Saray-AKP iktidarı ne ABD’den ne de Rusya’dan umduğunu bulabiliyor. Biri YPG-QSD’yi diğeri de Şam’ı muhatap gösteriyor. Bu çift taraflı basınç karşısında gerçek bir politika üretemediği için de pazarlıklarda masaya her defasında daha düşük beklentilerle oturuyor
Bir “güvenli bölge” tartışmasıdır gidiyor. Mevcut durum ise aynen başlıkta belirtildiği gibi! Türkiye’nin ABD’yle, ABD’nin Kürtlerle, Türkiye’nin Rusya’yla, Rusya’nın da Suriye’yle hatta Kürtlerle ve son kertede ABD’nin Rusya’yla yaptığı/yapacağı pazarlıklara dayanan çetrefilli bir süreç.
Saray-AKP iktidarının “terör koridorunu parçalamak” parolasıyla giriştiği bu işin arka planında Kürtlerin Suriye’de statü elde etmesini engelleme hedefine daralan bir politikası varken, ABD bu planla olası bir TSK operasyonunu önlemeyi ve YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’ni (QSD) korumayı amaçlıyor.
Buna karşılık AKP’nin Astana partnerleri, ABD’yle yürütülen “güvenli bölge” sürecinden rahatsızlık duyduklarını da gizlemiyor. 16 Eylül’de Ankara’daki üçlü Suriye zirvesinde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani “Yabancı güçler bugün ya da yarın bölgeyi terk edecektir fakat biz komşular burada olacağız” derken, Rusya lideri Vladimir Putin de “Suriye’nin nüfuz alanlarına bölünmesi kabul edilemez” diyerek bu rahatsızlığı dile getirdiler. Rusya ve İran, 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nı dillendirerek Türkiye’ye Şam yönetimini adres olarak gösteriyor. Ankara ve Şam arasında varılan bu mutabakatın, Türkiye’ye “terörle mücadele” gerekçesiyle Suriye topraklarının 5 kilometre derinliğinde askeri operasyon yürütme hakkı tanıdığı belirtiliyor.
Gelinen nokta itibariyle Saray-AKP iktidarı ne ABD’den ne de Rusya’dan umduğunu bulabiliyor. Biri YPG-QSD’yi diğeri de Şam’ı muhatap gösteriyor. Bu çift taraflı basınç karşısında gerçek bir politika üretemediği için de pazarlıklarda masaya her defasında daha düşük beklentilerle oturuyor. Üstelik Erdoğan bunu tam da bilindik üslubuyla yapıyor…
Erdoğan üçlü zirvedeki konuşmasında “30 kilometre derinlik ve 911 kilometreden vazgeçtik, 450 kilometrelik bir bölgede konutlar yapalım” diyerek ABD’yle süren pazarlıklarda “uzlaşmacı” olduğunu gösteriyor, “Buralarda kalkıp şöyle 200-250 metrekare kapalı ve bir o kadar da açık alan olmak üzere ailelere bu tür konut inşası yapalım diyoruz (…) Örneğin ben Merkel, Macron ve Suudi veliaht prensiyle bunu görüştüm” sözleriyle de Avrupa ve Körfez’den maddi destek beklentisini açığa vuruyordu.
Ama aynı konuşmada ABD’ye iki hafta mühlet verdiğini belirtip “Fırat’ın doğusunda kendi harekât planımızı uygularız” diyor, Avrupa’yı ise İdlip üzerinden mülteci akınıyla tehdit de ediyordu.
Anlaşılan Erdoğan, 24 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle gideceği New York’ta, ABD Başkanı Donald Trump’la gerçekleştireceği ikili görüşmeye kadar bu çıkışları sürdürecek.
Peki bu çıkışlar Batılı müttefiklerine sökebiliyor mu ki Rusya’ya söksün? Daha geçtiğimiz haftalarda Fırat’ın doğusuna sefere gidilirken İdlip’te askerin kalkan yapıl(ama)dığı cihatçılar bozguna uğramış, Morek’teki 9 nolu gözlem noktası kuşatma altında kalınca Erdoğan soluğu Moskova’da almıştı.
İdlip konusunda sürecin Moskova-Şam-Tahran hattının istediği doğrultuda ilerleyeceği Ankara’daki üçlü zirvede taraflarca yinelendi. Putin “İdlip, El-Kaide bağlı grupların kontrolünde. Buna sessiz kalamayız” dedi. Ayrıca zirve sonrası yayımlanan ortak bildiride de bölgedeki Heyet-i Tahrir’uş Şam varlığı açıkça hedef gösterildi.
Üçlü zirvede Ruhani’nin “Fırat’ın doğusunda ABD’nin hâkimiyeti altındaki bölgelerde terörist gruplar var” demesi ve zirveden bir gün önce de Suriye Dışişleri’nin Birleşmiş Milletler’e gönderdiği mektupta QSD için “bölücü terörist grup” tanımını kullanması Türkiye ile ABD arasına kama sokma çabalarının göstergeleri.
Sonuçta sahadaki gerçeklik belli: İdlip’teki operasyonlar sonucu kuşatma altında kalan TSK gözlem noktası şimdilerde Rus askeri polisi tarafından korunurken, Fırat’ın doğusuna ilk defa 8 Eylül’de ABD’yle gerçekleştirilen ortak devriye ile girilebildi. Suriye’de Erdoğan’ın iddia ettiği gibi “gerektiğinde” tek başına girişilecek bir hamlenin ABD’ye ya da Rusya’ya rağmen başarılı olması mümkün değil.
AKP’nin 2011’den bu yana kâh ABD’yle kâh Rusya’yla kâh ikisiyle birden anlaşarak geldiği nokta pek de parlak değil. Her anlamıyla sınırlara dayanılan bugünkü koşullarda, ne yöne gidilirse gidilsin AKP’nin Suriye politikasının çözümden çok daha fazla soruna, daha fazla krize yol açacağını öngörmek zor değil.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.