Kolaya kaçıp bir çok kişinin söylediği gibi “deli” diyerek konuyu kapatabileceğim bir durumda mı Trump? Kendince bir stratejisi olduğu ve bunu yapmaya muktedir olduğu da muhakkak. Ona küfür ederek içimizi rahtalatmaya çalışmak belki nefsimizi bir anlığına köreltir, biraz içimizi rahatlatır ama durumu rahatlatır mı, yaşadıklarımızı açıklar mı?
Türkiye’ye Kuzeydoğu Suriye’ye girebilirsiniz diye onay veren de, sınırı aşarsanız ekonominizi mahvederim diyen de Trump. “Engin bilgeliğim” diye tivitlerine devam eden de Kürtleri öven de Türkleri öven de ve yine tam tersine yeren de yine Trump. Yüzyıllardır bitmek bilmez savaşlarınızla sizi başbaşa bırakıyorum diyen de yine o. Kürtler bize 2. Dünya Savaşı’nda destek olmadı, diyen de yine o. Ve yine “Kürtler ile Türkler arasındaki nefret İsrail ile Filistinliler arasındaki nefret gibi hatta daha da güçlü bir nefret olabilir” diyen de o. Olanı değil olmasını istediğini mi söylüyor? Çok şey konuşuyor ama bir şey demiyor mu? Farklı görüşlerden bir çok insanın dediği gibi “deli” olduğunu söyleyip rahatlayabilir miyim? “Deli” deyip dönsem hayatıma objektif olarak somut durumu değiştirdiğini, hayatımızı değiştirdiği gerçeğini ne yapmalıyım? Tüm bu tartışmalar itirazlar, hatta hakaretler arasında somut durumu istediği doğrultuda değiştirdi nihayetinde. Yapmak sözden önce gelir. Bence istediğini yaptı ve şimdi sözlerimiz onun değiştirdiği bu duruma yetişmeye çalışıyor.
Kolaya kaçıp bir çok kişinin söylediği gibi “deli” diyerek konuyu kapatabileceğim bir durumda mı Trump? Kendince bir stratejisi olduğu ve bunu yapmaya muktedir olduğu da muhakkak. Ona küfür ederek içimizi rahtalatmaya çalışmak belki nefsimizi bir anlığına köreltir, biraz içimizi rahatlatır ama durumu rahatlatır mı, yaşadıklarımızı açıklar mı?
Biz onun bir sözünü açıklamaya çalışırken o başka bir söz daha ediyor ve peşi sıra da ona yetişmeye çalışıyoruz. O ise yaptım yapacağımı siz benim bir sözümü anlamaya çalışırken ben sizin anlayamaya çalışacağınız yeni bir söz daha ediyorum rahatlığı ve güveninde. “Bunun iyi bir fikir olmadığını” söyledim diyen de yine o. İyi bir fikir olmadığını kanıtlamak için uğraşacak gücü mü yok? Tam bu esnada nedense Irak’ın işgalini de birden bire gündeme getiren de o. Irak’ta kimyasal silahların olduğu söylenmişti biliyorsunuz. Şimdi bunun gerçek olmadığını söyleyiveriyor. Nihayet Irak’ı çıkarlarım için işgal etmeye gidiyorum diyemezdi ya kimse. Şimdi kimyasal silahların yalan olduğunu bizatihi ABD Başkanı’nın kendisi söylüyor. Resmi söylemlerin siyasi propaganda ve gerçek dışı olduğunu ilan ediveriyor. İnsanların, sorgulayanların çoğunun bildiğini yıllar sonra söylemesi, zamanı geçmiş gerçeklik hiç bir etki yaratmadan gündem bile olamadan geçip gidiveriyor. Neyse ki o dönem Türkiye’de sorgulayan politikalarla o tezkereye de o ABD prapagandasına da hayır denmişti. Irak’ta istediği olsaydı bugün bunu söyler miydi bilmiyorum? Gerçek, istemediğiniz şeyler olduğunda söylenen bir şey midir?
Trump’ın kendini “engin bilge” ilan etmesi kendinden başka birinin daha böyle olmadığını düşünmesiyle alakalı olabilir mi? Kelimeleri süzmeden, bilmeden ağzından çıkarıyor olabilir mi? Pentagon itiraz etmiş, o senatör bunu demiş, bu bunu demiş diye insanlar sağa sola bakarken, sonuçta onun sözüyle hareket edilmiyor mu diye sorulabilir mi? Kim ne derse desin Trump yapmakta yaptığını. O da bunu böyle düşünüyor olmalı ki “Engin bilgelerden biriyim” değil “Biricikim” demiş oldu.
Sorgulamayabiliriz bazı şeyleri, bize dendiği gibi kabul edebiliriz ve bu bizim üzerimizden sorumluluğu da alabilir. Ancak yaşadıklarımız “Sen sorguladın” ya da “Sen sorgulamadın” diye ayırt etmez bizi. Savaşlarda ilk çocuklar ölür sadece bir aforizma mıdır? Yetişkinlerin sessizliğinde ya da kazanma hırslarında çocuklar dilsiz ölüverirken, konuşmayı bile daha öğrenememiş çocuklar ölürken, ölüm ne kadar ağırdır kalanlar için? Kim taşıyabilir bu ağırlığı? Hangi mal mülk, siyasi kazanç bu yükü kaldırabilir?
Gün geçip gider, zaman geçip gider ama insan da öylece geçip gider mi? İnsan ne ile var olur? İnsan tavrı ile olamayacaksa tavır kavramı niye vardır dilde?
Söylemler güçle çok alakalı ama politikalar değiştiği gibi ya cümleler de güçlüler de değişirse? Güç elden ele geçmez mi nihayetinde?
Tüm bunlar karşısında küfür etmek insanı bir an olsa da rahatlatır belki ama aynı zamanda rehavete ve kabullenmeye dahi sürüklemez mi? Küfrettim ve rahatladım, kaldığım yerden devam hayatıma… Hoş, Freud medeniyetin küfürle başladığını da söyler bir yandan ama… Küfrün bir itiraz etme, inşa etme biçimi olduğunu ima etse de ben rahatlama ve ezme biçimi olduğunu söylesem aramız bozulur mu? Nihayet ezilenler derdini anlatmak zorundayken ve bu yüzden ince cümleler kurarken, hakim olanların güç rehavetiyle ağzına ilk geleni söyleyiverirler desem Freud bana kızar mı?
Emperyalizmi hafife almamalı, deli diye geçiştirmeyip, bir küfür savurup rahatlamamalı.
Hafife almadığım bir diğer şey ise ise bu aralar pek söylenmek istenmeyen, iktidar tarafından pek hafife alınan diyalog. Nihayet en sert tartışma dahi bir savaştan daha evladır. Diliniz, tartışma biçiminiz, beraber yaşama yetenekleriniz gelişir en berbat tartışmalarda dahi. Zaten kaçınılmaz olan ve savaşlarla öne alınan ölümde ise kederden, yastan başka ne olabilir? Bir meseleyi anlatmak, anlamak ihtiyacı yeryüzünün en sarsıcı ortak kültürüne yol açtı. Dil… Dilin olmadığı tek bir topluluk bile yok. İletişiminizi ister ıslıkla ister dumanla yapın, sonuçta dil ortaktır. Dil varsa duymak da vardır. Ancak bunları yok saymak da vardır elbette. Duymamak, anlamamak çoğu zaman bir gerçeklik değil, tercihtir.
Amin Maoluf “Herkes kendi tanrısına bir başkasının duasını kabul etmesin diye yakarıyordu” diyebilecek bir gözleme sahipti. Ama o Trump’ın aksine olmasını istediği şeyi değil olmamasını istediği şeyi söylüyordu. Trump anlaşmazlığınız benim ekmeğimdir diyordu aslında.
Kadim coğrafyada, Ortadoğu’da yaşayan insanların ister sınırlar ötesi ister sınırlar içinde birbiriyle bu dili kullanmadığı anda da Trump en çok konuşan oluveriyor. Bunca medeniyetin olduğu, yani dilin, konuşmanın, tartışmanın en köklü olduğu topraklarda bugün konuşulamazken Trump’ın kendini “Engin Bilge” ilan etmesine tebessümlerle tepki veriliyor, “Onu zorluklarını anlıyoruz” deniliyorken, gülseniz de gülmeseniz de her şeyi ben belirliyorum diye stratejik alaycılığına devam ediyor nihayetinde Trump.
Söylediklerinin doğrulanması için uğraşacağını düşünmek bir kehanet olmasa gerek. Söylediklerini yapacak gücünün olduğunu da biliyoruz. Ancak onun gücü insanların birbiriyle iletişimi, anlaması, duyması ile hiçleştirilebilirdi. Bunun en azından bugüne kadar olmadığını bilen Trump gittikçe güçleniyor…
Birbirimizi duymadıkça Trump’ı duyar olduk…
Türkiye’ye Suriye’ye girebilirsiniz diyen de o. Bir Nato üyesi olarak Suriye’i işgal ettiniz diyen de o.
Çok değil 8-10 sene önceye kadar bayramlarda Türkiye-Suriye sınırları açıldığında insanların nasıl da birbiriyle kucaklaştığını, sarılma izdihamının olduğu görüntüleri neden unutayım? İzdihamların en güzeli. Ne yiyecek ne giyecek ne ucuz alışveriş için sadece kucaklaşmak için…O kucaklaşma anlarında insanların arasına bırakın emperyalizmi toz zerresi dahi giremezdi. O günlerde bir kez daha öğrendim sınırlar olsa da insanların ilişkilerinin, akrabalıklarının sınırı yok. Sınırlar çoğu zaman aramızdaki iletişimi kesiyor. Ki iletişimi kesen sınırlar sadece ülkeler arasında değil aynı ülke içinde de iletişimsizlikle yeniden ve yeniden görünmez olarak çiziliyor da olabilir. Sınırlar aslında dışa doğru değil içe doğru insanların etrafını saracak kadar bir matruşka gibi en içe doğru ilerliyor…
“Trump’ın sınırı aşarsanız ekonominizi mahvederim” dediği şey bu değil elbette. İletişimsizliğinizin sınırlarında, sesleriniz birbirinizin sınırlarını aşmadığı alanın içinde kalın demek istiyor. Yoksa kendisinin etkisiz kalacağını da biliyor. Neden sonra mecburen iletişim kuracaksınız ve bunun da mimarı ben olacağım demek istiyor. Bir emperyalist olarak, bir tüccar olarak insanların hasretini duyduğu şeyi ben yapacağım ki siz de beni insanlığın inşaasının mimarı olarak kabul etmek zorunda kalacaksınız demek istiyor. Engin Bilge neden desin yoksa kendine? İnsanlar aralarına sınırlar koysa da, sınırlar tarihin en çok değişen şeylerinden belki de. 20 sene önceki harita bile güncel değil. Hatta artık dijital alanda günlük harita değişimlerini gözlüyoruz. Değişken olmayansa konuşmak, duymak olmalıydı.
Türkiye’nin sınırları en son Cumhuriyetle birlikte değişti ama sınırların ardındaki akrabalık bağları binlerce yıldır değişmedi. Ne ki küçük mesafelerde dahi iletişim kaybolduğunda uzak mesafelerden hadi şimdi iletişin diye alaycı diliyle Trump konuşur oluyor.
Numan Kurtulmuş’un “Savaşa giriyoruz” dediği bir zamanda Trump kendini hakem olarak da akil olarak da ilan edebiliyor.
AKP kuruluşunda barış diyerek bir çıkış yapmış ve böylece çok ciddi oy oranlarına ulaşmıştı. Ondan yıllar sonra İmamoğlu barış, kardeşlik vurgusu yaparak kısa sürede İstanbul’u ciddi oy farkıyla kazanmıştı.
Dil akıldan geçeni olduğu gibi söyleyebilir mi? Dilin nasıl kuralları varsa aklında bir kuralı yok mu? Aklın kuralları vicdanla yazılabilir mi?
Hırs bir süreliğine dilinizi belirlese de neden sonra bunu yapamayabilir. Çünkü beden nasıl durup dinlenmeye ihtiyaç duyuyorsa ve bu durum kişliğimizden de bağımsızsa hırsların dahi durup dinlenmeye ihtiyacı vardır. Hemen herkes durmaksızın yürümeyi kutsar ama durup dinlendiğimiz anlar idrak ettiğimiz anlardır aslında. Dil idrak etmekle pek alakalıdır yoksa nefsimizi körelttiğimiz küfür dile hakim olarak bizi gerçeklerden de o kadar uzaklaştırır.
Şimdi anlaşmalar, muhtıralarla hem ABD hem de Rusya aramıza resmi olarak sokulmuşken yani o sınırlararası bayramlaşma görüntülerinin artık olamayacağını, dün olduğu gibi yarın yine sınırda kucaklaşmak için dahi ABD’den, Rusya’dan “olur almak” gereken anlaşmalar dönemindeyiz. Yarın politikalar değişince; binlerce kilometre uzaktan gelip Kürtlerle aramıza niye girdiniz denir mi?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.