Faşizm İstanbul’a kayyum atanmadan kurumsallaşmış olacak. Faşizm Kürt kadın hareketinin kolektif siyasal temsilinin en önemli ayaklarından biri olan eşbaşkanlık sistemini suç haline getirerek kurumsallaştı zaten. Tam da bu nedenle eşbaşkanlıkla özdeşleşen bütün kadınlar cezaevinde: Aysel, Figen, Gültan ve Sebahat
25 Kasım 2018’de Taksim Tünel’den başlayacak olan erkek şiddetine karşı yürüyüş uzun yıllar sonra ilk yasaklanan 25 Kasım yürüyüşü olmuştu. Sıranın kadın hareketine ve feminist harekete geldiğinin işaretiydi bu yasaklama. Kadınlar dağılmadı ve erkek devlet şiddeti teşhir oldu. Ardından 8 Mart 2019’da 2003’ten beri İstiklal Caddesi’nde yapılan feminist gece yürüyüşü yasaklanmaya çalışıldı. AKP iktidarının açıklamaları Taksim’in eylemlere kapatılması nedeniyle yürüyüşlere izin verilmediği şeklinde olsa da biz gerçeğin başka türlü olduğunu defalarca gördük. 2013’te Taksim yeniden 1 Mayıs’a kapatılırken gerekçe Taksim Meydanı’ndaki inşaat çalışmalarıydı. 1 Mayıs yasağı sürüyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP, LGBTİ+ hareketin örgütlediği onur yürüyüşünü yasakladığında gerekçe ramazan ayı olmasıydı. Ramazan ayına denk gelişler bitti ama onur yürüyüşü özgürleşeceği yerde tüm LGBTİ+ etkinlikleri yasaklanmaya başladı, bu yıl yasal miting örgütlenmesine de izin verilmedi. Şimdi sıra feminist gece yürüyüşüne geldi. Feminist gece yürüyüşüne gelen yasak aslında bir son. Bu feminist hareket için geri adım atmanın mümkün olmadığı bir son, AKP iktidarı açısından ise kadınların özgürleşme mücadelesini engelleme, kadınların patriyarka karşısında elde ettiği kazanımları gasp etmenin son adımı. Nafaka gaspı, boşanmayı engelleme, erkek şiddetiyle kadınları sindirme politikalarını hayata geçirebilmek için başlattıkları son atılımın adımları bu yasaklama.
AKP iktidarı OHAL süreciyle birlikte önce tüm seçilmiş DBP’li eş belediye başkanı kadınları tutukladı ve görevden alarak yerlerine kayyum atadı. Ardından atanan kayyumlar eliyle Kürt illerinde Kürt kadın hareketinin uzun yıllar verdiği mücadelelerle kurduğu kadın merkezleri, danışma merkezleri, alo şiddet hatları, ilk adım istasyonları, kadın parkları, çocuk kreşleri, kadınlara yönelik meslek kursları, kadın kooperatifleri, dernekler kapatıldı. Yani kadınları erkek egemenliği karşısında güçlendirecek, kadın dayanışmasını mümkün kılacak ne kadar örgütlenme varsa dağıtıldı. Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel de Kürt illerinde güçlenen ve kurumsallaşan kadın özgürlük mücadelesinin simge isimleri olarak tutuklandılar ve cezaevine kondular. Gültan Kışanak tutuklandığında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı, Sebahat Tuncel ise tüm bu tutuklanan eşbaşkanların ve kayyum atanan belediyelerin bağlı olduğu DBP’nin eş genel başkanıydı. 2007’den 2014’e kadar geçen süreçte her iki arkadaşımız da feminist mücadelenin sözünü ve sesini TBMM kürsülerine, meclis komisyonlarına taşıdılar. İlk kez Sebahat Tuncel ile başladı LGBTİ+ hareketin onur yürüyüşlerine milletvekillerinin katılımı.
Gültan ile Sebahat’ın davaları süresince, devletin kadınların özgürlük mücadelesine kinini hem iddianamede hem de mahkemenin tutumlarında gördük. 25 Kasım eylemlerine katılmak, İstanbul’dan Ankara’dan ve onlarca şehirden gelen kadınların Diyarbakır’daki buluşmasında yapılan konuşmalar suç sayılıyordu. Arkadaşlarımız Gültan ve Sebahat kadın özgürlük mücadelesindeki etkinliklerinin yanı sıra Kürt sorununda, kadınların özgürleşme adımlarıyla eş güdümlü bir çözümün örgütlenmesinin en etkili isimlerinden oldukları için de devlet kininin hedefi haline geldiler. Seçilmiş eş belediye başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanmaları ve ceza almaları sadece Kürt sorununda savaş politikalarının yeniden yürürlüğe girmesinin değil faşizmin inşasının kadın mücadelesinin bütün kazanımlarının gasp edilerek mümkün hale getirilmesinin de göstergesiydi.
AKP iktidarının kadın mücadelesine yönelik olarak başlattığı çok yönlü saldırı altında arkadaşlarımızın siyasi rehine haline getirilmesinin anlamını yeterince gündeme sokamadık. Rejimin bizi sürüklediği seçim sarmalının sonrasına bıraktığımız demokratikleşme umutlarımız her sefer daha da ağırlaşan darbelerle dağıldı. Önce referandum, sonra genel seçimler ve en son yerel seçimler ile tekrarlanan İstanbul seçimleri sonrasında “faşizmin kurumsallaşması”nın önüne büyük engeller koyduğumuzu düşünmeye başladık. “Geleceğe” yönelik umutlarımızı tazelemişken yeni kayyum darbesiyle AKP “geleceğin çoktan geldiğini” bize hatırlattı. Her yıl tekrarlanan seçimlerin yarattığı umutla 2016 darbesinin ardından atanan kayyumları, bir tür rehine haline getirilen HDP’li ve DBP’li siyasetçileri, kadın hareketinden arkadaşlarımızı yeterince gündeme getiremedik. Son kayyum darbesi gösterdi ki artık Kürt illerinde seçim hiçbir şeydir. Yeni seçilenler yeniden kayyumlarla görevden alınacak. Seçim sonuçlarının tanınmadığı, AİHM kararlarının uygulanmadığı koşullarda faşizmin kurumsallaşmaması için ne yapmamız gerektiğini tartışıyoruz. İçişleri bakanı açıkladı: İstanbul’a kayyum filan atanmayacak. Faşizm İstanbul’a kayyum atanmadan kurumsallaşmış olacak. Faşizm Kürt kadın hareketinin kolektif siyasal temsilinin en önemli ayaklarından biri olan eşbaşkanlık sistemini suç haline getirerek kurumsallaştı zaten. Tam da bu nedenle eşbaşkanlıkla özdeşleşen bütün kadınlar cezaevinde: Aysel, Figen, Gültan ve Sebahat.
Ortada bir gerçek var, cezaevlerindeki kadın arkadaşlarımızı oradan almadan mücadelemiz bir adım ileri iki adım geri ritminin dışına çıkamayacak… Gültan ve Sebahat’ın temsil ettiği kadın mücadelesi özgürleşmedikçe yeni seçimler yeni kayyumlar açılamadan kapanan kadın merkezleri bir kısır döngü olarak hayatlarımızı, mücadelemizi tüketecek. Egemenler bir yol bulmaya, AKP’nin tek bir sermaye fraksiyonu lehine dağıttığı statükoyu, yeniden, sistemde bir çatlak oluşmadan inşa etmeye çalışırken Gültanları, Sebahatları unutturmaya çalışıyor. Egemenlerin statükoyu koruyarak, devleti AKP’siz stabilize etmesi mümkün mü çok tartışmalı. Ancak biz kadınlar için Sebahatların, Gültanların özgür kalmadığı bir yeniden kuruluş, kayyumların kalıcı haline geleceği bir statüko olacak. Geçmişte AKP’nin kadın düşmanı politikalarının her daim ortağı olan Babacan-Gül girişimi, nafaka hakkına saldırıda rol kapmaya çalışan İyi Parti, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi savunan Saadet Partisi ile seküler de olsa CHP’nin kuracağı bir ittifakın feminizmin kazanımlarını savunması mümkün değil.
Gelinen noktada kadın mücadelesinin Türkiye’deki en ses getiren eylemi feminist gece yürüyüşü yasaklanma noktasına geldiyse atılacak geri adım, beklenecek önemli siyasi gelişmeler kalmadı demektir. Ama bu süreçten soyut bir dayanışalım direnelim laflarıyla çıkmak da mümkün değil. Bir noktaya geri dönelim. Oradan yeniden başlayalım. Kadın bakanlığının adının aile bakanlığı olması ve kadınları değil aileyi korumaya başlaması, kürtaj yasaklama, çocukları tecavüzcülerle evlendirecek yasal düzenleme yapma girişimleri, müftülük nikahını yasalaştırma, nafaka hakkını gasp etmeye, boşanmaları engellemeye çalışmaları, feminist mücadelenin ve kadınların patriyarka karşısında elde ettiği kazanımları berhava etmeye yönelik adımlardı. 2016’da OHAL ile başlayan süreçte kayyumlar ve seçilmiş kadın arkadaşlarımızın cezaevlerine konmasıyla yaklaşık on yıldır sürdürdükleri saldırılar karşısında direniş noktası oluşturan bütün kadın örgütlenmeleri dağıtılırken kadınların direnişlerini bastırmak hedeflendi. Şimdi dönüp kaybettiklerimizi yeniden almalıyız. Çok büyük iddialarla değil konuşarak başlamak belki anlamlı. Yıllarca birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızı yeniden mücadelemizin gündemine alarak başlayabiliriz. Gültanları Sebahatları konuşarak, kadın mücadelesinden yargılandıklarını hep birbirimize hatırlatarak başlayabiliriz belki… Arkadaşlarımızın her daim dirençle gülümseyen bakışlarını konuşarak dahi başlayabiliriz. Ortada bir gerçek var Gültanlar Sebahatlar ve cezaevlerindeki kadın mücadelesinden arkadaşlarımız özgürleşmeden kadın mücadelesi gerçekten kazanamayacak…
* Gültan ve Sebahat diye yazılır Çağlar, Edibe, Figen, Nurhayat, Selma ve tüm cezaevindeki kadın arkadaşlarımız diye okunur…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.