bir başarı öyküsü yazacağını söylemek için henüz yeterince veri sunmuyor. Yine de savaş vesilesiyle yerel seçim sürecinde örtük ittifak kuran muhalefetin ayrışması, CHP ve İyi Parti’nin savaş politikasına hızlıca angaje olması, HDP’ye ve savaşı eleştiren herkese yönelen baskı, gözaltı ve tutuklamalar, Kaz Dağları mitinginin otokontrolle DİB toplantısının yasakla engellenmesi, AKP’nin en zayıfladığı anda muhalefeti şimdilik geri plana iten bir ortam yarattı.
Bu noktada unutulmaması gereken, savaşta koşullar sabit kalmıyor. Operasyonun Trump-Erdoğan telefon görüşmesi sonrası başlaması, ilk gün ABD ile koordineli bir savaş planının olduğu izlenimini verdi. Kısa bir süre sonra ABD içinden gelen tepkiler sonucu Trump “Türkiye sınırları aşarsa yaptırımlar geliyor” tehditleri savurmaya başladı. Öte yandan Rusya da önce Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anladığını söyleyerek operasyona yol verirken, bir hafta için uyarılara başladı. TSK, Suriye Milli Ordusu adını verdiği cihatçılarla birlikte kısa sürede Akçakale ve Ceylanpınar’ın karşısına denk gelen Tel Abyad ve Resulayn’a (Serekaniye) girdiğini duyurdu. Ancak bölgeden gelen haberler Serekaniye merkezinin QSD kontrolünde olduğunu ve çatışmaların hala sürdüğünü söylüyor. Erdoğan, Münbiç’ten Irak sınırına kadar bütün sınır hattı boyunca boyunca M4 karayolu üzerinde hakimiyet kurabilecek derinlikte bir “güvenli bölge” kurma hedefini gizlemiyor. Ancak QSD ile Suriye hükümetinin henüz ayrıntıları tam bilinmeyen anlaşması sonucu Suriye ordusunun Münbiç’e, Kobanê’ye, M4 yolu üzerinde bir dizi üs ve kasabaya yerleşmesi ve daha da ilerleyeceğinin anlaşılması AKP’nin hesaplarını bozdu. Savaş belirsizlikler içinde sürüyor. Her gün yeni bir gelişme, açıklama hatta hizalama durumu karşısında Erdoğan ihtiyacı olan başarı öyküsünü yazmak için şimdilik diretiyor. Önce neredeyse bütün dünyadan gelen Türkiye’yi kınama açıklamaları, bazı ülkelerin silah anlaşmalarını yenilememesi, bazılarının silah satışını durdurması, Çin’in bile Türkiye’yi uyarması, ABD’nin ticari yaptırımları en kısa sürede uygulama kararı, Halkbank iddianamesinin açıklanması ve son olarak da Rusya’nın Türkiye’yi Suriye hükümetiyle masaya oturmaya zorlayan tutumu… Erdoğan bu koşullarda Suriye’de savaşı ve işgali daha ne kadar sürdürür?
Açıktır ki şu an Suriye’de oyun ABD, Rusya ve İran tarafından kuruluyor. Erdoğan’ın, Türkiye adına bu topraklara müdahale etmeye çalışması ne diğerlerinin “oyununu bozucu” bir etki yapacaktır ne de Türkiye “yeni oyun kurucu” olacaktır. Suriye’de oyunu bozacak olan halkların lehine, onların özne olduğu bir siyaset tercihi yapmaktır. Bunun dışındaki her müdahale her tercih bölgedeki kargaşayı, savaşı büyütecek ve sonuçta emperyalistler, silah tüccarları, müteahhitler kazanacaktır.
Suriye savaşına en başından itibaren açıkça karşı tutum alan tek kesimin sosyalistler olduğu not edilmeli. İlk andan itibaren bu savaşın haksız bir savaş olduğunu, Saray’a güç verme savaşı olduğunu, emperyalistler ve işbirlikçilerinin çıkarları ile bölge halklarının çıkarlarının ayrı olduğunu, Kürt ve Arap halklarına düşmanlık yapanların karşısında halkların kardeşliği için mücadele edilmesi gerektiğini söyleyen hep sosyalistler oldu. Yapılanlar yeterli olmasa da halkın savaş propagandasıyla taraf edilmeye çalışıldığı bu dönemlerde savaşın ne Türkiye halklarının ne de Suriye halklarının yararına olduğunu anlatmak halka verilen zehirle mücadele için çok önemli. AKP bütün kolluk güçlerini, medyasını, yargı sistemini kullanarak savaş ve işgal sözcüklerini yasaklamaya çalışırken olanı biteni kendi adıyla çağırmak, dayatılan dili kabul etmemek önemli.
Bütün bu baş döndürücü gelişmelerin belki de en görünmeyen yüzü savaşta yurdundan olan, yaşamını yitiren sınırın iki yakasındaki Kürt ve Arap halkları. Suriye halkları 9 yıldır savaşın her türlü bedelini ödedi. Türkiye halkları sınıra yakın kentlerde canıyla ama bütün yurtta savaşla üstü örtülen işsizlikle, pahalılıkla, hakkını arayana yönelen baskıyla, kent meydanlarında patlayan bombalarla savaşın bedelini ödüyor.
Geçtiğimiz hafta bu savaş başlamasaydı EPDK başkanının enerji zamlarını şirketleri zarar ettirmemek için yapıyoruz itirafını konuşacaktık. Köprü ve otoyollara, tren ve posta ücretlerine, otogaza gelen zamları konuşuyor olacaktık. Bu savaş başlamasaydı bütçeden Cumhurbaşkanlığına ayrılan milyarları, Varlık Fonu’na dahil edilen kamu kaynaklarını konuşacaktık. Bu savaş olmasaydı işsizlik oranındaki artışı, genç ve kadın işsizliğindeki devasa büyümeyi konuşacaktır. Bu savaş olmasaydı kadın cinayetlerini, Nadira Kadirova’yı konuşacaktık. Bu savaş olmasaydı yargı reformu diye getirilen ama adaletsizliğin üstünü örtmeye çalışan paketin çöpe atılması gerektiğini konuşacaktık… Bu liste uzar gider ancak bu savaş olsa da olmasa da yapılması gereken halkla Erdoğan arasındaki çelişkiyi savaş koşullarında da örgütlemek, açığa çıkarmak, derinleştirmektir.
Başta sorduk; bu savaş kimin savaşı, bu savaştan kim çıkar sağlar?
Yanıt açık;
Bu savaş ABD’nin, Rusya’nın savaşı.
Bu savaş, Erdoğan’ın savaşı.
Ve bu savaştan emperyalistler, diktatörler, cihatçı çeteler ve devlet beslemesi müteahhitler çıkar sağlayacak.
Onların savaşına hayır!
Bizler sosyalistler olarak halkları barışın, özgürlüğün ve eşitliğin saflarında örgütleyelim.