ABD Türkiye’yi, Suriye’de olduğu gibi direk olmasa da dolaylı bir şekilde İran’a yönelik bir savaşın içerisine doğru çekmektedir. Bunun bölge ve dünya siyasetinin çok yanlış bir okunması olduğu çok açıktır. Bu politikanın benzerini, İttihat ve Terakki Partisi aracılığıyla Enver Paşa uygulamıştır
Türkiye’nin ABD ile anlaşma çerçevesinde Suriye’de icra ettiği Barış Pınarı Harekâtı, aynı zamanda yeni ABD yönetiminin bölgesel planlarını da deşifre etmiştir. Büyük devletler hiçbir zaman, belirli bir strateji oluşturmadan taktik adım atmazlar. Bugün Rojava’nın bir kısmının ABD tarafından Türkiye’ye verilmesi planı, önceden belirli bir stratejiye göre planlanmış bir adımdır. Bu strateji ise daha Trump seçilmeden önce oluşturulmuştur.
Trump’ın bölgesel stratejisi anlaşıldığında, Mesut Barzani’nin bağımsızlık referandumuna niçin yeni yönetimin destek vermediği ve hatta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) denetiminde bulunan bazı yerlerin niçin Sünni Araplara bırakıldığı da anlaşılacaktır. Güney’in bağımsızlık referandumu, yeni ABD yönetiminin İran rejimini devirme stratejisi temelinde, bazı güçleri bir araya getirme politikasına engel teşkil ediyordu. Bağımsızlık referandumundan sonra Kürtlerin ellerindeki bazı yerlerin Sünni Araplara bırakılmasıyla, Barış Pınarı Harekâtı ile Rojava’nın bir kısmının Türkiye’ye bırakılması, birbirlerini destekleyen politik adımlardır. Hatta bu adımlar yeni adımlarla desteklenecektir ve bölgede İran karşısında bir tür “Sünni Blok” oluşturulacaktır/oluşturulmaktadır.
Şimdi de bu yazının ana temasını koyalım ve sonra da bu temanın altını doldurmaya çalışalım.
ABD giderek Türkiye’ye verdiği ve vermek için göz kırptığı tavizlerle Türkiye’yi İran rejiminin devrilmesi stratejisine angaje etmeye çalışmakta ve Erdoğan ile AKP’yi bu temelde baştan çıkarmaya çalışmaktadır. Erdoğan son dönemdeki açıklamalarıyla, Trump yönetiminin İran rejiminin devrilmesi temelli bu tavizlere göz kırptığını göstermektedir.
Trump yönetimi, Rojava’nın bir kısmını Türkiye’ye bırakarak, Suriye’de Fırat’ın batısında Rusya-İran-Suriye karşısında Türkiye’nin elini güçlendirmiş ve Türkiye ile işbirliğinin de yolunu açmıştır. Trump yönetimi, Türkiye ile işbirliğinin çerçevesini daha da genişletmek ve kapsamını daha da derinleştirmek istemektedir. Bunu ise bazı koşullara bağlamaktadır.
Türkiye Obama döneminde, önce Suriye rejiminin devrilmesini stratejik olarak önplana alan bir politika izliyordu. Buna karşılık Obama ABD’si ise, Suriye’de rejimi devirmeden ama Rojava’yı güvenli hale getirerek ve Türkiye ile PKK’nin Barış Süreci ile ateşkesini sağlayarak İran rejimini önce yıkma politikası izliyordu. Türkiye ABD’nin İran rejimini PKK ile yıkma stratejisini hiçbir zaman kabul etmedi ve savaşı tekrar başlatarak da buna izin vermeyeceğini açıkça gösterdi. Trump yönetiminin bu durumda, İran rejiminin yıkılmasında PKK’nin olmadığı bir seçenek üzerinde çalışmasından başka bir seçeneği kalmamıştır. PKK’nin olmadığı bir İran stratejisinde tek olanak ise, bölgede Türkiye’nin nüfuzunun genişlemesinin kabul edilerek, onun PKK’nin yerine ikame edilmesinde bulunmaktadır. Trump yönetiminin yeni planı, İran ve Suriye rejimlerinin kaderini iç içe geçirerek ve iki ülkedeki siyasi ilişkileri birbirlerine bağlayarak genel bir siyasi denge oluşturmak ve her iki rejimin yıkımından sonra ortaya çıkacak olan bölgeyi, ABD, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Monarşileri ile birlikte paylaşmak üzerine oturmaktır.
Trump yönetimi, dolaylı olarak Türkiye’ye Obama döneminden farklı olarak yeni bir İran politikası ve bu politika temelinde büyük tavizler sunmaktadır, ki bu politika Erdoğan’ın fazla reddedemeyeceği bir yapıya sahiptir:
1-Şimdilik Rojava’nın yarısı.
2-Irak Sünni Arapları aracılığıyla Musul ve Kerkük petrollerinin kontrolü.
3-PKK’nin Kandil’de ezilmesi.
4-PKK’nin ezilmesiyle, PYD ile YPG’nin KDP çizgisi altına girmesi ve hem Rojava’da hem de İran’ın yıkılmasından sonra İran Kürdistan’ında bu örgütlerin Türkiye’yi tehdit edemeyecek durumda kullanılmaları.
5- İran rejiminin yıkılmasından sonra Suriye rejiminin yıkılması ve Suriye’de Türkiye’nin büyük bir nüfuza sahip olması.
Son dönemdeki bazı açıklamalarda ya ABD ile Türkiye’nin böyle bir bölge politikası üzerinde anlaştığı ya da her iki tarafın da birbirlerini bu politika temelinde test ettikleri ortaya çıkmaktadır. Trump’ın Erdoğan’a teklif etmiş ya da etmekte olduğu bu bölge politikası, Obama döneminden çok daha caziptir. Bu aslında bir zamanlar MHP’nin savunduğu bir politikadır ve Devlet Bahçeli ile MHP’nin niçin koşulsuz Erdoğan’ı desteklediğini de ortaya koymaktadır.
Trump önce Suriye’de Türkiye’ye tavizler vererek, sonra Irak’taki Musul ve Kerkük petrolleri üzerinde dolaylı olarak Türkiye’nin hakimiyet kazanmasını sağlayarak, en sonunda da Suriye’deki politik ve askeri dengenin Türkiye lehine gelişimini, İran rejiminin devrilmesine ve bu temelde de PKK’nin ezilmesine bağlayarak, Türkiye’yi tamamen Rusya ve İran’dan da koparmış olacaktır.
Obama döneminde, Rojava’da Kürt-Batı ittifakını baltalamak için Türkiye’yi Suriye’ye sokan Rusya ve İran, yeni ABD yönetiminin bölgesel pazarlığı en üst düzeye çıkarmasıyla giderek kendi politikalarının altında ezilmeye başlamışlardır ve ezileceklerdir. Son dönemlerde medyada bazı aydınlar ve yazarlar, meseleleri anlamadan Putin şöyle kazandı, Trump böyle kaybetti gibi hiçbir değeri olmayan analizler yapabilirler ve kendilerini de rahatlatabilirler ama stratejik ve jeopolitik gerçekler farklıdır ve de bunlar göz ile görünmezler ama akılın geniş ve derin süzgeçlerinden geçerek ortaya ç��karlar.
Bu olanlar, Eli Roth’un yazıp ve yönettiği ve yapımcılığını da Quentin Tarantino ile paylaştığı bir korku filmi olan HOSTEL’in hikayesine çok benzemektedir. Film Slovakya’da gençlerin ve daha çok yoksul kimselerin gittiği bir otelde mafyanın gözüne kestirdiği gençleri kaçırıp, zevk için insan öldüren zenginlere sunduğu bir hikayeyi konu alır. Yine bir gün, arkadaşlarıyla bu ülkeye gelen, aslında çok zengin olan ama görünüşte bunu belli etmeyen bir genç kadın (temel karakter) mafya tarafından kaçırılır ve zengin bir adam tarafından, vahşi yöntemlerle öldürülmek için bir hücreye hapsedilir. Ne için kaçırıldığını bilmeyen genç kadın zamanla ve katili ile mücadele sırasında bunu öğrenir ve aslında en çok parayı basan kişinin insanı öldürdüğünü fark eder. Bunun üzerine kendisini kaçıran mafyaya çok zengin olduğunu belirtir ve katilinin öldürülmesini hemen orada satın alır ve parayı da anında öder. Kısacası ava giden avlanmıştır!
Rusya ile İran’ın Türkiye’ye Suriye’de bazı tavizler vererek, onu ABD ile Kürtler üzerine salması politikasına, yeni ABD yönetimi üst perdeden bir pazarlık ile karşılık vererek, Rusya ile İran politikasını tersine çevirmeye çalışmaktadır. Yukarıda özetlediğimiz korku filmindeki gibi, tek Suriye’de küçük bir taviz değil ama İran ve Suriye rejiminin yıkılmasından sonra bölgenin ortak nüfuz altına alınması teklifini yapmaktadır. Bu teklif, Rusya-İran tavizlerini çok aştığı için, Türkiye’yi baştan çıkaracak türdendir.
Barış Pınarı Harekatı’ndan birkaç gün sonra, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Lozan’da alacağının asgarisini aldığını söyledi. Aklı başında herkesin bunun azamisinin Musul ve Kerkük’ü kapsayan ilk Misak-ı Milli sınırları olduğunu bilmektedir. Zaten Barış Pınarı Harekatı’nı Irak sınırına kadar götürme hedefini de Erdoğan açıkça belirtmiştir. Bu ilerlemenin Musul ve Kerkük’e doğru olduğu ve de ABD’nin yeni yönetiminin dolaylı desteğine sahip olduğu, asıl amacın ABD yönetiminin bu ilerleme ile Türkiye’yi İran rejimi politikasına angaje etmek olduğu kesindir.
ABD yönetimi, bölge düzeyinde Türkiye’ye verdiği tavizlerin çapını ve derinliğini genişleterek, İran sınırında Türkiye’nin güdümündeki cihatçılar ile ABD ve Körfez Monarşilerinin güdümündeki cihatçıları ortak bir cephe oluşturacak şekilde bir araya getirmektedir ve PKK’nin Kandil’de ezilmesinden sonra da, YPG’nin bir kısmını PJAK biçiminde İran’a kaydırmak istemektedir. Zaten YPG’ye giden ekipmanlar da bunun içindi.
Bu noktada kuşkuları arttıran durum yani ABD’nin ve Körfez Monarşilerinin güdümündeki terörist cihatçıların, Türkiye güdümündeki cihatçılar ile ortak cephede buluşturulması siyasetinin bir parçası olarak, Rojava’da kamplarda ve cezaevlerinde bulunan IŞİD’lilerin Türkiye’ye verilmesi ve Türkiye’nin de bunu can atarak kabul etmesidir. Barış Pınarı Harekatı’nın bir amacının da bu IŞİD’lileri Türkiye’nin denetimi altında bir araya getirmek ve İran sınırına doğru yaklaştırmak olduğu ve bunun ABD ile bir anlaşma çerçevesinde ortaya çıktığı artık bir sır olmaktan çıkmıştır.
Barış Pınarı Harekatı ile Rojava’da ABD-Türkiye anlaşması çerçevesinde oluşturulan cep, Rusya ve Suriye’nin İdlip ve çevresinde uzun zamandır düzenlemek istediği ve Türkiye’nin ayak diremesiyle sürekli ertelenen operasyonuna da bir cevap teşkil etmektedir. ABD ve müttefiklerinin güdümündeki El Nusra cihatçıları, Rojava’daki bu yeni cep ile bir Rus-Suriye operasyonunda buralara taşınacaklar ve üstelik IŞİD’lilerin de operasyon sırasında salınmaları sonucunda ve daha önce de özel operasyonlar ile Irak’a taşınmaları sonucunda hepsinin bir araya geleceği ve üstelik direk Türkiye ve Irak Sünnileriyle de karasal bağlantı halinde olunan yani sırtlarını sağlam yere dayayacakları bir konuma sahip olacaklar.
Suriye’nin kuzeydoğusundaki bu yeni durum belki geçici olarak Suriye’yi rahatlatacak ama İran için büyük bir tehdit yaratarak, Suriye’deki Rusya-İran-Suriye kazanımlarını aşındıracak ve zayıflatacak türdendir. Suriye’nin bu ucundaki bütün cihatçı teröristlerin toplanması, PKK için büyük bir tehdit kaynağıdır. Türkiye’nin bu politikaya isteyerek mi yoksa istemeyerek mi katıldığı ikincil bir durum olup, bu politikanın gelişmesi ölçüsünde, Türkiye bu politikanın ağırlığı altında ezilerek, ABD’nin İran politikasının dümenine girmek zorunda kalacaktır.
Erdoğan Soçi’de Putin ile görüşürken aynı zamanda, Rusya ve İran’ın arkasında da onların aleyhine dolaplar çevirmektedir. Erdoğan ABD ile birlikte çaktırmadan, Suriye savaşını İran savaşına dönüştürürken, Suriye için Rusya ile ne gibi bir mutabakat anlaşmasının yapıldığının ne anlamı var? Bu mutabakata Suriye’nin toprak bütünlüğünü koysa ne yazar koymasa ne yazar! Soçi’de Erdoğan, Putin’in eline sadece boş bir kağıt verdi. Hepsi budur!
Türkiye ABD ile anlaşma çerçevesinde kendi “cihatçı terörist portföyü”nü sürekli geliştirmektedir ama bunu niçin yapmaktadır? Bu cihatçıların tek İran rejiminin devrilmesinde kullanılmayacaklarını ama içeride de “isyan bastırma”, Kürt yerleşim bölgelerini dağıtma ve yine aynı şekilde Alevi yerleşim bölgelerini dağıtma gibi “derin devler operasyonları”nda da kullanılacakları, bizzat yeni rejimin ideolojik kodlarında yazılıdır. Anlaşılan Türkiye’de Çorum, Sivas ve Maraş katliamları “küçük katliamlar” olarak kalmış ki, “büyükleri” hedeflenmektedir!
Erdoğan Suriye’de kilitlenen siyasetin açılmasının, İran’ın zayıflamasından geçtiğini ve yine İran rejiminin dağılmasıyla Suriye rejiminin direnme kapasitesinin büyük darbe yiyeceğini çok iyi biliyor. PKK’nin aradan çıkarılması ve Musul ile Kerkük petrollerinin kontrolünün dolaylı olarak Türkiye’ye bırakılması, Trump yönetiminin çok cazip teklifleridir ve Erdoğan da bu politikaya angaje olacağını dolaylı bir şekilde ima etmektedir. ABD Türkiye’yi İran’da, Suriye’de olduğu gibi direk olmasa da ama dolaylı bir şekilde, bir savaşın içerisine doğru çekmektedir.
Bunun bölge ve dünya siyasetinin çok yanlış bir okunması olduğu çok açıktır. Bu politikanın aynısını, İttihat ve Terakki Partisi aracılığıyla Enver Paşa uygulamıştır. Almanya Enver’i Çarlık Rusyası’nın egemenliği altında bulunan Orta Asya ve Kafkasya’da Osmanlı nüfuzunun gelişeceği rüyası ile avutarak Osmanlı’yı Almanya yanında savaşa sokmuştu. Bugün aynı rüyayı, Erdoğan-Bahçeli ikilisi görmektedir ve görünen odur ki, Erdoğan rejiminin ömrü, Suriye’de Esad ve İran rejimlerinin ömründen daha kısa olacaktır.
Türkiye’nin ABD ve müttefikleri yanında bu bölgesel savaşa girmesinin, iç politikada çok köklü sonuçları olacaktır. Faşist diktatörlük daha da koyulaşacak, muhalefet her türlü yöntemlerle bastırılacak ve Türkiye ABD desteğinden dolayı her şeye kulağını tıkayacaktır. Avrupa’dan gelecek baskıları, bir yandan ABD desteğiyle, öte yandan da göçmen ve terör şantajıyla dengeleyecek ve bütün bunları da yeni rejimin derinleştirilmesi için kullanacaktır.
Bu analiz aynı zamanda PKK’nin ABD tarafından kuşatma altına alındığını da göstermektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.