“DİSK’in geçmişinin nesnel bir değerlendirilmesi, sadece yergi ya da övgü düzeyinde yapılamaz. Bu değerlendirmeyi sadece yergi düzeyinde ele alanlar, olgunun bir yanını görmek gibi bir yöntem hatasına düşerler ve DİSK’in işçi sınıfı tarihindeki meşruiyetini ve kazanımlarını açıklayamazlar. Yine DİSK tarihinin değerlendirilmesini basit bir güzelleme biçiminde yapanlar aynı hatayla maluldürler ve bu tutumla… yaşananları sadece 12 Eylül zulmüyle ya da işçilerin duyarsızlığıyla açıklamaları mümkün değildir”
39. yılına giren ve uygulamalarıyla hala devam eden 12 Eylül açık faşizmi sola ve emek hareketine ağır bedeller ödetmekle beraber, bu dönemde hedefe konan ve en fazla mağdur edilen sendikal örgütü DİSK/Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu oldu. Sermayenin ve IMF’nin politikalarının yaşama geçirilmesi için işçi sınıfının ve tüm demokratik güçlerin susturulması isteniyordu. 12 Eylül bu amaca ulaşmak için yapıldı.
Bu dönemde yaşananlara baktığımızda özetle:
DİSK savunulmadan ve sahiplenilmeden sadece eleştirilecek bir sendikal örgüt değildir. DİSK’in 1967 yılındaki kuruluşu işçi sınıfının başını dik tutmasını getirmiştir. 1952 yılında kurulan Türk-İş’in, kuruluşundan beri ABD emperyalizmine ve burjuvaziye bağımlı olarak izlediği “partiler üstü politika” çizgisine karşı yapılan mücadele daha sonra DİSK’in doğuşuna giden yolun önünü açmıştı. Tabii ki, 1961 yılından itibaren yükselen devrimci mücadelenin diğer alanlarının da sürece katkısını unutmamak gerekir.
12 Eylül’le sonuçlanan sürece gidişte DİSK’in eksikliklerinin ve yanlışlarının sıralanmasının ötesinde Türk-İş başta olmak üzere kurulu düzene ve sermaye rejimine sadık olan sendikaların açık faşizme nasıl payanda yapıldığına kısaca bakmak gerekir.
1975 yılından itibaren giderek derinleşen çatışmaların sonuçta DİSK’e de yöneleceği görülebiliyordu. 1976 yılında kutlanan 1 Mayıs’ın görkemi egemenlerde rahatsızlık yaratırken, yüzbinlerce işçinin katıldığı 1 Mayıs 1977 kutlamalarının bitiminde kimliği açıklanamayan kişilerin açtığı ateş sonucu Taksim alanı kana bulandı. “1 Mayıs katliamı” olarak anılan olayda 36 kişi yaşamını yitirdi.
Özellikle Maraş Katliamı’nın ardından girilen süreçte sermaye tarafından sıkıştırılan Ecevit Hükümeti’nin işçilere dayattığı “toplumsal uzlaşma” açıklamasının işçi sınıfının hak kayıplarına yol açacağı öngörülmekteydi. DİSK, Ören toplantılarında bu arayışa karşı nelerin yapılacağını tartışma ihtiyacı duymuştu.
Bu noktadan itibaren yeni bir başlıkla DİSK’in dönem içindeki hatalarına daha yakından bakmak gerekir. DİSK’in faşizmi değerlendirmesindeki yanlışlığı, faşizmi sadece sivil faşistler ve MHP ile sınırlandırması, faşizmin devletin yapılanmasında mevcut olduğunun değerlendirilmemesi 12 Eylül’ü ve sonrasını karşılamada verilmesi gereken mücadeleyi önemli oranda etkilemiştir. DİSK’in 12 Eylül öncesinde son Genel Kurulu 25-30 Haziran 1980 tarihinde Harbiye Şehir Tiyatrosu’nda yapıldı. Bu genel kurulda özellikle yönetim anlayışına muhalif delegelerin yaptığı konuşmalarının önemli kısmı faşizme karşı mücadele ekseninde oldu. DİSK’in faşizme karşı vermesi gereken mücadele için yeniden yapılanması, üyesi sendikaların tabelalarının indirilerek faaliyetlerine son verilmesi halinde nasıl bir yol izleneceği üzerinde duruldu. Ancak, DİSK’te delege sayısı bakımından etkin ve çoğunluk olan sendikalar konuya gerekli değeri vermedikleri gibi öneri getiren muhalif delegeleri yalnızlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Önerileri dinlemek ve sonuçlandırmak yerine, klasik genel kurul yapmayı tercih ettiler.
12 Eylül yargılamalarının ardından tekrar faaliyete başlayan DİSK yeni yol haritası için 20-26 Haziran 1992 tarihleri arasında Ören’de genişletilmiş bir toplantı yaptı. Toplantıya 12 Eylül öncesinden gelen birliktelikle davranan değişik işkollarından 12 sendika toplantıya ortak bir değerlendirmeyle katıldılar. Söz konusu “İşçilerin DİSK’i” broşüründe konuya ilişkin şu görüşlere yer verilmişti: “DİSK’in geçmişinin nesnel bir değerlendirilmesi, sadece yergi ya da övgü düzeyinde yapılamaz. Bu değerlendirmeyi sadece yergi düzeyinde ele alanlar, olgunun bir yanını görmek gibi bir yöntem hatasına düşerler ve DİSK’in işçi sınıfı tarihindeki meşruiyetini ve kazanımlarını açıklayamazlar. Yine DİSK tarihinin değerlendirilmesini basit bir güzelleme biçiminde yapanlar aynı hatayla maluldürler ve bu tutumla, son 12 yılda yaşananları sadece 12 Eylül zulmüyle ya da işçilerin duyarsızlığıyla açıklamaları mümkün değildir. Gerçek bir değerlendirme yapmak için öncelikle Türkiye sendikal hareketinin genel özelliklerini irdelemek ve DİSK’i bu tarih içinde ele almak gerekmektedir” denilmekteydi.
Biliyoruz ki, Türkiye sendikal hareketinin tarihi ağırlıklı olarak devletin bürokratik sendikalar kanalıyla işçi sınıfını denetim altına alma çabasının tarihidir. Bu denetim altına alma çabasının Türkiye sendikal hareketine damgasını vurduğu özelliklerin başında oluşan sendikal bürokrasidir. Sendikal bürokrasi sendikal demokrasinin gelişip güçlenmesine hiçbir biçimde izin vermemiş ve işçileri ücret mücadelesinin izleyicisi haline getirmiştir.
Broşürden alıntıyla devam ederek özetleyelim:
“DİSK, 1960’lı yıllar boyunca, ulusal ve uluslararası ölçekte yaşanan değişime paralel olarak, işçi sınıfının kendiliğinden hareketindeki yükseliş ve bağımsızlaşma potansiyeliyle, bürokratik sendikacılık kurumlarının bu yükseliş karşısında statükoyu koruyabilmek ve denetimlerini sürdürebilmek bir kopuşa zorlanan yeni sendikacılık tarzının kesiştiği tarihsel konakta kurulmuştur.
DİSK’in kuruluşu sendikal politikalar açısından işçi sınıfının, sermayenin politikalarından ve geleneksel sendikacılık tarzından gerçek kurtuluşu yönünde köklü bir bağımsızlaşmayı temsil etmiyorsa da işçi sınıfı hareketinin bürokratik sendikacılık yöntemlerinden ciddi bir özgürleşme potansiyelin ifade etmektedir. Ama DİSK’in ilk yıllarda yaşanan, sınıfla yeni sendikal anlayışın çakışması fazla uzun sürmemiştir. 15-16 Haziran olaylarında işçi sınıfının eylemleriyle sendikal kurumların politikaları arasında gözlenen çatışma DİSK’in, ilk yıllarda barındırdığı olumlulukları içselleştirmediğini göstermiştir. Bundan sonraki bütün tarihsel konaklarda farklı sınıf politikalarında kendini gösteren iki DİSK ortaya çıkmıştır: İşçilerin DİSK’i ve sendikacıların DİSK’i.”
Sonuç itibariyle 12 Eylül’e giden süreçte örgütsel yapısında, sendikal anlayışında köklü bir değişime gitmeden, kısacası faşizme giden süreci görmesine rağmen değişimi sağlayamayan DİSK, açıldığı yeni döneminde benzeri politikaları sürdürmektedir. 12 Eylül’den 12 yıl sonra sunulan alternatif öneriler halen geçerliliğini korumakta olduğundan İşçilerin DİSK’i broşürden alıntıyla değerlendirmeyi kapatalım:
“Bugün gerek uluslararası sendikal hareketin gerekse ülkemizdeki sendikal hareketin yaşadığı kriz, bugüne kadar sendikal kurumların yönetiminde bulunan ve sınıfın gerçek kurtuluşunu hedeflemeyen günübirlikçi-iyileştirmeci önderliklerin açık iflasının göstergesidir. On yıllardır işçi sınıfının mücadelesine hiçbir kalıcı kazanım sağlamayan politikaları oluşturan ve uygulayan; emperyalizmin zaferi karşısında alternatif sendikal politikalar oluşturmayarak işçi sınıfının yenilgisinde sorumluluk sahibi olan önderliklerin artık işçilere söyleyebilecekleri bir şey yoktur. Şimdi konuşma hakkı öncelikle işçilerin dünyasını yaratmak için, DİSK’i işçilerin DİSK’i yapmak için, bağımsız sınıf politikaları etrafında işçi sınıfının devrimci mücadelesini örgütlemeye girişenlerindir.”
*Doğan Halis: Dev Sağlık-İş eski Genel Başkanı ve DİSK eski Yönetim Kurulu Üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.