Cadı Üçlemesi’nin senarist ve yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik ile konuştuk. Kısa metrajlı ilk filmde 14 yaşında bir kız çocuğunu anlatan Özçelik, belgesel formatındaki ikinci filmde özsavunma hakkını kullanan 3 kadının yaşanmış hikayesine yer veriyor, uzun metrajlı filmde ise kadınların birlikte dans ederek şifalandığı bir ferahlama duygusunu yaşatmaya hazırlanıyor
Dikkat! Bu röportaj filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.
Ceylan Özgün Özçelik’in bir kısa film ile başlayıp, fantastik ve kara komedi türlerini harmanlayan bir uzun metrajlı ile bitecek yeni çalışmasının ilk parçası olan Cadı Üçlemesi 13+, dünya prömiyerini 52. Sitges Uluslararası Film Festivali’nde yapacak. Korku ve dram türlerini harmanlayan bir kısa film olan 13+ ile başlayan üçleme, deneysel bir belgesel olan orta metraj 15+ ile devam edecek. Üçlemeyi noktalayan film ise fantastik ve kara komedi türlerini harmanlayan uzun metraj 18+ olacak.
Üçlemenin ikincisi olan ve kadınların özsavunma deneyimlerini konu alan belgesel çekimleri başladı ancak üçlemenin son filminin çekimleri henüz başlamadı. Armağan Lale’nin (Filmada) yapımcısı olduğu üçlemenin son parçası bir bayram gecesinde geçecek ve bir ailenin üç kuşak kadınlarını anlatacak. Bir ailenin üç kuşak kadınlarının Kurban Bayramı kutlaması, trajikomik bir intikam gecesine dönüşecek.
Üçlemenin ilk parçası 13+ yurtdışında 5 Ekim’de gösterildikten sonra, Türkiye’de de 8 Ekim’de Ayvalık’ta ve 9 Ekim’de de İstanbul’da gösterilecek. Gösterimler öncesinde Atlas Post Production’ın Seyrantepe’deki ofisinde cep sahnede kısa metrajlı filmi izledik, ardından da Özçelik’le sohbet ettik.
Cadı Üçlemesi 13+’da söz yok. Ürkütücü bir oda ve odanın içerisinde sürekli artan erkek kalabalığı var. Sadece demir bir karyolanın bulunduğu odaya sürekli girip çıkan doktorun karyoladaki kız çocuğunu kurtarabileceğini düşünüyorsunuz ama o da korkuların artmasına neden oluyor.
Aslında kadınların yakından bildiği bir hikaye bu. Şiddet gördüğünüz andan itibaren bütün kapılar yüzünüze kapanır. Doktor muayenesinde size nasıl davranacağını bilmez. Karakoldaki polis size nasıl yaklaşması gerektiğini düşünmez. Siz bu cendereden kendi çırpınışlarınızla çıkmaya çalışırsınız. Filmi izlerken gözümün önüne hikayelerini bildiğim birçok kadın geliyor.
Karga ve şiddet sesleri, örümcek ve sonunda kadın yığınlarının çığlığı ile kız çocuğundaki ferahlama… Film başarılı bir şekilde kadınların kendi bulunduğu mekanı kendilerinin dönüştürebileceği ve cennet bahçesini ancak kendileri yaratabileceği hissini uyandırıyor.
Özçelik filmini şöyle söylüyor: “Bu filmleri dünyanın dört bir yanında dans eden tüm cadılara yapıyoruz. Hep dans edeceğiz, şarkı söyleyeceğiz ve birbirimizi dinleyeceğiz.”
Öncelikle Cadı Üçlemesi filmlerinin içeriğine dair konuşalım. Fimlerin ortak teması ne?
Bu üç filmin de ortak teması kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddet. Biz de buradan yola çıkarak şifa öyküleri anlatmak istedik. Seyirciyi filmlerin finallerinde bir ferahlama duygusu ile baş başa bırakmak istiyoruz. Başta boğuyoruz belki de çünkü kadınlar ve kız çocukları yaşadıkları her olayda boğuluyorlar. Fakat sonunda ferahlama duygusuna ulaşmasını istiyoruz kadınların. Birbirimize şifa olmak istiyoruz diyebilirim. Bu 3 filmin de temaları aynı ama hikayeleri farklı.
Kısa film biraz daha bizi korkulu bir karabasanın içine atıyor. Orada sıkıştırıyor. Belgeselimizde cezaevi ziyaretlerimiz olacak. Hep beraber cezaevlerinde kadınları ziyaret ediyoruz. Orada farklı yaştan, farklı şehirlerden 3 kadının hikayesi yer alacak. Bu kadınların düşleri, onları iyi eden, iyileştiren şeylerin peşine düşmelerini anlatmalarını çalışacağız.
Uzun metrajlı filmin çıkış aşamasında bir ailenin 3 kuşak kadınlarının aslında birbirlerini hiç dinlememiş olması. Sadece gündelik konuşmalar değil sadece. Bazı sırların bir anda döküleceği, kusacağımız ama aynı zamanda birbirimiz ile temas kurarak dans ederek geçireceğimiz bir gece düşündüm. Benimki evin içinde dolanan 3 kuşak kadının bir anda Klana dönüşmesi fikriydi ve bu kadınların bir anda ayin yapıyorlar olmasıydı hep beraber. Onu destekleyen kısa filmler var tabii, bunlardan biri sizin de izlediğiniz 13+. Belgesel ise henüz çekim aşamasında.
Neden Cadı Üçlemesi?
Çünkü karakterler ağırlıkla kadınlar ve kız çocukları. Ben hepsini “yakamadığınız cadılar” olarak nitelendiriyorum. İsyanımızla ve komikliğimizle buradayız. Benim için hem bu filmi yapanlar hem de bu filmde olanlar cadılar. Tabii cadıların şifa ile olan güçlü bağını da filmlere yansıtmaya çalışıyoruz.
Filmin çıkışı öyküsünü anlatır mısınız?
En temelinde uzun metrajlı film olan 18+ fikrimiz vardı. Ben “Kaygı” filmini bitirir bitirmez kendi evimdeydim bayram kutlaması vardı. Yaşlılar bizim evde olduğu için halamlar, dayımlar ve kuzenler hep bizdeydi. Birileri mutfakta bir şeylerle uğraşırken, bir kısmı ciddi muhabbetler ediyor. Bir kısmı bazı konularda sohbet ederek gülüyorlardı. Durdum ve evdekileri izlemeye başladım. Bir an “Halam kim, babaannem kim, neler yaşadılar bu zamana kadar gerçekten bilmiyorum” dedim. Bilmemize izin verileceği kadar biliyoruz. Mesela babannemin hiç kolay bir hayatı olmadığını biliyorum. Bir iyileşme nasıl sağlanabilir bunu düşündüm. Yaşadıklarımızı bildikçe daha da güçleneceğimizi düşündüm. Bir ailenin 3 kuşak kadınlarının birbirlerini hiç dinlememiş olmasından yola çıktım.
Komik bir bayram gecesinin hikayesini yazarken de şiddet üzerine okuma yapmaya başladım. Okurken uzun yıllar gördüğü şiddetten evlilik birliği içerisinde meşru müdafaa ile kocasını öldürmüş kadınların hikayelerine odaklandığımı fark ettim. Şiddete dair o kadar çok hikaye okudum ki bu durum rüyalarıma girmeye başladı. Her gece kabuslar görüyordum.
Kabusta hiç hareket etmeden bana bakan adamlar vardı ve bana tecavüz mü edecekler ne yapacaklar kestiremiyordum. Tanımsız bir mekandayım ve sadece nefes alabiliyordum. Gördüğüm kabuslardan bir tanesi 13+ kısa filminin kendisi.
Bir yandan da bunun üçüncü bir filmi olmalı ve gerçeği yansıtmalı diye düşündüm. Belgesel çekmemizin sebebi de bu. Belgeselde kadınlar kendi kurdukları güzel dünyayı anlatsınlar istedim. Kadınlara dayatılan cenneti değil de kendi cennet bahçelerini anlatmalarını istedim.
Belgesel için temas ettiğim kadınların inançlı olması sebebiyle Kuran okumaya başladım. Onlarla sohbet ettiğimizde, duruşmalarda verdikleri ifadelerde hep ayetleri referans veriyorlardı.
Burada filmdeki örümcek teması da devreye giriyor?
Kesinlikle evet. Örümceğin mitolojik olarak çok tanımı var. Örümcek hem yıkabilir hem de kurabilir bir canlı. Benim için örümcek de kadınların ve kız çocuklarının bulunduğu mekanı yıkması ve kendi cennetlerini inşaa etmelerini tarifliyor.
Belgesel filmi için cezaevlerini ziyaret ettiniz. Bu ziyaretlerden birinde Bakırköy Cezaevi’nde Name Öztürk’ü ziyaret edeceğiniz sırada tanıştık sizinle. Görüşmeleri nasıl yaptınız? Nelerle karşılaştınız?
Aynı zamanda avukatım ben. Görüşmelere de avukat kimliğim ile giriyorum. Herhangi bir görüntülü kayıt almadan not alıyorum kadınların anlatımlarını. Onlarla tanışıp paylaşımlarda bulundum. Hikayelerini daha yakından dinledim. Kadınların hepsinin de ayrı ayrı yetenekleri, hayalleri olduğunu gördüm.
Meşru müdafaa ile evlilik birliği için eşlerini öldüren kadınların ilk başta süreçleri çok zorlu geçiyor. Ama hayata bağlayan şeyleri yakalamaya çalışıyorlar. Kadınların bazıları bulmaca çözmeyi severken kimisi çizgi roman okumayı, bağlama çalmayı, kuaförlük kursuna gitmeyi istiyor ve hapishanede bu alanlara yöneliyorlar. Ben kadınların gözlerindeki ışığı görüyordum ve yarın çıkacaklar zannediyorum birçoğu ile konuşurken. Bu çok büyük bir umut ve güç demektir.
Çünkü kadınlar yaşamak istiyor. Çilem Doğan, “Katil değilim çünkü ben her gün ölüyordum” demişti mesela. Ya da Yasemin Çakal, “Canımı kurtardım diye gene hesap veren ben” demişti… Kadınların yaşamak için hapishanedeki dört duvara katlandığını da yakından görmüş oldunuz değil mi?
Evet bir yandan da baktığında dört duvar arasında geçen evlerinden yine dört duvar arasındaki hapishanelere girmiş kadınlar bunlar. Yine de orada kurduğu dünya çok daha güçlü. Çünkü evde kadınları psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddet kısmı var. Tabii hapishanede de rahat değiller, orada da büyük baskılar yaşanıyor. Ama en azından kaburgaları kırılmıyor, dayak yemiyor, üstünde sigara söndürülmüyor, tecavüze uğramıyor. Bunların en azından direnç kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Günün sonunda seçimlerde dans etmişler mesela. Bir şekilde gülmek istiyor kadınlar.
Mesela maktulün soyadını kullanmak zorunda kalan kadınlar var. Bunun sebebini danışman avukatlarıma sorduğumda kadınların babalarının da soyadını kullanmak istemediklerini söylediler. Kadının bu duruma mahkum edilmesi de kötü. Kadınların çoğu evlilik birliği içerisinde şiddete maruz kalıyor ve aile evlerine dönmek istiyor, bunu ailesi ile de konuşuyor. Ama çok büyük bir kısmı “Hayır gelinliğin ile çıktın, kefenin ile gelirsin” ya da “Aman yuvalar bozulmasın” diyor. Hapishanedeki kadınların çoğunun ailesi şu anda bu durumlardan dolayı pişman ama ne yazık ki olan olmuş durumda.
Kısa metrajlı bu film henüz gösterilmedi. Türkiye’deki gösterimleri ne zaman?
Ayvalık’taki gösterimi 8 Ekim’de, İstanbul Filmekimi’ndeki gösterimler ise 9 Ekim ve 12 Ekim’de yapılacak.
Filmleri en özet haliyle anlatmanızı istesek…
Bu filmleri dünyanın dört bir yanında dans eden tüm cadılara yapıyoruz. Hep dans edeceğiz, şarkı söyleyeceğiz ve birbirimizi dinleyeceğiz. Ancak paylaşımlarımız böyle çoğalır. Birbirimize şifa olabileceğimizi düşünüyorum. Kadınlar olarak her şeyi kusalım ama bunları temas kurarak, gözümüzün içine bakarak yapalım istiyorum.
Söyleşi: Gül Gündüz
Fotoğraflar: Hakan Bintepe