Sorunun kaynağı coğrafyamızı savaşın ve işgalin yıkım yeri haline getiren emperyalistler, Suriye savaşının doğrudan bir parçası olmuş ve göçmenleri siyasi pazarlık konusu haline getirmiş AKP iktidarı, bu savaşı ve savaşın doğurduğu göçmen emeği sömürüsünü zenginleşme aracı haline getiren sermaye, patronlardır. Hesap sorulacaksa onlardan sorulmalıdır, savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriye halklarından değil
AKP iktidarının Suriye politikası, bugün “Suriyelilerin” açıkça hedef alındığı, ırkçılığın, milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının tetiklendiği bir politik ortam yaratıyor. AKP iktidarının son “geri gönderme” operasyonları Akdeniz’den İdlip’e uluslararası ilişkiler alanında tüm gündemlerde batağa saplandığı bir anda göçmenlerin bir kez daha “koz” olarak kullanılmasıyla ilgili. Elbette, AKP’nin seçmen desteğindeki azalmayı durdurma niyeti de göz ardı edilmemeli. Muhalefetin kimi kesimlerinin de beslediği “Suriyeliler gitsin” söylemi ise iktidarın-sermaye politikalarının yarattığı açlık, yoksulluk, işsizlik sorunları ile boğuşan Türkiye halklarına, sorunların nedeni olarak Suriyelilerin gösterilmesi yanılsamasını güçlendiriyor. İktidarın, sermayenin sorumluluğunun üzerini örtüyor.
Halkevleri olarak Suriye savaşının öngününden itibaren AKP iktidarının savaş politikasına, cihatçılara verdiği desteğe, Suriye topraklarında hak/iktidar iddiasına karşı mücadele ettik. Hatay Halkevi’nin diğer kent muhalefeti bileşenleri ile birlikte yürütücüsü olduğu Hatay Halk Meclisleri/ Savaşa Karşı Yaşam Hakkı Meclisleri çalışmamız başta olmak üzere iktidarın Suriye politikasının “içeriye” taşınacak, sınır kentlerinden başlayarak tüm ülkeye yayılacak sonuçlarına ilişkin uyarılar yaptık, kampanyalar örgütledik. Sınır kentlerinde can güvenliğinin birinci sorun olduğu ve “tepkilerin” büyüdüğü günlerde savaşa ve cihatçıların desteklenmesine karşı mücadele ettik, aynı anda “sığınmacıların haklarının” dile getirmesini benimseyen bir tutum takındık. Türkiye’de Suriye’den göç edenlerin yerleştiği ve örgütlü olduğumuz mahallelerde halklar arasında düşmanlık, ırkçılık, şovenizme karşı mücadele ettik. Suriyelilere yönelik faşist saldırılara karşı aktif tutum aldık ve almaya devam ediyoruz. Elbette yapabildiklerimiz bu dev sorun alanı için çok yetersiz, çok eksik, sistemli bir politika ve pratik üretebildiğimizi söylemek mümkün değil. Ancak yaşayan, gören, mücadele edenler olarak bugün bir kez daha söylüyoruz: Suriyeli sığınmacıların kamusal alanlardan dışlanmasına ya da Suriye’ye zorla geri gönderilmesine yönelik iktidardan ve kimi muhalefet kesimlerinden gelen uygulama ve önerilerin karşısındayız. Bugün Suriye’den ülkemize sığınan milyonlar artık bu ülke işçi sınıfının bir parçasıdır, bu gerçeği görmeden ve savaş politikalarına aktif bir biçimde karşı çıkmadan yapılan her tür tartışma niyetinden bağımsız sonuçlar doğurmaktadır.
Sayılar net ve sağlıklı olmamakla birlikte yaklaşık 4 milyon Suriyeli sığınmacının bulunduğu Türkiye’nin büyük bir sorunla karşı karşıya olduğu doğru. Ancak bir kez daha söyleyelim bu sorunun kaynağı coğrafyamızı savaşın ve işgalin yıkım yeri haline getiren emperyalistler, Suriye savaşının doğrudan bir parçası olmuş ve göçmenleri siyasi pazarlık konusu haline getirmiş AKP iktidarı, bu savaşı ve savaşın doğurduğu göçmen emeği sömürüsünü zenginleşme aracı haline getiren sermaye, patronlardır. Hesap sorulacaksa onlardan sorulmalıdır, savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriye halklarından değil.
AKP iktidarı, ABD ile işbirliği halinde 2011 itibariyle Suriye’deki silahlı çatışmanın tarafı olan “Özgür Suriye Ordusu” adlı yapıyı merkezi Antakya’da olacak şekilde doğrudan örgütledi. Barındırdı, silahlanıp Suriye topraklarında saldırılar düzenlemesine destek oldu.
Bu süreçte çatışmalar henüz başlamadan Suriyeli sığınmacılar için kamplar inşa edildi. Suriye’den Türkiye’ye göç “uluslararası müdahalede gerekçe olabileceği” “öngörüsüyle” bizzat örgütlendi. Suriyeliler bu kamplara yerleşmeye AKP iktidarı tarafından teşvik edildi.
ÖSO projesinin başarısızlığına paralel olarak daha sonra içinden IŞİD’i de çıkaracak olan El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra’nın sınır kentlerinde barınmasına göz yumuldu. Avrupa Birliği ülkeleri, Çin ve Rusya dahil onlarca ülkeden cihatçılar Türkiye’yi Suriye’ye geçmek için bir serbest geçiş noktası olarak kullandı. AKP iktidarının inisiyatifinde ve Türkiye istihbaratı, ordusu ve polisinin gözü önünde Türkiye-Suriye sınırı cihatçıların ve onların kullandığı silahların serbest geçişine açıldı. Sınır kentlerimizdeki sığınmacı nüfusu da cihatçı örgütlerin doğrudan dolaylı örgütlenmelerine açık bırakıldı.
Savaş tırmandıkça Suriye’nin ekonomik altyapısı, yerleşimleri, tarım arazileri tahrip edildi, gündelik hayat sürdürülemez hale geldi ve bu da milyonları topraklarını terk etmek zorunda bıraktı. Sığınmacı sorununa bir “müdahale gerekçesi” yaratmanın ötesinde yaklaşım geliştirmeyen AKP iktidarı, milyonlarca sığınmacının sağlıklı bir kayıt sistemi olmadan, ekonomik altyapı hazırlanmadan, barınma, sağlık ve eğitim hizmetleri göçmenlerin ve yerli halkın ihtiyaçlarını gözetecek şekilde düzenlenmeden, sosyal entegrasyon, çalışma yaşamına katılma, insan onuruna yakışır biçimde yaşama vb. konularda gerekli adımlar atılmadan, sığınmacıların kentlere plansız bir şekilde yığılmasına yol açtı.
Savaşın mağdurlarının değil, AKP iktidarının müttefik olarak gördüğü cihatçı örgütlerin ihtiyaçları gözetilerek sürdürülen bu politika Türkiye’de güvenlik alanından sağlık ve eğitim hizmetlerine, çalışma yaşamına birçok alanda hem sığınmacıların hem de yerli halkın mağdur olduğu bir durum yarattı. Her iki kesimin mağduriyetinin de sorumlusu olan AKP iktidarı ise sığınmacılara “çok iyi bakıldığı” şeklindeki gerçek dışı iddiasıyla bir yandan Avrupa Birliği ülkeleri ile maddi katkı ve AKP’ye siyasi destek karşılığında göçmenleri Türkiye’de tutup Avrupa’ya göndermeme üzerine kurulu anlaşmayı sürdürmeye çalıştı. Bugün sorunun vardığı noktada, sadece AKP iktidarının değil göçmenler için “Bizden ırak olsunlar” diyerek AKP iktidarına can suyu taşıyan AB ülkelerinin de rolü büyük. Tüm bunlar yaşanırken kamuoyunda “Suriyeliler bizden iyi durumda” yanlış algısı yerleştiği gibi, halka gerçek veriler sağlıklı biçimde aktarılmadı. Türkiye halklarını da ortak yaşama hazırlayan sistematik bir politika yürütülmedi, sağlıklı bilgilendirme yapılmadı. Halklar arasında düşmanlık tohumları ekildi.
Göçmen, sığınmacı ya da mülteci olmak suç değil! Bu, uluslararası hukuktan doğan evrensel bir hak. Savaş nedeniyle can güvenliği tehdidinin sürmesi ve savaşın yarattığı yıkımın sonuçları, yağmalanmış, yıkılmış yaşam alanları ve tahrip edilmiş ekonomik altyapı, ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların geri dönüşünü zorlaştırmaktadır.
Suriye savaşı başlayalı yaklaşık 8 yıl oldu. Suriye’de bizzat AKP iktidarının yaratılmasına ve cihatçılara yönelik aktif desteği ile derinleştirilmesine hizmet ettiği savaştan ve savaşın yarattığı insani yıkımdan kaçarak Türkiye’ye sığınan insanlara bu yıllar boyunca “mülteci statüsü” verilmedi.
Mülteci statüsü verilmemesi, uluslararası koruma altına alınmamalarına; insanca, güvenli bir yaşam ve çalışma koşullarına ilişkin bir altyapı oluşturulmamasına zemin olarak kullanıldı.
Özellikle muhalefetin kimi unsurlarının da yıllardır, Suriye sığınmacılarına ilişkin sorunları; iktidarın savaş politikasının aktif eleştirisine, insan onuruna ve halkların dayanışmasına, evrensel ilkelere göre değil “oy kaygısı” ile ele almasının yarattığı birikim, ekonomik kriz koşullarında faturanın Suriyelilere kesilmesi ile birleşip Suriyelilerin varlığı AKP’nin yerel seçimlerle bir kez daha görünür olan “kitle kaybının” nedenlerinden biri haline geldiğinde Suriyeliler için tehlike çanları daha şiddetli biçimde çalmaya başladı. Peki gerçekte neler yaşıyor Suriyeliler? Herkesin aslında bildiğini, buzdağının sadece görünür kısmını özetlemek mümkün.
Suriye savaşından kaçarak ülkemize sığınan milyonlarca insan güvencesiz, kayıt dışı biçimde en düşük ücretlerle yıllar boyunca çalıştırıldı, patronların insafına bırakıldı. Bugün merdiven altı atölyelere “baskın” yapan iktidarın politikası buydu. Eşit çalışma hakkı tanıyan bir düzenlemenin bulunmaması işveren tarafından yerli işçileri de düşük ücrete razı gelmeye zorlamak için kullanıldı. 2016 yılında yapılan çalışma izni düzenlemesi de patronun başvurusuna, yani keyfiyetine bağlandı. Çocuk işçilik yaygınlaştı ve denetlenmedi. Kadınlar cinsel şiddet ve sömürü ile baş başa bırakıldı. Çocuk yaşta evlilikler yaygınlaştı ve kurumlarca göz yumuldu. Tecavüz, taciz saldırılarında, zorla çoklu evlilikte kadınlar yalnız bırakıldı. Yüzbinlerce Suriyeliye yeterli kamp, barınma hizmeti sunulmadığı gibi, kentlere dağılmış halde, gecekondularda, kentsel dönüşüm bölgelerinin yıkılmış yapılarında, hatta ahırdan ve kömürlükten bozma evlerde barındılar. “Kira artışları”nın sorumlusu değil, aynı sorunu yaşayan oldular. Eğitim ve sağlık hizmetleri sığınmacıların özgün sorunlarına göre ayrıca düzenlenmediği gibi, büyük ölçüde mevcut hastane ve okullarda giderilmeye çalışıldı. Suriyelilere yönelik fiziki saldırılar, linç girişimleri, ev yakma gibi onlarca saldırı cezasız kaldığı gibi; bir saldırıya uğrayan Suriyeli kendini savunduğunda kolaylıkla suçlu gösterilebildi, asılsız “söylentiler” hesapsız, sorgusuz yayılabildi.
İktidarın göçmen politikası, Suriye savaşındaki taraf konumu ile paralel olarak üretildi ve sığınmacıların gördüğü destek de iktidara ve onun çizgisine yakınlıkları ölçüsünde değişti. Alevi, Hristiyan Arap, Ermeni, seküler Sünni ya da Kürt sığınmacılar iktidarın ayrımcı yaklaşımı nedeniyle kimliklerini gizlemeye ya da resmi otorite ile minimum temasa geçerek kendi başlarının çaresine bakmaya mecbur kaldı.
İktidarın sığınmacılar sorununu araçsal olarak ele aldığı ve mültecilik haklarını tanımadığı koşullarda, toplumsal muhalefetin de bu konuda somut bir tutum almaması nedeniyle Suriyeli sığınmacılar; onları yeri geldiğinde çağırıp yeri geldiğinde sınır dışı edilecek, üstünden pazarlık yapılacak bir araç olarak gören iktidar ile, cihatçı örgütlere paralel faaliyet yürüten STK’ler, yoksulluk ve mafyanın kucağına itildiler ya da bugün olduğu gibi hala savaşın sürdüğü ülkelerine dönmeye zorlandılar.
Suriye savaşı, şiddeti belirli bölgelerde sönmüş olsa da bitmedi, üstelik siyasi iktidarın emri ile TSK şu an çeşitli bölgelerde Suriye topraklarına girmiş durumda, Fırat’ın doğusuna yönelik savaş tehdidini bizzat kendisi sürekli gündemde tutuyor. Suriye’de siyasi çözümün önündeki engellerden biri bizzat AKP iktidarının tutumu. İdlip, on binlerce cihatçının bulunduğu ve sürekli operasyon yapılan, uluslararası güçlerin pazarlıklarına konu olan bir bölge. Üstelik, bizzat AKP iktidarı tarafından El Kaide türevi örgütlere kol kanat gerildiği biliniyor. Yeni çatışmalar, sığınmacı sorununu “çözmeyecek”, sadece daha da şiddetlendirecek. Savaşın yarattığı yıkım Suriye’yi kaplamış durumda ve ülke bugün mültecilerin geri dönüşü ve insanca koşullarda yaşamlarını sürdürmeleri yönünden “güvenilir” değil. Aynı şekilde iktidarın vurguladığı “güvenli bölgeler” uluslararası güçlerin ve bölge ülkeleri ile Suriye içi güçlerin pazarlık ve taktik adımlarına göre şekillenen “güvensiz” bölgeler. Bu durumda ne yapmalı sorusuna verilecek çok yanıt var.
Sorunların saptanmasında ve çözümüne ilişkin maddelerin sayısı çoğaltılabilir ya da farklı bağlamlarda yeniden formüle edilebilir. Öncelikle biliyoruz ki “sığınmacılar” sorununda sosyalist bir çizgi izlemek, emperyalist savaş, işgal ve sömürgecilik politikalarına karşı etkin bir mücadele hattı örgütlemekten geçiyor. Bu politikaların bölgedeki parçası, yürütücüsü, fırsatçısı, suçlusu AKP faşizmine ve sermaye politikalarına karşı mücadele, tutarlı sosyalist bir çizginin temel rotasıdır. AKP iktidarı üzerinde baskı oluşturacak muhalif bir çizginin örgütlenmesi ya da mevcut siyasi muhalefetin ileri taleplerle kuşatılması da bunun alanlarından birisidir. Tıpkı küresel “neofaşizm” örneklerinde ve gerici sermaye iktidarlarında görüldüğü gibi Türkiye’de faşizmin, “sığınmacı sorunundan” beslenmesine izin verilmemelidir.
Ancak tutarlı, bütünlüklü sosyalist bir mülteci/göçmen politikası için bunun örtesine geçmek gerekir. Türkiye sosyalizmi için “sığınmacılar” sorunu, antifaşist, antikapitalist mücadelenin konusudur. Ve önümüzde çözmek zorunda olduğumuz çok katmanlı sorular koymaktadır. İşçi sınıfı hareketinin, feminist hareketin, emek/meslek örgütlerinin, üniversitenin ve gençlik hareketinin, toplumsal hak hareketlerinin, “sığınmacılar” geçekliğini “devrimci özne” sorunuyla ilişkili devrimci bir gerçekliğe dönüştürmesi gerekir. İşçi sınıfının bir parçası olan Suriyelilerin en ileri talepleri ve örgütlenmeleri nasıl sağlanacak? Mevcut örgütlerde mi bir genişlemeye gidilecek, yoksa tümüyle özgün örgütlenmeler mi oluşturulacak? İşçi sınıfı hareketinin onurlu tarihinde “göçmen işçilerin” kurucu proleter özneler olarak yer aldığı örnekler belleğimizdedir. Suriyeli/göçmen kadınların sorunları ve mücadelesi, feminist hareket için, bugünün feminizminin programı, mücadele çizgisi ve pratiğini inşa ederken önemi yadsınamaz bir gündemdir. Halkın haklarının mücadelesinin izini sürenler, yeni katılan kardeş halkların getirdiği yeni renkleri ve özgün dinamizmi onların özne olduğu bir biçimde örgütleme yollarını bulmak durumundadır. Bilimin ve hakikat arayışının dışında hiçbir sınır tanımayan üniversite ve devrimci gençlik, gericiliğe ırkçılığa, şovenizme karşı nasıl özgün, yaratıcı “kardeşlik köprüleri” kuracağını sormak durumundadır.
Kimsenin ülkesini terk etmek zorunda kalmadığı barış içinde bir Ortadoğu için; eşitsizliğin ve ayrımcılığın olağanlaştırılmadığı bir toplum için; emekçilerin kendi sınıf kardeşleriyle çatışmadığı, kendilerini sömürenlere karşı omuz omuza verdiği; kadınların savaşın, ayrımcılığın, ırkçılığın ve erkek egemenliğin yarattığı tüm baskı, sömürü biçimlerinden özgürleşeceği bir dünya için mücadele ediyoruz. Bu mücadelede “suçlu” aradığımızda yüzümüzü emperyalizme/iktidara/sermayeye dayanışma ve birlikte mücadele gerektiğinde ise “Suriyelilere” dönelim.
* Özge Ozan: Halkevleri Genel Sekreteri
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.