Aynı zamanda bir konserve fabrikası olan gemide işçiler ağır koşullar altında çalışıyor. Yöneticilerin giderek yoğunlaşan talepleri ve ağır çalışma koşulları dayanılmaz hale geldiğinde işçiler greve gidiyor. Grev şiddetle bastırılıyor. Ancak başkaldırı deneyimi -final sahnesinden de anlaşılacağı üzere- özellikle genç işçilerin zihinlerine ve kalplerine kazınıyor
Bu hafta Sinematek’te Japon Sineması’nın az bilinen bir yönünü sizlere tanıtmak istiyoruz. Sevgili İnan Öner, İşçi Filmleri Festivali için her yıl bir film seçerek Japonca’dan Türkçe’ye çeviriyor ve izleyici ilk defa bu filmleri Türkçe altyazılı olarak izliyor. Aşağıdaki yazı İnan Öner tarafından 5 yıl önce “İşçi Filmleri ve Öteki Sinemalar” kitabı için yazıldı. “Yengeç Gemisi” romanı ve filmini[1] konu alan bu yazı internet ortamında ilk defa Sinematek köşesinde yayımlanıyor.
James Roy MacBean, 1975 yılında yayımladığı eseri “Sinema ve Devrim”[2] içinde yer alan “Bazin Sonrası Film Eleştirisinin İdeolojik Durumu” adlı denemesine başlarken “Sinema ve toplumla ilişkisi üzerine günümüz yazını ve düşünüşü üzerinde bir hayalet dolaşıyor – Marksizm’in hayaleti. Kapitalizmin ideolojik önyargıları göz önüne alınırsa, Marksizm’in bir hayalet olarak zuhur etmesi şaşırtıcı değildir” diyor. Manifesto’dan gelen bu etkili hayalet eğretilemesini sürdürecek olursak son yıllarda Japonya’daki kültür hayatıyla ilgili şöyle diyebiliriz: “Japon edebiyatının ve sinemasının üzerinde bir hayalet dolaşıyor – Proletaryanın hayaleti.” Ve ekleyebiliriz: “Devrimin öznesi olarak maruz kaldığı baskı göz önüne alınırsa, proletaryanın bir hayalet olarak zuhur etmesi şaşırtıcı değil.”
Japon semalarındaki proletarya hayaletini ilk fark edenlerden biri yazar Amamiya Karin’di. 2008 yılı Ocak ayında Mayniçi Şimbun gazetesinde edebiyatçı Takahaşi Geniçiro ile gerçekleştirdiği söyleşide Amamiya Karin, işçi sınıfını çevreleyen yeni koşullardan bahsetti. Kendisinin yakından takip ettiği “özel istihdam işçileri”, “günlük kiralık işçiler”, “internet kafe sığınmacıları” ve benzeri yeni genç işçi kitlelerinin mevcut durumlarının 1929 yılında yayımlanan “Yengeç Gemisi” (Kanikosen) romanındaki işçilerle aynı olduğuna değindi. Bu değini tam da kastedilen genç işçi kitleleri arasında önlemez bir merak ortaya çıkmasına vesile oldu ve tarihe “Yengeç Gemisi Patlaması” (Kanikosen – Boom) diye geçen fenomen ortaya çıktı. “Yengeç Gemisi”, Japonya proletarya edebiyatı akımının öncü yazarlarından olup daha sonra Japonya Proletarya Yazarlar Birliği Genel Sekreteri olan Kobayaşi Takici’nin 1929 yılında yayımladığı romanının adıydı. Romanın yeni basımları ve manga (çizgi roman) uyarlamaları da hesaba katıldığında sadece 2008 yılında 800 bin adetle satış rekoru kıran kitap bugüne dek 1 milyon 300 binden fazla alıcı buldu. Anlaşılan o ki, Japonya’nın ısrarla sürdürdüğü neoliberal ekonomik politikalardan kaynaklanan kaçınılmaz sömürü koşullarına tabi genç işçi kitleleri, yaklaşık yüz yıl önce ortaya konmuş bu yapıtın kendi hakikatlerini anımsattığını fark etmişlerdi.
“Yengeç Gemisi” patlaması sadece romanla sınırlı kalmadı. Özellikle East Press tarafından yayımlanan manga (çizgi roman) uyarlaması 500 bini aşan satış rakamıyla ilgi çekti. 1930’lardan sonra ikinci bir çeviri dalgasıyla birçok dünya diline çevrildi. Türkçe’de de Yordam Kitap tarafından H. Can Erkin çevirisiyle 2010 yılında yayımlandı. Variety Art Works tarafından çizilen bu uyarlamanın dışında, Fucio Goo, Hara Keiiçiro ve İesu Koike gibi sanatçıların çizdiği mangalar da mevcut.
Sinemada ise “Yengeç Gemisi”, aynı adla 1953 yılında Yamamura So tarafından sinemaya uyarlanmıştı ve bu film belki de geleceği gören yapımcıların girişimiyle 2007 yılında DVD olarak basıldı. Romana gösterilen ilgiden film de nasibini aldı. Film, 2008 yılından bu yana ülke çapında gönüllü gösterimler aracılığıyla yarım yüzyılı aşarak izleyici karşısına çıktı ve büyük beğeni topladı. Japonya dışında da ilgi gören film, Türkiye’de 2012 yılında 7. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında gösterildi. “Yengeç Gemisi” filmi, dönemin gözde sinema oyuncusu Yamamura So’nun ilk yönetmenlik denemesiydi. İlk deneme olmasına karşın, altı ay süren çekimler için Bering Boğazı’na kadar gidilmiş. Kuzey Denizi’ne gerçek bir yolculuk yapılmıştı. Bağımsız bir yapım için altı aylık çekim süresi tek başına önem arz ederken, aynı zamanda Katsuyama sahil beldesinde gerçek büyüklüklerde bir açık stüdyo kurularak profesyonel bir çekim ortamı sağlanmıştı. Hem de Mizoguçi Kenci, Naruse Mikio, Ozu Yasuciro, Şindo Kaneto gibi dönemin seçkin yönetmenlerinin filmlerinde rol alan Yamamura So kendi yönettiği bu filmde Matsuki rolünde oyuncu olarak da yer almakta ve kusursuz bir oyunculuk sergilemekteydi. Öte yandan film ekibinde dönemin en önemli sinemacılarını görüyoruz. Görüntü yönetmeni Miyacima Yoşio aynı yıl Sekigava Hideo’nun Japonya Öğretmenler Sendikası yapımı “Hiroşima” ve Şindo Kaneto yönetmenliğindeki “Şafaktan Önce” (Yoake Mae) filmlerinde de görüntüden sorumluydu. Miyacima’nın görüntü yönetmenliğini üstlendiği filmler arasında Kobayaşi Masaki’nin her biri birer başyapıt olan “İnsanlık Koşulu” (Ningen no Coken; 1959-1961) ve “Seppuku” (1962) yapıtlarını da belirtmemiz gerekir. Müziği üstlenen İfukube Akira ise, uluslararası alanda Japonya’yı temsil eden önemli bestecilerden biri. Ünlü “Godzilla” serisi (1954-1995) başta olmak üzere birçok filme müzik besteleyen sanatçı, “Hiroşima” ve Şafaktan Önce filmlerinin yanında Şindo Kaneto’nun “Atom Bombası Çocukları” (Gembaku no Ko; 1952) filmine de müzik yapmıştı. Oyuncular Mori Masayuki, Hidaka Sumiko, Nakahara Sanae, Morikawa Shin, Kono Akitake ve Kawarazaki Shizue dönemin sinemasının en seçkin oyuncularındandı. Ayrıca Tayvanlı rolündeki Ogasavara Şociro ve Yönetici Asakava rolündeki Hirata Mikizo’nun üstün oyunculuklarını da belirtmeliyiz. “Yengeç Gemisi” Kuzeydoğu Japonya’dan Bering Denizi’ne doğru yengeç avlamak üzere yola çıkan bir gemide geçenleri anlatıyor.
Aynı zamanda bir konserve fabrikası olan gemide işçiler ağır koşullar altında çalışıyor. Yöneticilerin giderek yoğunlaşan talepleri ve ağır çalışma koşulları dayanılmaz hale geldiğinde işçiler greve gidiyor. Grev şiddetle bastırılıyor. Ancak başkaldırı deneyimi -final sahnesinden de anlaşılacağı üzere- özellikle genç işçilerin zihinlerine ve kalplerine kazınıyor.
Doğaldır ki, her uyarlamada olduğu gibi Yamamura Sonun uyarlaması da özgün yapıtla karşılaştırıldığında çeşitli farklar içeriyor. Özellikle, özgün yapıtta geçen “fırtınada Sovyet gemisi tarafından kurtarılıp sosyalist bilinç aktarılan işçiler” kısmının filmde olduğu gibi çıkarılmış olması çeşitli siyasi tartışmaları beraberinde getiriyor. Kobayaşi Takici’nin metninde greve öncülük eden işçilerin Sovyet gemisi tarafından kurtarılan işçiler olmasını bir tür “dışarıdan bilinç” eğretilemesi olarak ele almak mümkün. Fakat filmde de “öncü” işçilerin rolü yeterince vurgulanıyor. Tokyo’dan gelenler fabrikalardaki grevlerden bahsediyor, ayrıca, gemideki başkaldırı ve grev Sovyet sularında gerçekleşiyor. Bu bakımdan “dışarıdan bilinç” eğretilemesi tamamen yok edilmiş denemez. Metnin nasıl etkilendiğini irdeleme hakkımız saklı kalmak üzere, belki, bu durumun nedenlerini metnin dışında da aramamız gerekecektir. ABD işgalinden yeni çıkıldığı, Kore Savaşı’nın sürdüğü günlerde Sovyetler Birliği’nin “olumlu etkilerine” doğrudan bir ifadeyle değinmenin güçlüğü anlaşılabilir. Tabii, filmi sansürden korumak için de böyle bir yol izlenmiş olabilir.
Çağının popüler aktörlerinden olan Yamamura Soyu böylesine güçlü bir istekle “Yengeç Gemisi”ni çekmeye iten duygu ve düşüncelerin arka planı üzerine düşünmeye değer.
Öncelikle, “Yengeç Gemisi”nin yazarı Kobayaşi Takici’nin 1933 yılında işkenceyle öldürülmesinin etkileri bunu izleyen yıllardaki ağır sansür koşulları nedeniyle aradan geçen yirmi yıla rağmen ifadesini bulmuş değildi. Kobayaşi Takici, 13 Ekim 1903’te Japonya’nın kuzeyinde yer alan Akita ilinde tarım köylüsü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Beş yaşındayken ailesiyle kuzeydeki Hokkaydo adasının bir liman şehri olan Otaru’ya göç etti. Otaru Yüksek Ticaret Okulu’ndan mezun olup Hokkaydo Bölge Bankası’nda çalışmaya başladı. Okul yıllarından itibaren “Tohum Ekenler” (Tane Maku Hito) dergisini takip eden Takici, 1923 Kanto Büyük Depremi sonrasında “Aydınlık” (Kurarute; Fr. “Clart6”) adlı bir dergi yayınladı. 1930 yılında yazarlık faaliyetleri nedeniyle bankadaki işinden çıkarıldı ve Tokyo’ya gelerek Japonya Komünist Partisi’ne üye oldu. 20 Şubat 1933 tarihinde özel yüksek polis tarafından yakalanarak gözaltına alındı ve aynı gece Tsukici karakolunda gördüğü ağır işkenceler sonucu öldürüldü. Takici, 30 yılı bulmayan kısa ömründe proletarya edebiyatına örnek teşkil eden yapıtlar ortaya koydu. 15 Mart 1928 yapıtını takiben, 1929 yılı Mayıs ayında “Yengeç Gemisi” (Kanikosen), aynı yıl kasım ayında “Toprak Ağası” (Fuzay-Cinuşi), 1930 yılı Nisan ayında “Fabrika Hücresi” (Koco Saybo) 1931 yılı mayıs ayında “Örgütçüler” (Orugu) başlıklı romanları ve 1932 yılında ise Japonya proletarya edebiyatının başyapıtlarından sayılan “Partizan” (Toseykatsuşa) romanını yayımladı. Kendisi daha yaşarken romanları uluslararası edebiyat çevrelerinin ilgisini çekti, 1930-1931 yıllarında “Yengeç Gemisi” ve “Toprak Ağası” yapıtları Çinceye çevrilerek yayımlandı, aynı yıllarda 15 Mart 1928 romanı da Çince, Almanca, İngilizce ve Rusçaya çevrilip yayımlandı. Tüm bu tarihçeden hareketle, “Yengeç Gemisi” filminin yapılmasında, dönemin sanatçılarının Kobayaşi Takici’ye duygularının etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, elbette Japonya’da 1930’lardan 1945’e kadar devam eden yayılmacı militarist döneme özgü baskı koşulları ve 1945’ten itibaren süregelen işgal kuvvetlerinin karmaşık sansür uygulamalarının 1952’de işgalin son bulmasıyla ortadan kalkması tüm Japonya’da tabiri caizse bir ifade patlaması yarattı. Ancak, Yamamura ve ekibinin edebiyat ve sinema tarihine yayılan bağlarını göz ardı edemeyiz. Sanatçıların yarattığı proletarya imgesi anlık bir özgürlük coşkusunun ürünü değildi, bu coşkuyla bezense dahi tarihsel bir bilince ve birikime dayanıyordu. Neticede, unutmamalıyız ki, 1928 yılında kurulmuş olan Tüm Japonya Proletarya Sanatçı Örgütleri Konferansı’nın çatısı altındaki örgütlerden biri Japonya Proleter Sinema Birliği’ydi.
İki dünya savaşı arasındaki kısacık dönemde Japonya’da edebiyat ve sinemada yeni bir “özne” oluşmuştu: proletarya. 1916 yılında yayımlanan Hirasava Keyşiçi’nin Kömür Yakanlar (tâki) öyküsü ve Miyamoto Yuriko’nun “Yoksul İnsanlar Sürüsü” (Mazuşiki Hitobito no Mure) romanı gibi yapıtlar toplumcu edebiyatın öncüleri kabul edilmektedirler. Ancak, 1921 yılında yazar Komaki Omi ve arkadaşlarının “Tohum Ekenler” (Tane Maku Hito) adlı edebiyat dergisini yayımlamaları, Japonya’da toplumcu gerçekçi edebiyatın yaygınlaşmasında bir başlangıç sayılır. Bu dergi 1923 yılında başkent Tokyo çevresini etkileyen Kanto Büyük Depremiyle birlikte yayınına son verdi. Derginin yayın çizgisi “Edebiyat Cephesi” (BungeySensen; 1924-1934) ve “Mücadele Bayrağı” (Senki; 1928-1931) gibi ardıllarınca sürdürüldü; toplumcu gerçekçilik, bu dergiler ve onların çevresinde gelişen yayınevleri aracılığıyla yaygınlık kazandı. 1925 yılında Japonya Proletarya Sanatçıları Birliği’nin (Puro-Gey) kurulmasından sonra “Proletarya Edebiyatı” olarak anılan bu akımın önemli temsilcilerinden Hayama Yoşiki (1894-1945), Kuroşima Denci (1898-1943), Tokunaga Sunao (1899-1958), Kobayaşi Takici (1903-1933), Kaci Vataru (1903-1982), Hirabayaşi Tayko (1905- 1972) gibi öykücü ve romancılar, Aono Suekiçi (1890-1961), Hirabayaşi Hatsunosuke (1892-1931), Kurahara Korehito (1902-1991) gibi eleştirmenler, yapıtlarını bu dergilerde yayımladılar.
1923 Kanto Büyük Depremi sonrası şekillenen toplumcu sanat ve edebiyat hareketleri 1920’lerin sonlarında göz kamaştırıcı bir yaygınlık kazandı. Öyle ki, 1928 yılında kurulmuş olan Tüm Japonya Proletarya Sanatçı Örgütleri Konferansı çatısı altında Japonya Proletarya Yazarları Birliği, Japonya Proletarya Tiyatroları Birliği, Japonya Proleter Sinema Birliği, Japonya Proletarya Sanatçıları Birliği, Japonya Proletarya Müzisyenleri Birliği ve Japonya Proletarya Fotoğraf Birliği adlı örgütler yer almaktaydı. Ancak, bu hareketlere karşı baskılar da giderek arttı ve 1930’ların ortalarında bu örgütlerin tamamı dağıtıldı, özellikle yazar Kobayaşi Takici’nin 1933 yılında gözaltında öldürülmesi, söz konusu baskılara işaret eden simgesel bir olay olarak tarihe geçti.
Bu bakımdan “Yengeç Gemisi” filmi bir yandan Kobayaşi Takici’nin şahsında cisimleşen geçmiş birikime adanırken, diğer yandan geleceğin öznesi olarak proletaryanın umudunu yeniden kurmaya yöneliyor ve seksen yıla yakın bir zamanı aşarak işçi kitleleriyle buluşuyor.
Dipnotlar:
[1] “Yengeç Gemisi” filmini sinematek.tv’de izlemek için tıklayınız!
[2] MacBean, J. R. (2006). Sinema ve Devrim, çev. Ertan Yılmaz. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.