Hakimler, savcılar ve ne yazık ki kadına yönelik şiddet alanında çalışan avukatları saymazsak, avukatlar arasında da sözleşme hükümleri hiç bilinmiyor ve kullanılmıyor demek yanlış olmaz. Barolar tarafından bu konuda verilen çok az, münferit sayıda eğitim var. Hükümet tarafından taradığım kaynaklarda hiç rastlamadım
Bu yazı “İstanbul Sözleşmesi feshedilsin” diyen odakların sesinin fazlaca çıktığı, bu sırada ne yazık ki kadın cinayetlerinin hız kesmediği aksine her gün yeni bir cinayet haberiyle güne başladığımız, kızının gözü önünde öldürülen Emine Bulut’un “ölmek istemiyorum” diyen sesinin kulağımızdan gitmediği ve şiddete çözüm olarak uygulandığı ülkelerde (İran, Suudi Arabistan) hiçbir işe yaramadığı, şiddeti engellemediği verilerle ortada olan idamın tartışıldığı günlerde yazıldı. “Çözüm idam değil, İstanbul Sözleşmesi” diyerek başlamak istiyorum. Çünkü sözleşmeyi okursak ve bu konuda bilgilenirsek göreceğiz ki; bu sözleşme şiddet türlerinden, önleme tedbirlerine, uygulamadaki ayrımcılıktan, eşitlik için toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önlenmesine kadar pek çok maddesiyle kadına yönelik erkek şiddetini engellemek üzere her ayrıntıyı düşünmüş ve mücadeleyi önüne koymuş bir sözleşme.
İstanbul Sözleşmesi nedir? Ne diyor?
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi (kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi), 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Özel olarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ve ülkelerin sorumluluğunu ele alan ilk Avrupa sözleşmesi olan Sözleşme, bugüne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 40 ülke tarafından onaylandı. Sözleşme kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir yaşamın kadınlarla erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesi ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını her maddesinde ve gerekçesinde altını çiziyor. Çok ayrıntılı hükümlerle şiddeti önleme, koruma ve yaptırımları içeriyor. İmzalanması üzerinden 8 yıl, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinin üzerinden 5 yıl geçmiş sözleşmenin ülkemizde gündeme gelmesi ne yazık ki; “sözleşme iptal edilsin”, “İstanbul Sözleşmesi denen ucube”, “yıkım sözleşmesi”, “yuva yıkan yasa” gibi gazete yayınlarıyla oldu! Hatta cumhurbaşkanı “İstanbul Sözleşmesi nas değildir” cümlesini dahi kurdu! Dünyanın hiçbir yerinde şiddeti azaltma amacında olan bir sözleşmenin bu noktalardan ve bu ifadelerle tartışılması kimsenin aklına gelmezdi sanıyorum. Kuşkusuz hem iktidarın hem de sözleşmenin kaldırılması yönünde yayın yapan odakların şiddet dolu dilinin; kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılık verilerinin artmasındaki payı çok fazla. Aslında tüm kadın cinayetlerinde onların da parmakları, destekleri var desek abartmış olmayız. Üstelik bu ayrımcı dilin bizzat sözleşmeyi ihlal ettiği de açık! Şiddeti engellemek için, politik sorumluluk almayan, sözleşmedeki yükümlülüklerini yerine getirmek için kılını kıpırdatmayan, aksine şiddet dilini sürekli körükleyen ve kadınlara ayrımcılık yapan tüm bu odakların kadın hareketi ve mücadelesiyle dağıtılması gerektiği çok açık. Bu yazının konusu İstanbul Sözleşmesi’nin yargıdaki karşılığı olduğundan şimdilik bu girişle yetinip yargıya bir bakalım.
Sözleşme bilinmiyor, uygulanmıyor
Yargıda İstanbul Sözleşmesi’nin durumunu “yok hükmünde” diye özetlemek mümkün. Henüz tek bir kararda, tek bir mahkeme tutanağında -kimi, az sayıda avukatın, savunma metinlerindeki atıf ve konuşmalarını saymazsak, sözleşmenin adı geçmedi. Hakimler, savcılar ve ne yazık ki kadına yönelik şiddet alanında çalışan avukatları saymazsak, avukatlar arasında da sözleşme hükümleri hiç bilinmiyor ve kullanılmıyor demek yanlış olmaz. Barolar tarafından bu konuda verilen çok az, münferit sayıda eğitim var. Hükümet tarafından taradığım kaynaklarda hiç rastlamadım. Oysa Anayasa m. 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Bu Sözleşme ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, Sözleşme hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Bunun hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz.
Kısacası hukukla ilgili olmayanlar için de en açık ve net olarak altını çizmemiz gerekirse; Sözleşme, kanunlarımızın da üstünde bir yasal düzenleme ama uygulanmıyor.
Sözleşme’nin amacı, madde 1/1’de son derece açık ve kapsamlı yer alıyor. “Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirme yolu da dahil olmak üzere kadınlarla erkekler arasında eşitliği sağlamak; ev içi şiddetin tüm mağdurlarının ve kadına yönelik şiddet mağdurlarının korunması için, politika ve önlemler geliştirmek; uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi için kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamaktır.” İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede kilit etmen olduğunu benimseyen Sözleşme, kadınlara yönelik ayrımcılığı da yasaklamaktadır.
Sözleşme uygulanıyor olsa, davalarda kadınların yaşam tarzı, geçmiş yaşantıları yargılanmazdı!
Sözleşme biliniyor ve uygulanıyor olsa; cinsel saldırı, boşanma, velayet davalarında suçun mağduru olan kadınların yaşam tarzına ilişkin verilerle, iddialar ve sorularla;- üstelik aşağılayıcı, ayrımcı bir tarzla- avukatlar tarafından verilen dilekçelerde, hakim ve savcılarca yargılama esnasında sorulan sorularla ve bunlara dayalı verilen kararlarla karşılaşmazdık. Kamuoyunun yakından takip ettiği Şule Çet cinayeti ve yargılaması bunun en bariz örneklerinden. Sanık avukatlarının soru ve dosyaya sunduğu özel hayatına ilişkin bilgi ve belgeler, bunların mahkeme heyetince de engellenmediği kamuoyuna da yansıdı. Yine pek çok davada “ev işi yapma/yapmama”, “cinsel ilişki görevini yerine getirmeme”, “açık saçık giyinme”, “gece yarısı sokağa çıkma”, “içki içme, bara, içkili lokantaya gitme” gibi sebeplerin bu tip yargılamaların tamamında gerek sanık avukatları, gerek savcı ve hakimlerce yargı içeren, suçlayan, “ama bunları yaparsan bu sonuçla karşılaşman doğal” anlamına gelecek şekilde kusur atfeden yaklaşımlarla dolu olduğu, ilgisiz verilerin, fotoğrafların vb. dosyaya sunulduğu ve itirazlara rağmen çıkarılmadığı görülecektir.
Oysa 12. md 1. bendinde “Taraf devletler kadının aşağılığı iddiasına veya kadın erkek için kalıp rollere dayanan önyargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli önlemleri alır” diyerek bu tarz değerlendirme ve yaklaşımların yasaklandığı ve engellenmesi için tedbir alınmasını maddeleştirmiştir.
Sözleşme uygulanıyor olsa, tecavüz kriz merkezleri kurulmuş olur, delil kaybı yaşanmaz ve yargılama yeniden travma yaratacak pratiklerle dolu olmazdı!
Sözleşme uygulanıyor olsa; “taraf devletler, cinsel şiddet mağdurlarına tıbbi ve adli muayene, travma desteği ve danışma hizmetleri sunacak uygun ve kolay erişilebilir cinsel saldırı kriz merkezleri veya cinsel şiddet başvuru/sevk merkezleri kurmak üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır” diyen 25. madde gereği tecavüz kriz merkezleri olur, bu tip saldırılarda delil kaybı yaşanmaz, kadınlar hızla bir merkeze güvenle ulaşabilir, ifadeleri sağlıklı, eksiksiz ve yeni bir travma yaratmayacak şekilde alınır, cinsel şiddetin travmatik özelliği, eğitilmiş ve uzman personelin özellikle duyarlı yaklaşımını gerektirdiği ilkesi benimsenir; kovuşturma için gerekli kanıtların toplanması, acil adli tıp incelemeleri yapılması yargılama sürecini kolaylaştırırdı. Oysa sözleşme gereği kurulmuş olan tek bir kriz merkezi dahi bulunmamakta; yapılan yargılamalarda 12. ve 25. maddede yazılan gerekçeler yok sayılarak yargılamalarda “rıza” sorgulaması, “delilleri kaybolması”, “adli tıp süreçlerindeki aksama ve uzama” nedeniyle faillerin cezalandırılmasında yetersiz kalmakta; bu suçların mağdurlarını yeniden ayrıca mağdur etmektedir.
Sözleşme uygulanıyor olsa; kadına yönelik şiddet, tehdit, hakaret, şantaj suçları uzlaşma kapsamında olmaz; aile hukuku ve boşanma dosyaları için arabuluculuk yasağı biliniyor olurdu!
Yine sözleşmede; Zorunlu Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları Yasağı bulunmaktadır. Taraf devletler, Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır (m. 48/1) denmektedir. Bu tür alternatif çözüm yöntemleri zorunlu tutulduğunda ve mahkeme süreçlerinin yerini aldığında, olumsuz birtakım sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Şiddete uğrayanlar, bu tip çözüm süreçlerinde faillerle eşit düzeyde yer alamamaktadırlar. Çaresizlik, güçsüzlük, korku duygularıyla şikâyetten vazgeçme, yüz yüze gelme, karşılaşmaktan korkma / istememe gibi duygular sıklıkla karşılaşılan duygulardır. Şiddete uğrayan bir de uzlaşma baskısı yaşamakta, bu suçlardaki zorunlu uzlaşma için “yargı yükünü, dava sayısını azaltma” gerekçesi, şiddeti cezalandırma olgusundan daha üstün tutularak değerlendirilmektedir. Boşanma davalarında da getirilmesi sürdürülen arabuluculuk tartışması da bu nedenle sözleşme hükümlerine aykırıdır.
Sözleşme uygulanıyor olsa, 7/24 ücretsiz şiddet hattı olur, sığınakların sayısı artardı!
Taraf devletler, Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin, gizliliğe veya kimlik bilgilerinin açıklanmamasına özen gösterilerek, arayanlara tavsiyede bulunmak üzere ülke çapında 24 saat (7/24) hizmet verecek ücretsiz telefon yardım hattı kurmak üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır (m. 24). Telefon hatları, mağdurların yardıma ve desteğe ulaşabilmelerini sağlamada en önemli yollardan biridir. Numarası geniş bir çevre tarafından bilinen, destek ve kriz danışmanlığı, yüz yüze görüşme hizmetleri sunan danışma merkezleri, sığınma evleri veya polis gibi yardım hatları, şiddeti önlemede önemli ilk adım hizmetleri olup, sözleşme gereği yerine getirilmeyen bir diğer yükümlülüktür. 7/24 ücretsiz telefon hattı olmadığı gibi, ne yazık ki sözleşme imzalandıktan sonra sığınak sayısı da artacağına azalmıştır.
Sözleşme uygulanıyor olsa, davalarda kadın örgütlerinin, STK’lerin, baroların müdahillik talepleri kabul edilirdi!
İstanbul Sözleşmesi taraf devletlere, alanda faaliyet gösteren STK’lerle etkili işbirliği yükümlülüğü de getirmektedir. Oysa davalardaki müdahale talepleri sistematik olarak reddedilmektedir. Bu tutum sözleşmenin 7., 8., 9. ve 16. maddelerine aykırılık içermektedir.
Sözleşme uygulansa, toplumsal cinsiyet eğitimleri ve sözleşme eğitimleri verilirdi!
Sözleşme, taraf devletlere, öğrenciler dahil genel olarak toplumun ve profesyonellerin toplumsal cinsiyet konusunda eğitilmesi yükümlülüğü getirmektedir. Madde 15’te yer alan “İlgili profesyoneller” yargıda, hukuk mesleğinde, infaz kurumlarında, sağlık hizmetlerinde, sosyal çalışma ve eğitim alanlarında görev yapan kişileri kapsamaktadır. Bugüne kadar bu yükümlülük gereği yapılmış tek bir eğitim dahi bulunmamaktadır.
Bu yazıda davalarda uygulanabilecek ama uygulanmayan en temel madde ve verilere değinebilmek mümkün oldu. Sözleşmenin kapsamı düşünüldüğünde velayet hakkından, 6284 sayılı yasa ile bağına ve 6284 uygulama sorunlarına, LGBTİ bireyler ve ihlallerden, ‘eski eş’ tarafından uygulanan şiddet/ cinayet dosyalarında ağırlaştırılmış ceza verilmesi gerekirken ceza kanunu sınırında uygulanmaya devam etmesine kadar her madde başlığına ayrı birer yazı yazılabilir. Kuşkusuz ki kadına yönelik şiddet çok kapsamlı ele alınması gereken, en küçük şiddet emaresinden itibaren önlenmesi için merkezler, karakollar, adli ve tıbbi birimler ve destek merkezleriyle en önemlisi de politik bir iradeyle müdahale ve mücadele edilmesi gereken bir olgu. Bu şekilde ele alınmadığında defalarca koruma tedbirine başvurduğu halde korunamayıp öldürülen, şiddet gören kadınların haberlerini okumaya devam edeceğiz. Her ‘dramatik öğesi fazla’ olay sonrası (Özgecan Aslan, Şule Çet, Ayşe Paşalı, Emine Bulut gibi) kamuoyuna yansıyan bilgiler, görüntülerle gündemde yer bulacak, sonra yine unutulacak ve ne yazık ki şiddet azalmayacak. Yasaları uygulamanız için, daha kaç kadının ölmesi gerekiyor?! Şiddetten korunmak ve yaşamak istiyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın!