Erdoğan’ı bu düzeyde saldırmaya iten sıkışma ve zafiyet tablosu karşı karşıya olduğu çözülmenin durdurulamayacağını, politik kartların yeniden dizileceğini, yeni politik aktörlerin ön plana çıkacağı ve güç ilişkilerinin yeniden dizayn edileceğini gösteriyor
Diyarbakır, Var ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden alınması, iç politik gelişmeler içerisinde beklenilmeyen sürpriz bir durum olarak değerlendirildi.
AKP-MHP iktidarının almış olduğu bu kararın politik arka planı nedir? Hangi politik gelişmeler böyle bir kararın almasını zorunlu kıldı?
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’ne ilişkin olarak yaptığım değerlendirmede, “AKP iktidarı, HDP’nin belediyeleri kazandığı gerçeğini kabul eder, halkın iradesine saygı gösterirse sorunların çözümü için yeni bir süreç başlayabilir” demiştim. Ancak AKP-MHP iktidarı, üç büyükşehrin belediye başkanlarını görevden alıp Kürt halkının iradesine karşı açık bir darbe yaparak, iktidarını korumak için her olanağı kullanarak saldırganlığı tırmandıracağını gösteriyor.
Üç büyükşehir belediye başkanının görevden alınmasında etkili iç politik faktörler
Birincisi, belediye başkanlarının görevden alınması, AKP-MHP iktidarının izlediği Kürt politikasının somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkıyor. İktidar 40 yıldır devam eden askeri çözümü esas alan politikaların devam ettirileceğinin mesajını vermek istiyor. Ancak bu politikanın tutmadığı, bölgedeki bütün belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atanmasına, devletin askeri, ekonomik ve bütün olanaklarının kullanılmasına rağmen 31 Mart 2019 seçimlerinde, HDP’nin bu üç büyükşehir belediyesini büyük bir çoğunlukla kazanmasıyla ortaya çıktı. Kürt halkı bir bakıma, devletin çok yönlü saldırılarına yanıt vermiş oldu. Böylelikle, bölgede doğrudan devlet adına hareket eden AKP’nin, üç stratejik ilde bir başarı elde etmemiş olması esasen devletin politik bir yenilgisi olarak görüldü.
İkincisi, Cumhur İttifakı’na dayanan AKP-MHP iktidarının 31 Mart 2019 Belediye Seçimleri’nde kaybetmesinin politik arka planı, Kürt seçmen kitlesinin oyunu stratejik bir bilinçle kullanmasıdır. Örneğin İstanbul başta olmak üzere Adana, Mersin, Antalya, Hatay gibi illerde Kürt seçmen kitlesinin tercihi belirleyici oldu. AKP-MHP iktidarının çözülme sürecini hızlandıran ve özellikle büyük stratejik kentlerde AKP’nin politik ve ekonomik gücünü kaybetmesinde temel gücün Kürt seçmen kitlesinin olduğunu gayet iyi gördü. Bu nedenle Kürtlerin kitlesel örgütlü bir güç olarak politik denklemi belirlemede son derece etkin olduğu üç stratejik ilin belediye başkanlarının görevden alınması, esasen bir politik-intikam operasyonudur.
Üçüncüsü, AKP-MHP iktidarının politik geleceği bakımından önemli sorunlardan biri de Davutoğlu ve Babacan-Gül ekibinin farklı kulvarlarda yürüttükleri parti kurma çalışmalarıdır. Bu iki gücün partileşme sürecini doğrudan AKP’nin politik gücünün kırılmasında önemli bir faktör olacağı açıktır. Her iki gücün özellikle Babacan ekibinin Kürt sorununa yönelik daha liberal bir politika izleyeceği ve AKP’ye oy veren Kürt kitlesinin Davutoğlu’na ve Babacan’a yöneleceğine dair çok sayıda veri var. Ayrıca bu iki gücün ülke genelinde alacağı oy AKP’nin politik sonunu etkileyeceği önemli bir faktör olarak görülüyor. AKP-MHP ittifakı, Davutoğlu ve Babacan hareketinin politik etki alanını kırmak için Kürt sorununun askeri çözümünü esas alıyor ve üç büyükşehir belediye başkanını görevden alarak milliyetçi dalgayı geliştirmeye çalışıyor.
Dördüncüsü, uzun bir süreden sonra avukatların İmralı’da Öcalan ile görüşmelerinde ‘yeni’ bir çözüm sericinin başlayabileceğine dair ciddi bir beklenti oluşmaya başladı. Hatta gelecekte belirlenecek politikaların oluşturulmasında olası yeni bir çözüm sürecine uygun hazırlıkların yapılmasını dile getirmeye başlayanlar oldu. Ancak ne İmralı’nın ne de Kandil’in yakın dönemde herhangi pozitif bir sürece dahil edilmeyecekleri ortaya çıktı. Bu bakımdan devletin politikasında esasa ilişkin bir değişikliğin olmayacağı görüldü.
Fırat’ın doğusu ve İdlip etkisi
Beşincisi, AKP-MHP iktidarının “Fırat’ın doğusuna gireceğiz, operasyon yapacağız” iddiasıydı. Devlet güdümündeki medya organlarının bütün propagandalarına rağmen bu iddia yaşama geçirilmedi. Peki ne oldu? Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) ABD’ye vermiş olduğu önerilerin nerdeyse tamamı Ankara tarafından kabul gördü. Washington’dan gelen heyetin gözetiminde Ankara-Kamışlı dolaylı görüşmeleri iki gün sürdü ve önemli oranda bir anlaşma sağlandı. Böylelikle QSD, fiilen meşru bir konuma getirildi. Hatta ortak devriye gezmeleri konusunda prensip anlaşmasına varıldı.
Milliyetçi dalgayı yeniden yükseltmek isteyen AKP-MHP iktidarı, ortaya çıkan tablo karşısında tam tersi bir tepki aldı. Bir bakıma “Irak’ta oluşturulan Çekiç Güç” sürecine benzer bir oluşuma gidildiği iddia edildi. Fırat’ın doğusuna girerim diyen iktidar tersten ABD’nin gözetiminde QSD ile dolaylı bir ittifaka yöneldi. Böylelikle fazla bir manevra alanı kalmadı. Yoğun tepkileri dengelemek için bu kez içte, daha birkaç ay önce yüksek oy oranlarıyla seçimle gelmiş olan Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden alarak gelen tepkileri dengelemek istedikleri anlaşılıyor.
Altıncısı Rusya’ya bağlı özel birliklerin desteğiyle İran ve Şam güçlerinin başlattığı operasyon ile İdlip’in stratejik bölgeleri hızla ele geçirildi. Önümüzdeki üç hafta içerisinde İdlip’in geleceği için son derece önemli olan M-4 ve M-5 otobanlarının Esad yönetiminin denetimine gireceği çok açıktır. Ankara’nın İdlip politikası bütünüyle çöktü. Rusya’nın, İdlip üzerinde kurduğu bölgesel ilişki önemli oranda başarısızlıkla sonuçlandı. Rusya’nın Suriye temsilcisinin yaptığı açıklamada İdlip’te varılan anlaşma gereği, Türkiye’nin, radikal İslamcı örgüt militanlarından doğrudan sorumlu olduğu vurgusu ile kapsamı genişleyerek devam eden operasyonlar arasında doğrudan bir bağ var. Böylelikle İdlip’teki çözümsüzlüğün sorumluluğu Türkiye olduğu çok açık olarak vurgulanmış olması, Rusya ile Türkiye arasındaki ‘bahar’ havasının giderek sona erdiğini önemli bir işareti olarak değerlendirebiliriz.
Darbenin olası siyasal sonuçları
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.