Peki değer üretimine ve sermaye birikimine dahil olan ve meta biçiminde olmayan eski emek formları yok oluşa giderken, emeğin “emek gücü” olmayan yeni meta formları ve meta biçiminde olmayan ama değer üretiminin bileşimine giren yeni emek formları kitlesel bir biçimde ortaya çıkıyorsa?
Proleterleştirilebilir nüfusun sonuna gelinmesi, insanlığın üretebileceği emek gücü[1]nün sınırlarına ulaşılması anlamına gelir. Peki bu durum sermayenin değer üretme kapasitesinin sonuna ulaşılması anlamına gerçekten gelebilir mi?
Bu soruya yanıtlamadan önce, sermayenin değer üretme kapasitesinin mutlak sınırına ulaşılması halinde ne olacağını tasavvur edelim: Sermayenin değer üretme kapasitesinin sonuna gelinmesi, artık değer oranının sabit tutulduğu koşullarda, sermaye birikiminin sabit bir oranla sınırlanması anlamına gelir. Şu ya da bu nedenle (sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, istihdamdaki işçi sayısının düşüşü, işçi ücretlerinin genel bir artışı veya çalışma süresinin azalması -ki bunlardan en az birinin gerçekleşmesi kaçınılmazdır-) artık değer oranının düşmesi, üretilen toplam değer kitlesinin sabit olduğu koşullarda sermaye birikiminin ivmesinde bir düşmeye yol açacaktır. Bu nedenle üretimin her çevrimi, sermaye birikiminin ivmesindeki bir düşüşle tamamlanacaktır. Buradan ise üretilen artığın tamamının tüketildiği[2] yani üretici güçlerin gelişmesinin sona erdiği bir duruma varılacaktır.
Sermayenin değer üretme kapasitesi insanlığın sahip olduğu emek gücü miktarıyla mı sınırlıdır? Yani üretilebilir değer = proleter nüfus x ortalama işgünü formülüne indirgenebilir mi? Rosa Luxemburg, bu soruyu yüzyıl kadar önce “Hayır” diye yanıtlamıştı. Rosa Luxemburg, sermaye birikiminin daima “kapitalist olmayan çevre ve tabakalara” ihtiyaç duyduğunu, “doğal ekonomiler” (geçimlik üretimde bulunan köylüler ve zanaatkarlar) ile sömürgelerin sömürüsünün sermaye birikiminin daimi bir bileşeni olduğunu ileri sürmüştü. Artık değer sömürüsü olmayan bu emek süreçlerinin ürünlerinin sermayeye dayalı üretim sisteminin dolaşıma soktuğu toplam değer kitlesine ve soyut emeğin oluşum sürecine nasıl katıldığı tartışma konusudur. Bununla birlikte, pazarda metaların karşılıklı ilişkisinin koşulu ve sonucu olarak ortaya çıkan soyut-toplumsal emeğin bileşimine giren tek emek biçiminin emek gücü olmadığını; Luxemburg’un saydığı kalemlerin dışında, ev içi emeğin (ev kadının ödenmemiş emeğinin) de “meta üretimi” formunda gerçekleştirilmeyen kamusal hizmet ve mal üretiminde işe koşulan emeğin de dolaşımdaki toplam değer kitlesine dahil olduğunu; bu üretimlerde işe koşulan emeğin sömürüsünün kapitalist sömürü mekanizmasının bir parçası olduğunu ve bu sömürünün somut sermaye birikimi sürecinin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.
Sermaye birikimi sürecine dahil olan “kapitalist olmayan çevre ve tabakalara” ait olan bu emeğin sömürüsünün niteliği, Marxist teorisyenler arasında daha önce, “feodalizmden kapitalizme geçiş” ve “üretim tarzlarının eklemlenmesi” tartışmaları boyunca sınırlı bir ölçekte tartışıldı[3]. Bu tartışmalarda meta formunda olmayan ve sermayenin sömürüsüne maruz kalan emek süreçleri, “kapitalizm dışı” ve “kapitalizm öncesi” olgular olarak tanımlanıyorlardı.
Neoliberal politikaların reel-sosyalizmin çöküşüyle karşı konulmaz bir güç kazanan hegemonyası altında yaşanan süreç, geçimlik üretimi yıkarak bağımsız köylü ve zanaatkarın toplumsal varlığını hesaba alınmayacak bir seviyeye düşürdü. Bu süreçte klasik sömürgecilik ilişkilerinin yerini alan yeni sömürgecilik ilişkileri neoliberal esaslı sömürgecilik programlarıyla yeniden yapılandı. Neoliberal yeni sömürgecilik (radikal bir özelleştirme ve metalaştırma politikasıyla muazzam bir mülksüzleştirme hareketine bağlı olarak) sömürgelerdeki nufusu proleterleştirdi ve küresel bir artık değer sömürüsü ağının parçası haline getirdi. Emeğin yeniden üretim sürecinde ihtiyaç duyulan ev içi emeğe (ev kadının karşılığı ödenmeyen emeğine) yönelik sömürünün alanı artık değer sömürüsü lehine daralıyor.[4] Özelleştirme, kamusalın yıkımı, başladığı noktanın da ilerisine geçti ve meta üretiminin konusu olması hayal edilemeyecek insan gereksinimlerini dahi meta üretiminin konusu haline getirme, metalaştırılamayacak pratikleri imkansız hale getirme yönünde ilerliyor.
Değer üretimine ve sermaye birikimine dahil olan ve meta biçiminde olmayan emek formlarının ortadan kalkmasına doğru giden bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte, kapitalizmin emek gücü üzerinden elde ettiği artık değer sömürüsüne mahkûm olacağı sonucuna varabilir miyiz? “Evet” yanıtı bizi, üçüncü paragrafın başındaki formülün (üretilebilir değer = proleter nüfus x ortalama işgünü) kapitalist üretim tarzının “mantıki çerçevesi” olduğu ve somut olarak geçerli olduğu bir dünyaya ancak bugün varmakta olduğumuz sonucuna götürür. Bu formülün geçerli olduğu bir dünyada proleterleştirilebilir nüfusun sınırlarına varmış veya varma üzere isek, kapitalizmin, üretilen artığın tamamını tükettiği yani üretici güçlerin gelişmesinin sona erdiği bir safhasına gelmek üzere olduğumuzu da söyleyebiliriz.
Ama Marx ve Engels “burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor” derken, herhalde, burjuvazinin kazmayı eline alıp kendi mezarını kazmasını kastetmiyordu.[5]
Peki değer üretimine ve sermaye birikimine dahil olan ve meta biçiminde olmayan eski emek formları yok oluşa giderken, emeğin “emek gücü” olmayan yeni meta formları ve meta biçiminde olmayan ama değer üretiminin bileşimine giren yeni emek formları kitlesel bir biçimde ortaya çıkıyorsa?
O zaman yukardaki sorunun yanıtı “Hayır” olur; ama böyle bir dünyayı kavramamız için bilimsel sosyalizmin 19. ve 20. yy kapitalizmini şerh ederken ve sınıf mücadelesinin devrimci içeriğini ortaya çıkarırken dayandığı varsayımların bir kısmının geçersiz hale geldiğini kabul etmemiz, kullandığı temel kavramlar ve ilişkilerin önemli bir kısmını “tarihsel” kavramlar ve ilişkiler olarak ele alıp geçici unsurlarından ayıklamak, bugünün kapitalist gerçekliğiyle yeniden tanımlamak ve sınıflar mücadelesinin somut devrimci içeriğini bugünün, bu çağın proleter kendiliğindenliğinin kavranması ve eleştirisi üzerinden yeniden üretmek zorunda olduğumuzu da görmemiz gerekir.
Dipnotlar:
[1] İlk iki yazıda kötü bir alışkanlıkla, emeğin meta biçimini ifade eden “Arbeitskraft” kavramının karşılığı olarak hem “emek gücü” hem de “işgücü” kavramlarını kullandım. Konuyla ilgilenen arkadaşlarım, U.Karatepe ve Ç.Çıdamlı bana, bu kavrama ilişkin tartışmanın “bittiğini” ve “Arbeitskraft”ın Türkçedeki karşılığının “emek gücü” olduğunu gösterdiler. Terminolojik bir kargaşaya yol açmaya hiç niyetli değilim. Bu nedenle, arkadaşlarıma teşekkür ederek, önceki iki yazıdaki bütün “işgücü” kavramlarını “emek gücü” olarak düzeltiyorum.
[2] Bunun kim tarafından ve nasıl gerçekleştirileceğini şimdilik bir tarafa bırakıyorum.
[3] Feodalizmden Kapitalizme Geçiş-Rodney Hilton Paul Sweezy; Üretim Tarzlarının Eklemlenmesi Üzerine-Foster-Carter, Wolpe, Laclau, Taylor vd.
[4] Hali hazırda kent nufusu içerisinde ev kadınlarının oranı azalıyor, istihdamdaki kadın miktarı artıyorsa da kent nufusuna eklenen kadınların hemen tamamının daha önce geçimlik tarımda çalışıyor olması bu saptamayı kısmen tartışılır hale getiriyor. Bununla birlikte, ev işlerinin (yemek, temizlik ve çocuk bakımının) yaygın bir biçimde metalaşmakta olduğu gerçeği, eğilimin bu yönde olduğunu gösteriyor.
[5] “Burjuvazinin ister istemez önayak olduğu sanayinin ilerlemesi, işçilerin rekabet yoluyla yalıtılması yerine, biraraya getirerek devrimci birliklerini sağlamaktadır. Bu nedenle Modern Sanayinin gelişmesi, burjuvazinin kendi üretim ve kazanç elde etme sistemini üzerine inşa ettiği temeli, ayağının altından çekmektedir. Bu nedenle burjuvazi herşeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretmektedir. Onun düşüşü de ve proletaryanın zaferi de aynı oranda kaçınılmazdır.” (Marx-Engels, Komünist Parti Manifestosu)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.