Anayasanın 127. maddesine göre, belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmaları ancak ve ancak “geçici” bir tedbir olarak “görev sebebiyle” suç işlendiği iddiasına dayanmalıdır. Yani belediye başkanları hakkında ancak görevi sebebiyle başlatılan bir soruşturma veya kovuşturma olması halinde geçici bir tedbir olarak -yapılacak itirazlar sonucu mahkemenin vereceği kesin hükme kadar- görevlerinden uzaklaştırılabilirler
Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye başkanlarının görevlerinden idari tasarrufla alınarak yerlerine kayyum atanması seçmen iradesini yok sayıyor ve seçim sisteminin bir güvenirliğinin kalmadığını gösteriyor. Kürtlerin demokratik usullerle seçilmiş temsilcileri yoluyla kendini yönetme iradelerinin bile baskı ve zorla ellerinden alınması kamu vicdanında infiale yol açtı. Ve halk tepkisini sokağa çıkarak barışçıl protestolarla gösteriyor. Ancak iktidar bu meşru ve yasal hakkın kullanılmasından oldukça rahatsız. Kolluk marifetiyle tüm barışçıl gösteriler işkenceye varan şiddet yöntemiyle bastırılmaya çalışılmakta, belediye çevresindeki tüm sokaklar abluka altına alınarak halkın ve esnafın günlük yaşamı kesintiye uğratılmaktadır. Dünya basınında da geniş yankı bulan görüntülerde kolluğun barışçıl protestolara gösterdiği tahammülsüzlük ciddi tepki toplamakta, kayyum atanması halk iradesine darbe olarak gösterilmektedir. Bu sert ve orantısız yöntemlere karşın kamuoyu tepkisi giderek artmakta ve toplumsal bir harekete dönüşme ihtimali büyümektedir.
Peki ne olmuştu?
İçişleri bakanlığı 19.08.2019 tarihinde Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarını idari bir kararla görevlerinden uzaklaştırmaya ilişkin yapmış olduğu basın açıklamasında özetle; 3 büyükşehir belediyesinin PKK ile irtibat ve iltisaklı olup örgüte destek verdikleri, 3 belediye başkanı hakkında devam eden soruşturma ve davaların olduğu, belediyelerde eş başkanlık sisteminin uygulandığı, belediyelerde kimi personele mobbing uygulandığı, cadde, sokak ve park isimlerinin değiştirildiği, KHK’lilerin çalıştırıldığı ve örgüt mensuplarının cenazelerine katıldıkları yönündeki soyut iddialara dayanarak belediye başkanlarının Anayasanın 127. maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 47. maddesine istinaden görevden uzaklaştırıldığını ve yerlerine Belediye Kanununun 45. maddesi uyarınca kayyum görevlendirildiğini duyurdu.
Öncelikle Anayasanın 127. Maddesine göre, belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmaları ancak ve ancak “geçici” bir tedbir olarak “görev sebebiyle” suç işlendiği iddiasına dayanmalıdır. Yani belediye başkanları hakkında ancak görevi sebebiyle başlatılan bir soruşturma veya kovuşturma olması halinde geçici bir tedbir olarak –yapılacak itirazlar sonucu mahkemenin vereceği kesin hükme kadar- görevlerinden uzaklaştırılabilirler. Benzer hüküm, 5393 sayılı Belediye Kanununun 47. Maddesinde de düzenlenmiştir. Ancak Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye başkanları hakkında “görev sebebiyle” bir suç işlendiğinin somut bir dayanağı sunulamamıştır. Tam aksine göreve gelmeden önce haklarında başlatılan soruşturma ve kovuşturmalar gerekçe olarak sunulmuştur. Ki bu soruşturma ve kovuşturmalar henüz neticelenmemiş olup hiçbiri hakkında kesin bir hüküm bulunmamaktadır. Kaldı ki tüm belediye başkanları 31 Mart 2019 yerel seçimlere ilişkin adaylık başvuruları yargı denetiminden geçip seçim kurulları tarafından uygun görülmüştü.
Bakanlığın, büyükşehir belediye başkanlarını görevden uzaklaştırmak için dayandığı bir diğer sebep de eş başkanlık sistemidir. Eş başkanlık sistemi AKP döneminde 02.03.2014 tarihinde çıkarılan “Temel Hak Ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 2. Maddesi ile 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 15 inci maddesine eklenen şu fıkra ile yasallaşmıştır: “Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve iki kişiden fazla olmamak kaydıyla eş genel başkanlık sistemini uygulayabilirler. Eş genel başkanlar, bu Kanunda genel başkan için öngörülen hükümlere tabidir.” Ancak AKP’nin çıkardığı kanunu bir tek HDP uygulayınca, bu uygulamanın yasal bir dayanağı olduğunu unutularak kriminalize edildiği anlaşılmaktadır.
Hatırlanacağı üzere OHAL döneminde de HDP’li belediye başkanlarının yerine kayyum atanmıştı. Önceki kayyum döneminde binlerce işçi somut hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılmıştı. O dönemde işten çıkarmalarda sorun bulmayan hatta savunan bakanlık, belediyelerde çalışan bazı işçilere mobing uygulandığı yönündeki soyut iddiayı da kayyum atanmasına gerekçe yapmıştır. Oysa belediyede çalışan bir işçinin işten çıkarılması veya mobinge maruz kalması iş hukukuna tabi bir sorun olup işçinin gerçekten varsa böyle bir iddiası yargı yoluna başvurarak iş mahkemesine gitmesi gerekir. Ancak bu yönlü bir dava veya soruşturma bilgisi de paylaşılmamıştır.
Yine cadde sokak ve park isimlerinin değiştirilmesinin kayyum atanmasına gerekçe yapılması kabul edilemez. Zira 5393 sayılı Belediye Kanununun 18/n bendine göre, cadde, sokak ve park isimlerinin değiştirilmesi belediye meclisinin görev ve yetkileri arasındadır. Yine aynı kanunun 81. maddesine göre, bu kararlar mülkî idare amirinin onayı ile yürürlüğe girer.
KHK’lilerin çalıştırıldığı iddiasının dayanağının ne olduğu ise anlaşılmamaktadır. Zira OHAL’den bu yana belediyelere işçi alımları zaten güvenlik soruşturmalarıyla ve valiliğin denetiminden geçerek sağlanıyor.
Son olarak “örgüt mensuplarının” taziyelerine katılmanın suç kabul edilmesi ise hukuki izahtan varestedir. Burada amaçlanan şey başkadır. AKP, özellikle İstanbul yerel seçimleri ekseninde oluşan havayı dağıtmak, bir araya gelen muhalefeti bölmek amacıyla algı yaratarak Kürtleri yalnızlaştırmanın dilini yeniden devreye koyuyor ve İstanbul yerel seçimlerinin faturasını Kürtlere kesiyor.
Özetle ifade etmek gerekirse, bakanlığın açıklamasının kamuoyunda algı yaratma, ikna etme kaygısıyla yapıldığı açık. Zira hiçbir somut bilgi ve belge ile açıklanamayan soyut gerekçeler ile yapılan bu idari tasarruf, muhalif tüm kesimlerde açıkça eleştirilerek kınandı. Halkın tepkisi sokaklara taştı. Halkın tamamen barışçıl yöntemlerle demokratik, anayasal ve uluslararası düzeyde korunan protesto hakkını kullanma hakkı, ağır şiddet yöntemleri ile bastırılarak kitlenin bir araya gelmesi engelleniyor. –Ki şiddet içermeyen, kamu güvenliğini tehlikeye atmayan bu barışçıl protestolara AİHM içtihatları gereğince müdahale dahi edilemez.- Kayyum atanan her üç şehirde yoğun güvenlik tedbirleri alınmakta ve belediye çevresindeki tüm sokaklar ise ulaşıma kapatılarak gündelik yaşam çekilmez hale getirilmektedir. Öyle ki protestolara katılmayan tamamen geçim kaygısıyla iş yerini açık tutmak isteyen ve kapısında yoğun güvenlik tedbirleri nedeniyle iş yapamadığından yakınıp bunu kolluğa ifade eden esnaflar da kolluğun şiddetine maruz kalıyor.
Halk haklı olarak şunları soruyor: AKP’nin halkın kendilerini istediği yönündeki beyanları karşısında 4,5 ay önce kadar yakın bir tarihte yapılmış olan yerel seçimleri neden ciddi bir farkla kaybettiler? Kendilerini bu kadar çok isteyen halkla (!) aralarında neden yoğun güvenlik tedbirleri, kolluk şiddeti ve bariyerler var? Halk neden belediye binasına 1000 metreden fazla yaklaşamıyor? Günlük yaşantıyı kesintiye uğratan, iş yapılamaz hale getiren uygulamaların nasıl haklı bir sebebi olabilir?
Halkın kayyum karşıtı protestoları devam ederken tüm muhalif kesimlerin ilk tepkisini ifade etmesi önemli olmakla beraber bu aşamadan sonra ortak ve kararlı bir eylemliliğe dönüşmediği sürece sözlerinin suya yazılmasından başka bir sonucu olmayacaktır. 24 Haziran yerel seçimlerinde İstanbul’da kurulan ittifak bugün bir araya gelip bu hukuk tanımazlığa, keyfi hak gaspına dur diyebilmeli. Bugün bulunduğumuz noktadan ifade etmek gerekirse; eşit, özgür, adil, barışçıl, demokratik bir yaşam için ya beraber eylem ya da yavaş yavaş çürüme…